Ölümler, katliamlar, acılar ve umutsuzluklar bu coğrafyanın kaderi mi olacak? Ne zaman olumlu bir fikir, huzur ve barışı dillendirilen bir ses yükseldiğinde, anında bu umuda kan ve gözyaşı bulaştırılır. Onun için, onlarca yıl kimse bu konuları konuşamaz bir durum yaratılır. Yüz yıldır, tekçilik ve inkarcılığı temelinde şekillenmiş Türkiye Cumhuriyeti devletinin, toplumun farklı dil, kültür ve etnik kesimlerine zorla dayatıldı. Devletin, ideolojik ve etnik temelli destekçisi ve her alanda bunun sahipliğini yapan MHP'nin lideri, kimselerin hiç beklemediği, ve ummadığı bir çıkış yaparak, kendi ideolojik kavram ve tahayyülünü zorlayarak PKK lideri Abdullah Öcalan'a çağrı yaparak, "Gelsin Mecliste konuşsun" demesi, her kesi ve kesimleri adeta şoka uğratarak onları dumura uğrattı. Dolayısıyla maskelerini de düşürdü. Yüzbinlerce cana, mala ve milyonların sürgününe neden olmuş bu büyük ve ölümcül soruna çözüm istiyormuş gibi takiye yapanların yüzlerindeki makyajlarını temizlemiş oldu.
Ankara'nın bir kaç km ilerisinde, askeri silah ve ileri teknoloji ürünlerini üreten yüksek korunaklı bir üsse, ellerini kollarını sallayarak girip 5 insanı öldürüp, onlarcasını yaralayan iki saldırgan, akıl almaz bir eylemi gerçekleştirebilmeleri, akıllara çok büyük soru işaretleri bırakmıştır. Böyle bir eylem, olayın tabiatına aykırı bir şeydir. İçeriden ve etkili yüksek yerlerden yardım ve desteği olmadan böylesi bir eylem için iki saldırganın; "Haydi bugün de şu üs'te bir eylem yapalım" demeleri, akıl ve izan ile bağdaşır bir durum değildir. Üstelik gasp etmiş oldukları taksi şoförünün cesedini de bagajda taşıyarak. Kaç yıldır hiç izlemediğim gece boyu televizyonun haber kanalları arasında gezinti yaptım. Bu kanallar, el birliği etmişçesine, emekli olmuş, yaşlılık nedeniyle sık sık uyuklayan, çeşitli rütbelerdeki asker ve kendi alanlarındaki konularda bilimsel hiç bir şey üretemeyen, isimlerinin önüne çokça bahşedilmiş akademik ünvanlı aşırı milliyetçi ve ulusalcı olan kesimleri çıkarmışlar. Konuşmalara başlar başlamaz, sözleşmişçesine, Bahçeli'nin mecliste yaptığı konuşmaları üzerinden onun yerden yere vurarak, bunun üniter devlete, milli birlik ve beraberliğe vurulmuş bir darbe ve ihanet olduğunu söyleyip durdular, Bu sözde akademisyen ve stratejistler, bir kez "Bu çok ciddi bir zafiyettir. Akıl almaz bir şekilde iki saldırganın, elini kolunu sallayarak bu yüksek korunaklı üsse nasıl girip eylem yapmışlar. Böylesi bir yere, üst düzeyde ve içerde destekleri ve teşvikleri olmadan böylesi bir eylem yapılamaz" demediler. İçişleri bakanı açıklama yaparken de kimse bu can alıcı soruları sormadı.
Bu eylemi tezgahlayıp devreye sokanlar, şüphesiz ki bu sorunun yüz yıldır bu şekilde sürüp gitmesini isteyen çok güçlü ve etkili kişilerin denetiminde olduğunu göstermektedir. Saldırganların, kimliği ve bağlantıları nereye dayanıyorsa dayansın, bu eylem Bahçeli'nin çıkışına karşı yapılmış bir eylemdir. Dolayısıyla bu ölümcül sorunun (Kürt/Kürdistan) hiç bir zaman yüksek yerlerden konuşulmaması ve çözümsüzlüğünü mutlaklaştırmak için yapılmış bir eylem ve sıkılmış kurşunlardır. Düşen maskelere bakıldığında, bunların kimler olduğu da netleşmiş oldu. Derin devlet diye bilinen Ergenekoncular, Neo-İttihatçılar (İyi Parti, BBP, Vatan partisi, Atatürkçü düşünce derneği ve diğer bazı "sivil toplum örgütleri") diye bilinen kesimler olduğu ortaya çıktı. Bu durumun bu şekildeki devamını isteyen bir kısım parti ve örgütler de var. Ulusalcı ve solcu kesimlerdir.
Abdullah Öcalan'ın mecliste konuşarak gönlündeki niyetlerini orada da tekrarlaması kanımızca çok olumlu bir şey olur. Fakat Öcalan ve Dem partinin Kürtlerin ulusal haklarının yegane temsilcisi olarak görülmesi durumu, eski tas eski hamam olur, kaldı ki bu sorunun nihai çözümüne çözümüne katkı sağlamaz. Bu sorun, defaatle ifade ettiğimiz gibi, geniş tabanlı Kürt parti ve oluşumların öne sürdükleri kişilerce sürdürülmelidir. Çünkü Kürtler'in bu sorunun nihai çözümü ve arzuları farklı farklıdır. Bağımsızlık diyenler, Federasyon ve özerklik isteyenler yanında, mevcut durumun devamını savunan Kürtler de vardır. Öcalan ve DEM parti kendi partilerinin paradigmal gereği içinde çözümün olumlu yönde gelişmesi için fikirlerini ifade edebilirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.