Gencettin Öner Son Makaleler

Toplumsal Hafıza, Org. Mustafa Muğlalı ve 33 Kurşun Olayı

(Bu katliamın üzerinden 81 yıl geçti. Bu süre içinde devlet yönetimine gelenlerden hiç biri, 28 Temmuz 1943 yılında 32 masum vatandaşın keyfi bir şekilde katliamcı bir general tarafından katledilen vatandaşların torunlarından bir baş sağlığı ve özür dilemiş değil. Aşağıdaki fotoğraf küçükken şahit olduğu olayın tanıklarından. Güncelliği nedeniyle kitabım "Sosyolojik ve Felsefi Aforizmalar-1-" Kitabımdan alınmış bir makale)
Toplumsal Hafıza, Org. Mustafa Muğlalı ve 33 Kurşun Olayı
Makaleyi Paylaş

Kuruluşu tekçilik ve inkârcılık üzerine inşa edilmiş Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihi, dilini, kültürünü ve etnik aidiyetini inkâr ettiği ulus ve halklara yaşattığı zulüm, mağduriyet ve katliamlarla doludur. Ceberut devlet, Türk olmayıp, Müslüman olan toplumsal kesimlerin ulusal ve demokratik hak talebinde bulunanlara karşı tarih boyunca sürdürdüğü uygulamalar, insanları insanlıklarından utandıran dram ve trajedilerle doludur. Bu trajik olaylardan biri de 1943 yılının temmuz ayının 28-30 unda Van’ın Qerqelî (Özalp) ilçesinin köylerinden rastgele toplatılan 33 yoksul Kürd köylüsünü sınırın sıfır noktasına getirilerek, elleri arkadan bağlı bir şekilde taranarak katledilmesi olayıdır. Sırf ibret olsun diye keyfi bir şekilde yapılan katliamın amacı, Kürtlerin gasp edilen ulusal haklarının kitlesel talebini kırmaya sahipsiz bırakmaya yönelik bir korkutma ve gözdağıydı. Adı geçen bu katliamda adı geçen kendi hallerinde bir yaşam sürdüren bu yoksul insanların başına getirilen mezalim, o zaman da şimdi de kimselerin umurunda olmamıştı. Elleri arkadan bağlanmış bu insanlar, bir ölüm yolculuğuna çıkarıldı. Türkiye-İran sınırının sıfır noktasına getirilen bu insanlar, bir çukurda yan yana dizdirilerek, 3. Ordu komutanı Org. Mustafa Muğlalı’nın emir ve talimatlarıyla taranarak 32 masum insan oracıkta katledildi. Aslında 33 kişiydiler. Bir kişi, tarama esnasında cesetlerin altında ölü numarası yaparak kurtulmuştu. Cesetlerin altında sağ kurtulan bu kişi, İran tarafına gerçek olayı çevresindeki insanlara anlatmıştı.

Bu infazın gerçekleşmesi, dönemin İran Şahlık rejiminin Türk makamlarına; “Türkiye tarafından geldikleri görgü tanıklarıyla teyit edilen çapulcu bir grup, vatandaşlarımıza ait küçükbaş hayvan sürüsünü önüne katıp Türkiye tarafına geçirmişlerdir” diye şikâyet üzerine başlamıştı. İran’ın bu ısrarlı iddiaları karşısında, Türk makamları tarafından yapılan soruşturma ve kovuşturmalardan somut bir sonuç elde edilemez. İran ve Türk yetkililer, sınırda yaygın olarak yapılan ve herkesin bildiği sınır ticareti, her iki devletin ekonomilerine zarar verdiği konusunda fikir birliğine varmışlardı. İran devletinin, bu şikâyetleri Türk tarafına iletmesi üzerine, Türk Genelkurmayı 3. Ordu komutanı Org. Mustafa Muğlalı’yı olayı soruşturmak için müfettiş olarak görevlendirir. Yukarıda anlatıldığı gibi soruşturmada somut bir sonuç elde edilemez. Bu duruma çok sinirlenen Org. Muğlalı, bir grup askeri mahiyetine alarak sınırın sıfır noktasındaki köylere rastgele baskın yaparak toplatılan 33 insan gözaltına alınır. Hudut tabur komutanlığına getirilen bu insanların akıbeti tartışma konusu olur. Org. Muğlalı, “Masum olsalar da ibret alınması için bu diğerlerine ders olsun” dedikten sonra, tabur komutanına; “icaplarına bakılsın” emrini verdikten sonra oradan ayrılır. İki muvazzaf subay eşliğinde bu kişiler o çukurda taranarak katledilir.

