Dünyanın en mağdur ve en mazlum ulusu olan Kürtlerin her hak arayışı gündeme geldiğinde, hemen öne atılarak "Kürt halkının yegâne siyasi temsilcileri biziz" diyerek bu rolü kimselere bırakmayan sözde demokrat, sekülerleşmiş ve kaşarlanmış siyasi aymazların, yaklaşık 40 yıldan beri Kürtler adına attıkları her adım, yaptıkları her eylem, Kürtleri yalnızlaştırmış, hüsrana uğratmıştır. Son 35-40 yılda, bilinçli bir şekilde Kürtlere dayatılan bu kirli ve kuralsız savaşta, yüz binin üzerinde insanın katledilmesiyle sonlandı. Kürtler açısından bu kadar ağır bedel rağmen, muhasebe edildiğinde kazanç sıfıra sıfır elde var sıfırdır. Bir tarafta tekçi ve inkârcı ceberut devlet, diğer tarafta tarihsel miadını doldurmuş çağdışı ideolojik totaliter örgütün karar verici yöneticileri bu ölümleri yetersiz bulmuş olacaklar ki Kürtleri bu şiddet sarmalı içinde nüfuslarını daha da azaltmaya çalışıyorlar. Sayelerinde Kürtlerin hak arama mücadelesi uluslararası alanda artık "terör" ile anılıyor. Bu durum, hem inkârcı ve ceberut devletin, hem de çağdışı totaliter örgütün en büyük başarılarından biri olmuştur.
Dünyada hak, hukuk ve adalet anlayışını yer-yeksan etmiş ceberut Türkiye Cumhuriyeti devleti, ideolojik paradigma gıdasının mimarı ve kurucusu olan CHP'nin konjonktöre göre saklı tuttuğu tekçi ve ırkçı genetik kodlarına dönüş ihtiyacı hasıl olduğunda, bu kesim vaveyla kopararak CHP'yi "demokrat" olmamakla suçlayıp durmaları, akıl ve izanla açıklanabilecek bir siyasi duruş olabilir mi? Her kritik an ve fırsatta "Acaba bu kez CHP demokratik bir duruş sergiler mi" gibi siyasi aymazlık uykusuna yatması, aptallık değil de neyle izah edilebilir? "İki kere iki her daim dört eder" şeklindeki değişmez matematik hipotezini; "Acaba bu sefer olumlu bir sonuç elde edebilir miyiz?" diyerek, Kürtlerin enerjisini sosyolojik, psikolojik ve siyasi testlerden geçirmeye çalışmak beyhude bir anafor değil midir?
2015 yılında, irrasyonel düşünce ve yalanlara Kürt gençlerini kandırıp şehirlerin orta yerinde onlara kazdırdıkları hendeklerin (Adı geçen bu hendekler aslında onların mezarlarıydı) iş bitip, hendekler cesetlerle dolduktan sonra, örgütün totaliter dinozor yöneticilerinden etkili ve yetkili bir zat, gazetecilerin; "Böylesine kritik bir karar almak, intiharla eşdeğer değil miydi?" sorusuna ibret verici bir cevap vererek; "Devletin bu kadar zalim ve vahşi olduğunu bilmiyorduk" diyecekti (!!??). Tamama yakını yoksul Kürt gençlerinden oluşan on binlerce can, bu kirli savaşta harcandı. (Gerek örgütün İmralı'da yatan mutlak totaliter lideri, gerekse Kandildeki yöneticiler, her platformlarda verdikleri demeçlerde, amaçlarının Kürtlere bir ulus devlet kurmak olmadığını, her zaman ulus devlete karşı olduklarını, temel amaçlarının Türkiye'yi demokratikleştirmek olduğunu (adı "Demokratik özerklik" olan terane) Oysa ki uluslararası siyasal literatürde böylesi bir ifadenin hiç bir karşılığı yoktu. Bir ulusu ve toplumu aptal yerine