Bu video ve resim, Diyarbakır'da faaliyet gösteren Pîne (Türkçe:Yama) adlı bir kafede çekildi. Bu kafe, müşterilerine Kürtçe hizmet veriyor. Öyle "Vatandaş Kürtçe konuş, çok konuş!" cinsinden bir zorlama değil. Dili Türkçe ve İngilizce olan müşterilerle zaten o dille diğer müşterilere gösterilen nezaketi gösteriyorlar. İşletme sahibinin adı Ramazan ŞİMŞEK. Bir kaç gün önce, bir polis ekibi kafeye baskın yaparak Ramazan Şimşek gözaltına alıyor. Bu gözaltı gerekçesinde, kafeye gelen müşterileriyle Kürtçe konuşmak. Üç günlük gözaltı süresinde Ramazan Şimşek, şartlı bırakılıyor. Savcılık, kendisini ev hapsine alınacağını, pazartesi -Bu gün- mahkemeden çıkan karara göre ev hapsi cezasının sınırının belirleneceğini söylemesi üzerine; "Benim ev adresim yok. Adresim bu kafe, orada yatıp kalkıyorum" dediğinde de ona; "O zaman bir ev kiralaman lazım. kafeye bu süre zarfında uğraman, çalışman yasak" Bundan haberdar olan İsmail Beşikçi Vakfı Mütevelli heyeti başkanı İbrahim Gürbüz, soyolog-yazar İsmali Beşikçi, Nedret Bilici, Necip Yeşil ile birlikte adı geçen kafeye gidip Ramazan Şimşek'i ziyaret ettik. Pine, Sanat sokağı sonunda çok hoş ve nezih bir cafe. İşletme sahibi Ramazan Şimşek dahil, çok nazik her dilden, her etnik kökenden insanlar var. Herkese çok ta güzel hizmet veriyorlar. Bu nezih ve güzelim cafeyi görmenizi tavsiye ederim.
İnsanın içini yakan ve vicdanları dumura uğratan şey, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, sayıları on milyonlarla ifade edilen mazlum bir ulusa yapılan katliam, sürgün ve mecburi iskânların yanında bu toplumun onuruyla oynamanın rutin bir hal almasıydı. Burad da toplumsal olarak örgütlenmiş, hareket ve eylemleri ses getiren sağlı-sollu Kürt parti ve örgütlerin sorumluluğunun -daha doğru bir ifadeyle sorumsuzluklarının- büyük bir payı var. Kürtlerin bir parti veya oluşum etrafında örgütlenmiş büyük çoğunluğu, ya soğuk savaş dönemi totaliter ideolojik solculuk damarı ya da aklını ve vicdanlarını sahte dinsel hurafelerle bozmuş kesimlerin ezeli rekabet ve düşmanlıklarını bitirip aynı sloganlar ve aynı bayrak altında toplanmış gözükmesidir. -Filistin-İsrail olayında olduğu gibi- Karanlık bir geleceğe doğru yol alan bu durum, Filistin'in bağımsızlığı adına koparılan fırtınanın gürültüsünde Kürt genci Ramazan Şimşek'in onurlu duruşu nedeniyle yaşamış olduğu haksızlıkları maalesef duyamadılar.
Binlerce yıldan beri hep kendi toprakları üzerinde yaşamış, onlarca beylikler ve devletler kurmuş bir milletin (Kürtler) son yüz yılda, adının zihinlerden silinmesi, Kürt diye bir toplum ve milletin hiç olmadığını yüzlerimize haykıran bir süreçten geçmiştir. Yaşı 40'ın altında olanlar devletin Kürtlere yaşattığı bu hem trajik, hem de komediyi hatırlayabilirler. Kuruluşu, tekçilik ve inkârcılık temelinde inşa edilen cumhuriyet; "Türkiye'de, 'Kürt' diye bilinen bir halk ve 'Kürtçe' diye bilinen bir dil yoktur. Kürt diye bahsedilen doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan vatandaşlarımız özbe öz Türktürler. Yüksek rakımlı yerlerde yaşadıkları için karların üzerinde yürürken 'kart, kurt, kürt' diye ses çıkartıkları için onlara Kürt denmiş" diyerek Kürtler dışında herkesi ve Kürtlerinde bir kısmını buna inandırmıştı. Bu anlattıklarımızı okuyan genç okuyucuların tebessümle güldüklerini tahmin edebiliyorum. Hatta inanmayıp "Böyle saçma şey mi olur?" diyebilenleri de tahmin edebiliyorum. Oysa bunların hepsi gerçek.
Kürt ve Kürtçe vardır demek çok büyük cezai müeyyidelerle karşılaşıyordu. Traji-komik yaşanmış bir hikayeyi sizinle paylaşayım. Dağ köylerinden bir Kürt vatandaş, eşeğine odun yüklemiş, ilçeye getirip o odunları satıp ihtiyaçlarını alıp köyüne dönecek. İlçenin girişinde ve pazarda bu işlerle ilgili görevli kişiler var. (Kürtçe konuşanlara para cezası kesmek) Her Kürtçe kelime için belli miktarda para cezası kesiyorlar. İşin trajik boyutu, bu işle ilgili görevlilerin çoğu da Kürt. Türkçeyi de iyi bilmiyorlar ve evde zorunlu olarak Kürtçe konuşuyorlar. Adam eşeği hızlıca sürmek için Kürtçe "ço, ço" diyor. Görevli; "Aha welle min te bîhist (Aha valla seni duydum)" Adam cezayı kesecek. Yaşlı adam "Kurban olduğum, bak sende Kürtçe konuşuyorsun" bırak gideyim. Adam ısrar edince "Eşeğim de Türkçe bilmiyor. Ee ben şimdi 'ço, ço' demezsem bu eşeği nasıl yola koyacağım. Yaşlı adam dönüp görevliye; "Bak istersen deneme yapalım." dediğinde görevli olumlu şekilde başını sallayınca, Yaşlı köylü, askerde öğrendiği bir kaç kelime Türkçe ile "Yüru eşek" diye seslendiğinde eşekten hiç bir tepki almaz. "Ço" dediğinde eşek yürümeye başlar. Cezayı kesen adamla yüz yüze gelirler. görevli "Tamam geç, ama bir daha olmasın" der. Sizce bir toplum için, bir insan için bundan daha trajik ve onur kırıcı bir durum olabilir mi?
Fiili realite de artık bu tür saçmalıklar konuşulmuyor. Ama inkâr başka şekilde tüm hızıyla devam ediyor. Devlet ve Türk milliyetçi-ırkçı partileri "Biz Kürt kardeşlerimizle et ve tırnak gibiyiz" diyorlar. Külliyen yalan ve komik. "Kürt" kelimesi bir inanç ve mezhep adı değil bir milletin bir ulusun adıdır. Kürt varsa hakları da var. Bunlar ise; "Kürt olduklarını söylesinler ama haklarından bahsetmesinler." modundalar. Şu an bu süreci yaşıyoruz. Oysa gerçek kardeşlik beraberinde eşitliği de getirmelidir. Varlığını kabul ettiğiniz bir halkın bireylerinin kamusal alanda -Mecliste, Mahkemelerde- kendi ana dilleriyle hitabet ve savunma yaptıklarında resmi tutanaklara "Hatip, bilinmeyen bir dil ile konuştu" ve ya mahkemede "Sanık bilinmeyen bir dil ile savunma yaptı" demek yok saymanın ve o toplumun onurunu ayaklar altına almakla eş anlamlı değil midir?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.