Rastgele seçilmiş bu suçsuz ve masum insanların katli, bölgede büyük tepki ve infiale yol açar. Bu olay hem adli makamlara ve hem de meclise taşınarak katliamcıların bulunup cezalandırılması istenir. Bundan sonrası komedilerden komedi beğenin. Tek adam diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bir ülkenin meclisinde, tamamı diktatör liderin listelere yerleştirip atadığı milletvekillerinden oluşan bir meclisten hak, hukuk ve adalet beklenir mi? Verilen önergeler haliyle reddedilerek dosya kapatılır. Bu durum CHP'nin tek parti diktatörlüğünün son demlerine denk gelen bir katliam olur. 1950 seçimlerinde, iktidara gelen DP’nin bölge milletvekilleri bu trajik olayın peşini bırakmazlar. Katliam dosyası yeniden açılır. Katliamın birinci derecedeki sorumlusu şüphesiz ki 3. Ordu komutanı Org. Mustafa Muğlalı’dır. Yargılamalar başlar. Yargılanma sırasında sanık General Muğlalı’ya önce idam, yaşından dolayı -ki o zaman 68 yaşındadır- cezasından indirime gidilerek 20 yıla indirilir. Dosya askeri Yargıtay’a gider. Askeri Yargıtay verilmiş bu kararı temelden bozar.

Kuruluşundan beri bu cumhuriyeti hukuk ve adalet karineleri ile değil, diktatör liderin iki dudakları arasında çıkan emirlerle yönetildiğini herkes bilir. Komediye dönüşen sözde seçimlerde Çankaya sofrasında kendilerine yer bulmuş yalakalardan oluşan kesimlerin milletvekili olarak atanmasıyla bir seçim daha atlatılırdı. Seçime girecek olan parti bir tane (CHP) milletvekili olarak seçilecekler de Çankaya sofralarının müdavimi yalakalar. 1950 yılına kadar yapılan tüm seçimler açık oy, gizli tasnif ile yapılırdı.1950 yılında ilk kez gizli oy, açık tasnif ile seçim yapıldı (Avrupa ülkelerinin yoğun baskıları sonucu) CHP’den ayrılan az bir kısmı liberal ve muhafazakâr Türklerin başını çektiği bu yeni partiyi (DP) Kürtlerin ve diğer mağdurların oylarıyla ezici bir çoğunlukla iktidar oldu. Tek adam ve tek parti diktatörlüğünün zalimliğine sandıkta çok güzel bir şamar indirerek CHP’yi ilelebet iktidardan indirtmişti. 33 vatandaşın katli ile ilgili mahkeme süreci devam ederken, 1951 yılında Org. Muğlalı cezaevinde üzüntü ve kahırdan ölür (Çünkü bu adamlar kendilerini bu ülkenin mutlak ve tek sahibi olarak görüyorlardı)