koymanın, onuruyla oynamanın bir yoluydu bu bahaneler. Kaldı ki 21. yy da silah ve şiddet yoluyla hak aramanın haklı ve meşru bir karşılığı artık kalmamıştı. "Türkiye yi demokratikleştireceğiz" demek, Türklere; "Siz bu işi beceremiyorsunuz. Sizi de biz kurtaracağız" demekle eş anlamdadır. Bu da Türklere hakarettir. Bu örgütün hitap ettiği kitle nüfusun %20 lik kesimidir. Üstelik bu %20 nin de yarısından azının desteğini zar-zor "namus belası" nedeniyle almış durumda (Son seçimlerde HDP'nin oyu % 13 lerden %8 lere düşmüş) Hep başından büyük sözler sarf eden örgüt, bu oran ve destekle iktidara gelebileceğini sanıyor. Türkiye' genelinde demokrasi mi? otoriterlik mi? yoksa faşizmi mi? isteniyor konusu, Türk çoğunluğun verebileceği bir karardır. Kürtler ise, gasp edilen ulusal haklarının takipçisi ve ısrarcısı olmak zorundalar. İktidara hangi Türk partisi gelmiş, hiç te önemli değil. Devletin tekçi, inkârcı ve aşırı milliyetçi paradigması değişmedikçe hangi partinin iktidarda olduğunun hiç bir önemi Yoktur. Kürtler, öncelikle ulusal bilince sahip, demokrat ve gerçek anlamda bir Kürt partisi etrafında birleşmelidirler. Kürtlerin güçlü ve kararlı demokrat bir Kürt partisi etrafında birleşmeleri, aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşmesine de katkıda bulunur.
Yeri gelmişken ibret alınması gereken çok ilginç bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sanırım 9-10 yaşlarındaydım. Köyümüzün bir kaç yüz metre ötesinde bir çay geçer. Yağışlı havalarda bu çayın debisi 3-4 katına çıkar. Bu su kitlesi, yukarıdaki ve kenardaki toprağı aşındırıp beraberinde söküp sürüklediği odunları, köylüler kışlık yakacaklarını temin etmek için toplayıp yük hayvanlarına yükleyerek evlerine taşırlardı. Ailenin en büyük çocuğu ben olduğum için, babamla birlikte bu odunları eve taşıma işi bana kalmıştı. Yaşlı ve zayıf eşeğimizi de yanımıza alarak çayın önüne gittik. topladığımız odunları eşeğe yükledikten sonra, köyün yoluna koyulduk. Eşeğimiz küçük bir çukurdan geçerken çamura saplandı. Babam, odunları eşeğin sırtından aldırmamız gerektiğini söyledi. Eşeği yardımla çamurdan çıkarttıktan sonra odunları tekrar yükleyip eve gittik. Bir dahaki seferde oduna gittiğimizde, çukurlar köylüler tarafından kum ve çakıllarla doldurulmasına rağmen, eşeğimiz doldurulmuş o çukurun önünde inatla durdu ve oradan geçmek istemedi. Rahmetli babam bana dönerek; "Bu sana neyi hatırlatıyor?" diye sordu. Aradan epeyce zaman geçmiş, onun bu sorusuna karşılık gelen cevap aklıma gelmedi. Babam; "Bak oğlum, sen hatırlamıyorsun ama bu hayvan çok iyi hatırlıyor. Üzerinden epeyce zaman geçse de hayvanın zihninde iz bırakmış, çünkü burada bir tehlike görüyor, daha önce hayvan çamura saplanmıştı. Hayvanlar, olumlu veya olumsuz tecrübeleri hiç unutmaz onlardan ders çıkarırlar. İnsanlar ise bunları çok çabuk unutur." demişti. Şimdiki 60 lı yaşlarımda yaşanan aynı aymazlıkların devam ettiğini görünce aklıma hep bu anekdot gelir.
2024 Mart ayında yine yerel seçimler var. Kürtlerin önemli bir kesimi ile Türkiye'nin batısında yaşayan mağdur kesimlerin bir bölümü, DEM partiye siyasi ve duygusal bir teveccüh gösterdikleri bir gerçek -bu yazıyı yazarken tekrar bir isim değişikliğine gitmedilerse- DEM Partisi eş başkanı Tuncer Bakırhan'ın CHP'li Antalya Belediyesinin kendi partisinin il kongresi için kuytu köşedeki küçük bir düğün salonunu partisine reva göstermesine çok bozulmuş ve alınmış. Ee, Günaydın Tuncer Bey. Oysa CHP bu belediyeyi bir önceki seçimde HDP ve isim değiştirerek Yeşil Sol Parti adını alan partinin aday çıkartmayıp Kürtlerin blok oylarının CHP'ye akmasına ön-ayak olmalarına rağmen çok az bir farkla bu belediyeyi kazanmışlardı. Yani Kürt oyları olmazsa, CHP Antalya Belediyesini mahşere kadar kazanamazdı. Otokrat bir sisteme dönüşmüş Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, CHP nin adayı genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Kürdistan şehirlerinde % 2-3 olan oy oranı %65-70 orana çıktı. (Bu durum, iktidar olmak için kurulmuş bir partinin siyaseten kendisini inkâr etme anlamı taşıyan cinnet bir karardı. Bu durumun oluşmasında Selahaddin Demirtaş'ın inanılmaz hatası ve öngörüsüzlüğü olmuştu. Konunun dağılmaması için, Demirtaş eleştirisini şimdilik saklı tutuyoruz) Ceberut devletin ideolojik eğitim tezgahından geçmiş, statükocu üst düzey bürokrasiye getirilmiş statükocu, siyaseten tek bildiği "Benim adım Kemal" tekerlemesi yaparak, ilgi ve sempati toplayacağını sanan devletçi ve dinozor bu bürokrat, ona oy akıtan bu partinin yetkilileriyle görüşmekten ve yan yana gelmekten köşe-bucak kaçmıştı. Halbuki görüşeceği bu insanlarda onunla benzer bir statükonun taraftarlarıydı. Ona bir de "Gandi Kemal" yakıştırması yapılmıştı. "Benim adım Kemal" demekten çok hoşlanan ve Stokolm sendromuyla mustarip Dersimli Alevi-Kürt Kemal Bey (Her ne kadar Kürtlüğünü sürekli inkâr edip, Alevi olduğunu da son anda ve sıkılarak mahcup bir şekilde açıklaması, seçim arifesinde ultra faşist ve ırkçı bir siyaset izleyen marjinal bir partinin başkanına kıymet biçecek kadar gaflet içine girmişti. Irkçılıkta MHP ve lideri Bahçeliyi bile fersah fersah geride bırakan bu ultra faşist lidere şayet seçimi kazanırsa, 3 önemli icracı bakanlık ve MİT başkanlığını vereceğini protokol ile taahhüt altına almıştı.
Dersim kırımında bu zatın ailesinden 35-40 kişinin katledildiği söyleniyor. Peki her defasında Kürtlere ve Türkiye'nin diğer mağdurlarına bunlar nasıl yaşatılıyor? Çünkü Kürtlerin kaderleri üzerine oturmuş, çağdışı totaliter örgütün evrensel sol ile uzaktan yakından alakası olmayan müttefikleri "bar devrimcileri" Kemalist Türk solunu seçimlerde Kürtlerin sırtına onları bindirip meclise taşımanın hesapları içindeler. HDP'nin habire isim değişikliğine gidildiği eş başkanlık sistemi, dünyanın herhangi bir ülkesindeki demokratik bir kitle partisinde, lider ve kadro değişikliği yapıldığında, seçilmiş liderin sorumluluk alarak kendi politik inisiyatifini bağımsız bir şekilde kullandığı bir parti değildir. HDP ve devamı olan partilerdeki eş başkanlar, emanetçi ve vesayet altında olan memur statüsünde olan kişilerdir. Bunu bir suçlama olarak söylemiyoruz. Bu partinin gerçeği budur. Tuncer Bey'i şaşırtan ve üzen CHP Antalya Belediyesinden başka ne bekliyordunuz? Tuncer Bey'e tekrar geçmiş olsun diyoruz. Tuncer Bey'in yüz yıldan beri mağdurlara yaşatılan bütün dram ve trajedilerin 1. derecede müsebbibi ve sorumlusu şüphesiz ki CHP'dir. Amblemlerinde 6 ok ile ifadesini bulan inkarcı ve tekçi paradigmasıdır.