Tek parti ve tek adam diktatörlüğünün hüküm sürdüğü dönemin Türkiye'sinde işte bu tür manzaraları yaşamak, rutin hayatın bir parçasıydı. Kürtlere ve diğer azınlık halklara zerre kadar insani değer vermeyen bu rejim, Türklerinde inanç, değer ve onurlarıyla oynayarak onları kendilerinin istedikleri bir kalıba sokmaya çalışmışlardı. “Ebedi şef” Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 yılında ölmesi üzerine, yerine diktatörlük makamına “Milli şef” lakaplı İsmet İnönü kurulur. Bu katliamın kamuoyu tarafından duyulmasından sonra, suçsuz ve masum insanlara yapılan bu insanlık dışı infazlar, kamuoyuna yansıyınca çok büyük tepki çeker. Otoriter ceberut rejim, gerçekleri sulandırılıp çarpıtarak, kamuoyuna şöyle bir açıklamada bulunur: “Türkiye-İran sınırında bir grup kaçakçı eşkıya, askerlerimizin “dur” ihtarına uymayarak çatışmaya girmiş, 33 eşkıya silahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirilmiştir” denilmişti. Bu ölüm olayının bir çatışma sonucu değil, köylerinden toplanarak toplu olarak katledilen köylüler olduğu gerçeğini bir çırpıda inkâr edilmişti. Tek parti ve tek adam diktatörlüğünün tabiatı böyle bir şeydir. Çünkü şikâyet edilen kişi, kendini ülkenin tartışmasız sahibi olarak gören bir orgeneral. Şikâyet edenler ise 3-5 kıçı yamalı Kürt köylüsü.

1950 yılında, 1945’te 2. Dünya savaşının sona ermesiyle bu savaşın bilançosu, yaklaşık 50 milyon insanın ölümüne sebep olmuştu. Otoriter ve totaliter rejimlerin (Nazizim, Faşizm ve totaliter komünizm) insanlığın başına açmış oldukları o korkunç felaketlerin bir daha yaşanmaması için, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu potansiyel otoriter devletlere siyasi ve diplomatik baskılar yapılarak, tek parti ve tek adam diktatörlüğünden vazgeçilmesini, çok partili demokratik parlamenter sisteme geçilmesini dayatmışlardı. Türkiye’nin o dönemdeki diktatörü İsmet İnönü idi. İnönü bu dayatmalara fazla dayanamaz. Haliyle tek parti ve tek adam diktatörlüğünden kerhen de olsa vazgeçmek zorunda kalır. Kemalistlerin hep aldatma ve yalanlarla yaptıkları açıklamayı yapmış; “Halkımız bunu hak ediyor, gözümüz aydın demokrasiye geçiyoruz. Vatanımıza milletimize hayırlı olsun” Halbuki bu açıklama hiçte doğru değil. 1950 yılında ilk kez, çok partili ve çok adaylı bir seçim yapılır. Yapılan bu seçimde CHP’den ayrılanların kurduğu DP (Demokrat Parti) ezici çoğunlukla iktidara gelir.

Büyük şair Ahmed Arif, bu insanlık dramını dizelerine şöyle taşımıştı: Kirvem hallarımı aynı böyle yaz/ Rivayet sanılır belki Vurulmuşum/ Düşüm, gecelerden kara/ Bir hayra yoranım çıkmaz/ Canım alırlar ecelsiz/Sığdıramam kitaplara/ Şifre buyurmuş bir paşa/ Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız. / Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz/Rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ Domdom kurşunu/ Paramparça ağzımdaki...

O dönem, hatta şimdi bile, demokrat ve solcu geçinen, oysa insanlıktan ve vicdandan nasiplenmemiş Türk ulusalcı solcuları bu türden katliamları hala savunuyorlar. Katliam emrini veren generalin cezaevine düşürülmesi ve kahrından ölmesine ağıtlar yakıyorlar. Üstelik bu katil General’in heykeli Genelkurmayın bahçesinde ve Muğla’nın en işlek meydanında duruyor. Laf lafı açtığında Sosyal demokratlıktan ve sosyalistlikten dem vurmaktan geri kalmayan bu şoven ve ırkçı kesim; “Vatansever bir generali, üç-beş baldırı çıplak (siz bunu Kürd olarak okuyun) kaçakçı ve eşkıya bozuntusuna kurban edilir mi?” demeye devam ediyorlar. Bu masum 32 insanın katledilmesi bazılarını fazla tatmin etmemiş olacak ki, adı geçen katil generalin adını 2004 yılında Özalp’taki Askeri kışlaya verdiler; “Org. Mustafa Muğlalı Kışlası” Dünyanın herhangi bir ülkesinde, kabile devletlerinde bile, suçsuz ve masum vatandaşlarını katletmiş bir generalin adını, katlettiği insanların torunlarının yaşadığı ilçeye verilebilir mi? Şayet katledilen bu insanlar Türk olsaydı, onların torunlarının yaşadığı bir kışlaya bu katliamcının adı verilir miydi?