CHP'nin 100 yıllık tarihinde ilk defa genç, dinamik az bir şeyde sempatik gibi duran bir başkana sahip oldu. Adı Özgür Özel. Çiçeği burnunda bu yeni genel başkanın siyasi, felsefi ve ideolojik hayat bakışına da bir projeksiyon tutalım. Adı geçen başkan, hamuru ve mayası Kemalizm olduğu için, damarına basıldığında demokrasi, özgürlük, evrensel hukuk ve adaletten neyi anladığını anında gösteriyor. Aslında demokrasi ve özgürlük bahane, devletin bekası ve ceberut varlığı şahane. Çünkü bilinçaltı yerleşik Kemalist damar anında şahlanarak demokrasi, özgürlük, hak-hukuk gibi karineler ikinci plana atılır. CHP'nin yeni genel başkanı Özgür Özel, yakın zamanda siyasi muhaliflerini bakın ne ile eleştirip suçluyor? Otokratlaşmış Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ırkçı parti MHP'nin genel başkanı Devlet Bahçeli ile milliyetçilik yarışına girerek, aklı sıra Bahçeli'yi milliyetçilik üzerinden dövmeye çalışmıştı. Özgür Özel Şöyle kükrüyordu: "Ey bahçeli! içinde yer aldığın ittifak partilerinden Hüda-Par'a bak ve hizaya gel." dedikten sonra, Elinde Hüda-Par'ın konuyla ilgili parti programını sallayarak, Bak burada ne yazıyor Sayın Bahçeli; 'Kürtçe, Türkçe'nin yanında ikinci resmi dil olmalı. Bu dil, kademeli bir şekilde eğitimin tüm kademelerinde ikinci resmi dil olarak yerini almalı, Ayrıca 'Türküm, doğruyum çalışkanım, varlığım Türk varlığına armağan olsun', 'Ne mutlu Türküm diyene' gibi ırkçı söylemler derhal terkedilmelidir' diye bitirdikten sonra gülümseyerek; "İttifaka bak, hizaya gel" Aklı sıra Bahçeli'nin ırkçı damarına basarak onu kışkırtmaya çalışıyor. Bahçeli'ye "Sen ne biçim Türk milliyetçisisin. Daha neyi bekliyorsun?" demeye getiriyordu. E doğruya doğru. Bir gerçeği dile getirmek, ister Hüda-Par tarafından, ister Devlet Bahçeli'nin ağzından çıkmış olsun, gerçek gerçekliğini kaybeder mi? Ama hayır. Genç, dinamik ve "demokrat" genel başkanımız bu açıklamalardan son derece rahatsız. Bu sözleri, genel başkan olmadan kullanmış olduğunu da bir kez daha hatırlatalım.
Şişirilip pohpohlanan bu yeni lider; "Türkiye'nin her sorununa vakıf, genç ve demokrat" diye gerçek olmayan balon şişirmeler yüz yıldır insanların zihnine işleniyor. İnsanlar da bu yalanları çok güzel yutuyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun konjonktörel olarak paraşütle CHP genel başkanı koltuğuna oturtulduğunda da aynı yalan ve şişirilmiş balonları topluma yutturmaya çalıştılar. Ona da "Gandi Kemal" kılıfını uygun buldular. Düşünebiliyor musunuz? Emperyalist paylaşım savaşının tarafı olmuş bir imparatorluk mağlup olup imparatorluk topraklarını kaybedip, yıkılmasından sonra, bu üç kıtada zorbalıkla işgal ettiği topraklarda, onlarca millet ve halkları haraca bağlamış, yenik bir devletten tekçi ve aşırı milliyetçi küçük bir devletin eski muktedir gücüne kavuşması için çaba harcayan Kemal Kılıçdaroğlu'nu sömürge altında inleyen 1,5 milyar insanı -Pakistan ve Bangladeş o zamanlar Hindistan'ın bir eyaletleriydiler- şiddeti reddederek ederek özgürlüklerine kavuşturmuş dahi bir lider ile karşılaştırılması Mahatma Gandi'nin anısına saygısızlıktır.
100 yıldır yok sayılan, inkâr edilen, aşağılanan Mezopotamya'nın kadim otokton halklarından Kürtlerin dili ve kültürü üzerindeki bu zulüm ve barbarlığa son verilmesi talebine karşı çıkmak, liderlik yapan demokrat bir insanın bakışı olabilir mi? İnsanoğlu, kapılmış olduğu ideolojik ve inançsal önyargılarından dolayı gerçekleri görmemesi veya görmek istememesi, onun grup ve kişisel egosuyla ilgili bir şeydir. Buna önyargı denir. Çağımızın en ünlü ve popüler bilim dâhisi Albert Einstein'e sorulan "Sizin, teorik olarak öne sürdüğünüz 'atom parçalanabilir yapı taşlardan oluşur' öngörünüz pratikte ispatlandı. Böylesine muazzam bilgilere ulaşmak çok zor olsa gerek" diye sorduğunda Einstein; "Hayır zor değil. İnsanlardaki önyargıları kırmak, atomu parçalamaktan çok daha zordur" demişti. İnsanoğlunun çeşitli konulardaki aymazlıklarını hep yazıp durdum. Ben yazmaktan yoruldum ama onlar aymazlıktan yorulmadı.
Sözde laik ve solcu Kürt politikacıları hala "yoldaş" olarak gördükleri CHP'nin peşinden koşup onlara yalvararak kendilerini neden muhatap almadıklarından şikayet ediyorlar. CHP'nin bu 6 ok ideolojisiyle demokrat ve özgürlükçü bir parti olması mümkün olabilir mi? CHP, evrensel sosyal demokrasi ve gerçek sol ile 180 derece zıt bir kulvardadır. Ülkedeki çok küçük ve azınlıkta kalmış gerçek solcu ve demokratların bu partiye oy vermiş olması bu gerçeği değiştirmez. Bir soru daha. CHP 6 ok ideolojisinden vazgeçebilir mi? Hayır. Doğanın gidişatına aykırı bir şey bu. Bunu yapması demek, CHP'nin CHP olmaktan çıkması demektir. Bunları konuştuğumuz zaman da, bazı iyi niyetli insanlar; "Kardeşim neden dincileri, ırkçıları ve faşistleri eleştirmiyorsunuz?" diye kızmaya başlıyorlar. Biz de diyoruz ki, Faşistlerin, ırkçı ve dincilerin eleştirilecek bir şeyleri yok. Eleştiride bulunduğunuz parti, gurup veya şahıslar iyilik ve güzellikten bahsedip tersini yaptıkları için eleştirilirler.
Çok ilginç bir anekdot daha. Biliyorum şu an patlama noktasına gelmiş bulunuyorsunuz. "Kardeşim roman mı yazıyorsun, makale mi?" diye kızmaya başladınız. Evet çok uzadı. Hanım da yazılarımın çok uzun olduğundan hep şikayet eder. Bu anekdotu yazmazsam bu makale çok eksik kalır. Sabrınıza sığınıyorum. Kürtlerin kulaklarına küpe olması gereken bu anekdot, hikayenin kahramanlarından en az birisi şu anda yaşıyor (3 kişiydiler) 10 sene önce onlardan biriyle tanışmıştım. Yıl 1970 lerin ortasına tekabül ediyor. Naçizane ben de o zamanlar kanı kıpır-kıpır kaynayan 17-18 yaşlarında burnundan kıl aldırmayan devrimci bir sempatizandım. O dönemde moda olmuş, durmadan amipler gibi bölünen devrimci Kürt bir örgütün sempatizanıydım. Kürdistan'ı sol-sosyalist fikirlerle sömürücüleri devrimci şiddet ile yenerek kurtaracağımıza inanıyorduk. Herkes gibi bende buna yürekten inanmıştım. Ama mevcut durum, hayal dünyasında kulaklarımıza fısıldananlar ile reel hakikat arasında açıklamaya son derece elzem bir sürü soru vardı. İtiraf etmek gerekirse, bu soruları soracak ve sorgulayacak bilgi ve birikime sahip değildik. Neyse, yaşadıkları hikayelerini anlatan arkadaşa sözü bırakalım. "Dünya da bir trend olarak gelişip boyutlanan bu devrimci duruş, beraberinde 'enternasyonal dayanışma' yı da getirmişti. Dünyanın çeşitli bölgelerinde, çeşitli uluslara mensup devrimciler, Filistin halkının "Emperyalizme ve Siyonizm'e karşı" başlattıkları "devrimci" dayanışmayı da gündeme taşımıştı. Biz 3 arkadaş, geceleri yol alıp, gündüzleri kamufle bir yerlerde yatarak beklerdik. Suriye üzerinden Beka vadisine geçtik. Üçümüz de çok heyecanlıydık Teorik olarak inandıklarımız ilkeleri, burada pratiğe geçirecektik. Kamp, FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) kontrolünde olan bir kamp.