Katledilen insanların yakınları ve akrabaları bu ilçede yaşıyor olmalarına rağmen, o ilçedeki kışlaya 60 yıl önce masum 32 insanını katleden bir generalin adını vermek nasıl bir mantıktır? Katliamcılar işte böylesine küstah ve kendilerine eminler. Peki böylesi bir cüret ne için? "60 yıl önce Muğlalı paşamız sizin dedelerinizi öldürmüştü. Kışlanın önünden her geçtiğinde dedelerinizin bu akıbetini hatırlayacaksınız. Bu büyük devlete itaat edin" demeye getiriyorlar. Hafızası zayıf olan toplum bu olup bitenlerden bihaber. Böylesine vurdumduymaz ve devletin her yaptıklarına onay verip kendi devletlerinin toplumun farklı kesimlerine yapmış olduğu mezalim ve haksızlıkları görmezden ve duymazdan gelen, hatta bu tür olaylarda devletten yana tavır alanlardan vicdan ve erdemlilik beklenebilir mi? Kimse de çıkıp “Yahu bu nasıl bir aymazlık ve küstahlıktır. Bu katil generalin İsmi, katlettiği insanların akraba ve yakınlarının yaşadıkları ilçedeki bir kışlaya nasıl verirsiniz?” demiyor, diyemiyorlar. Bu davranış, normal bir akıl ve havsalanın kabul edebileceği bir durum değildir. Bunun adı katıksız bir nobranlık ve ırkçılıktır. Irkçılık ise bu ülkede genetik bir hastalıktır. Bu hastalığın tohumu, İttihat ve Terakki döneminde atılmış, Cumhuriyet dönemiyle serpilip genişleyerek tüm toplumu sarıp sarmalamıştır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale toplam: 2407 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:22:49:58