Bizi karşılayan sorumlu, nereli ve hangi milletten olduğumuzu sordu. 'Kürdüz' dediğimizde, bu sorumlu militanın yüz hatlarının birden ekşidiğini fark ettik. Bizleri, tuvaleti ve suyu olmayan köhne bir çadıra koydular. Birbirimizin yüzüne baktık. Sözüm ona 'devrimci dayanışma" ruhunda çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Bir kaç gün sonra İsrail ordusu, helikopter ve tanklarla kaldığımız yere operasyon düzenledi. Ölenler yanında biz üç Kürt 30-40 kişili gurup ile esir alındık. Ellerimiz arkadan kelepçeli ve gözlerimiz bağlıydı. Bizi götürdükleri yer muhtemelen yeraltında gizli bir sığınaktı. Bizleri sıraya koydular. Nerden geldiğimizi ve hangi milliyete tabi olduğumuzu sordular. Biz; 'Kürdüz' dedik. Bizleri dağıtarak, diğer iki Kürd arkadaşla bir odaya aldılar. Birer sandalyeye oturtulduktan sonra ellerimizi ve gözlerimizi açtılar. Üzerinde haritalar olan büyük bir masanın ortasında uzun boylu, kirli sakallı, askeri elbise içinde bir adam duruyordu. Rütbesini çözemedim. Başını sallayarak gözlerini üzerimizden gezdirdi. Eliyle kirli sakalını avuçladıktan sonra; "Yanî hûn Kurdın?" (Yani siz Kürtsünüz öylemi?) diye sorduğunda şaşırıp birbirimize bakmıştık. Devamla; "Ê, Derdêwe çîye?" (Söyleyin bakalım derdiniz nedir?) dediğinde üçümüzde bir süre susmuştuk. Adam tekrar sert bir üslupla aynı soruyu tekrarladı. Bizden 2-3 yaş büyük, bizden bilgili arkadaş Kürtçe; "Biz devrimciyiz. Enternasyonal dayanışma için Filistin halkının emperyalizme ve siyonizme karşı verdiği mücadeleyi desteklemeye geldik" dediğinde, adam masayı yumruklayarak ayağa fırladı. Bu kez Kürtçe sürdürdüğü sorularına akıcı bir Türkçe ile devam etti; "Yahu siz aptal mısınız? Yoksa geri zekalı mısınız? Umarım Kürtlerin çoğunluğu sizin gibi aptal değil. Millet olarak kendi halinize baksanıza. Bu toprakların kadim milletisiniz ama diliniz, kültürünüz ve Kürtlüğünüz yasaklanmış, karşı çıkanlarda katliamlarla yok edilmiş. Bu onursuzluğa nasıl tepkisiz kalıyorsunuz? Kendi onuru ayaklar altında ezilirken, başkaları için sınırları aşarak ölüme koşmak aptallığın daniskası değil midir? Şimdi karşımda durup "enternasyonal dayanışmadan", "devrimci dayanışmadan bahsediyorsunuz. Doktor değilim ama siz gerçekten psikiyatrik vakalarsınız. Şimdi bana mantıklı cevap verin. Kürtlerin ve Yahudilerin tarihleri boyunca, bir husumet bir savaş yaşamışlar mı?" diye sorduğunda bizler bir ağızdan "hayır" dedik. O tekrar; "Eee derdiniz nedir sizin?" dedikten sonra, "Bunu aptallığınıza vererek bu kez sizi affediyorum. Şimdi defolup gidin. Bir dahaki seferde karşılaşırsak sonuç farlı olacak" dedi. 57 li yaşları devirdik. İsrailli subayın o söyledikleri kulaklarımda hala yankılanıyor. Haklıydı. Bizler birer aptaldık."
Kurdıno êdî ne bese? Hunê heta kengê ev koletîyê bıkışînın? Dost û neyarêxwe êdî nasbıkın. Hevûdû bıgırın.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.