Son Makaleler

Aklın ve Ferasetin Durduğu An Sıradan Kötülük, Bağnaz Bir Dinsel Veya İdeolojik Vicdansızlıkla Birleşince Ortaya Çıkan Manzaralar 'Derin Dewlet Nedır Abê?' Komedilerden Komedi Beğenin Çend Dimên Li Ser Jîyana Rewşenbir, Lêkolinvan û Entelektuelê Kurd Dr. Tarıq Ziya Ekinci Ezber Bozan Bir Yazı Riyakarlık, Yalan, Aldatma ve İnanç Adına Yaşatılan Barbarlık Diyarından Seçmeler İki Fotoğrafın Düşündürdükleri Diamond Tema, İnanç-İnançsızlık ve Agnostizm Demokrasi ve Özgürlüklerin Kağıt Üzerinde Kaldığı Ülke ve Toplumlarda Aforizmal Bir Bakış Bir Ulusa ve Onun Değerlerine Dayatılan Onursuzluk Selahattin Demirtaş ve Seher’in Dramı İnsanlık Değerlerinin Yerle Bir Edildiği, İnsanlık Erdeminin Çöktüğü Nokta; Soykırımlar 2024 Seçiminin Patolojik Siyasal Anatomisi Üzerine Bir Kaç Söz? Kürt Siyasetçilerin Aymazlıklarına Kim Dur Diyecek? Mertliğin, Onurun ve Yiğitliğin Timsali; Yılmaz Güney Toplumlara 'Hakikat' Diye Dayatılan Sosyal Psikoz ve Sosyal Halüsinasyon Handikaplarından Kurtulmaları Mümkün Olabilir mi? Sekülerlik, Laiklik, Komünizm ve Sosyal Darwinizm Üzerine Felsefi Bir Analiz; Kürtler Bu Kavramları Nasıl Algılıyor? (2) 3 Olgu, 3 Sonuç ve Toplumun Çok Hazin Aymazlığı Sekülerlik, Laiklik, Komünizm Üzerine Felsefi Bir Analiz; Kürtler Bu Süreçte Ne Yapmalı (1) Tarihten Hiç Ders Çıkaramama Sarı Hoca(İsmail Beşikci) Hakkında Birkaç Hayat Anekdotu Aptallığın Resmi Var Mıdır Acaba? Yalanlarla Zihinlere Kazınmış Ezberlerin Bozulması ve Hakikat 'Xwedê Mırov Kor Neke, Kor Bikejî Kerr Neke' Sosyal Psikoz ve Hakikat 'Cumhuriyet' Nedir? Ne Değildir? 'İlericilik', 'Gericilik', 'Faşizm' ve 'Demokrasi' Kavramları Üzerinde Felsefi Bir Beyin Fırtınası Sivil Katliamları İdeoloji ve Din Kisvesi Altında Savunan Barbarlık 'Göz Bebeği' 'Göz Ağrısı' 'Göz Dikeni' Katliam, yağma, fetih ve işgalleri kutsama, bu kötülüklerin mağdurlarının torunlarının aymazlıkları üzerine Bayramlar; Kimilerine Sevinç ve Mutluluk Vesilesi Olurken, Kimilerine Neden Hüzün ve Yok Sayılma Vesilesi Oluyor? Tabuları Yıkmak Değerli Hukukçu, Hakperest İnsan, Hacı Akyol’un Anısına Saygıyla Toplumsal Hafıza, Mustafa Muğlalı ve 33 Kurşun olayı Sivas Katliamı Üzerine Tekrarlı Bir Hatırlatma Hakikat ve Vicdanla Bağdaşmayan Rutinleşmiş bir İnanç Ezberi; Kurban İnsanlığın Erdemli Olma Yolundaki Uzun Yürüyüşü; Evim mi? Devrim mi? İki Yüzlülük, Riyakarlık ve Yalanlarla Nereye Kadar? 2023 Seçim Sonuçları Üzerine Birkaç Söz… Kaybedenler ve Kazananlar; Neden? Nasıl? Niçin? Yüz Yıldır Kürtlere Dayatılan 'Kırk Katır mı? Kırk Satır mı? ' Anlayışına Ne Zaman Dur Denilecek? Faşist Nobranlıkla Nereye Kadar? Bir Seçimin Sosyolojik ve Siyasal Anatomisi 'Denizler'in Yolu' ve Gerçekler Dersim Katliamı Olguları, Kavramları Çarpıtma Ve Türk Toplum Algısında Karşılık Bulmuş Politik-Şoven Psikoz 23 Nisanı Bayram Havasında Kutlayan Türkler, 24 Nisan Trajedisini de Unutmamalılar Toplumu İnanç Ve Bayrak Dayatmasıyla Terbiye Etmeye Çalışılan Oyunlar Ve Erdemlilik Tarihte yaşananlardan ders çıkaramama ve son hazin siyasi aymazlık Kılıçdaroğlu'nun 'Halil İbrahim Sofrası' Temennisi ve Gerçekler Spor centilmenliği, seri katilleri kutsama ve faşistleşen toplum Coğrafyamızda meydana gelen deprem felaketi üzerine birkaç söz Riyakarlık, makyaj ve yalanlarla nereye kadar? Etnik nefretin aramızdan aldığı güzel insan; Hrant Dink 'Öteki'ye Olan Düşmanlık ve Nefret, Empati ve Erdemliliğe Dönüşebilir mi? 100. Yılına girecek olan otoriter ve tekçi rejimin kalıcı otokrat bir rejime evrilmesine karşı mağdurlar ne yapmalı? 'Kimseye Verilecek Bir Çakıl Taşımız Yoktur' Veya ‘Ya Sev Ya Terket!' Metaforu Üzerine Birkaç Söz Nasıl Bir Anayasa? Sedama bındestîya Kurda azlû bu! Neo-Osmanlıcılık ile Neo-İttihatçılığın 100 yıllık ezeli düşmanlıktan, iktidar ittifakına geçmeleri ve 10 kasım üzerine birkaç söz Cumhuriyet mi, Demokrasi mi? 2023 Seçimlerinde 'vatandaş bekası' için kime ve neye göre oy verilmeli?