Bu makalenin başlığında tırnak içine alınan kavramları gören okuyucular, makaleyi sıkıcı bulup okumaktan vazgeçebilirler. Gündemi işgal eden olguların ve olayların gerçekte tam olarak neyi ifade ettiğini anlayabilmek için yazıyı sonuna kadar okumakta fayda var. Her zaman olduğu gibi toplumlar ve insanlar çok büyük bir dezenformasyon ve kakofoni tehdidi altında bunamış durumda. Gerçekleri gizlemekte çıkarları olanlar, kendi rakip ve düşmanlarını suçlamak için bu kavramları çarpıtarak zihinleri bulandırmaya devam ediyorlar. Kendi kötü amaçlarına ulaşmak için, mağdur bir toplumun haklarını savunma bahanesiyle, yaptıkları her eylem masum insanlara zarar veren; acı, gözyaşı ve terörden başka bir şey getirmeyen yapı ve örgütler -ki bunların içinde epeyce devletlerde vardır- amaçlarına akıtılan kan üzerinden ulaşmaya çalışıyorlar. Ortadoğu'nun Kanayan yarası Filistin de köktendinci HAMAS, bir etkinlik için toplanmış İsrailli sivillere "Filistin'in özgürlüğü" adına giriştiği katliamda binin üzerinde masum insanın öldürüldü. Bu katliam sonrası, İsrail buna karşı misilleme yaparak bu kez çoğu Filistinli sivillerin hayatını kaybettiği ikinci bir trajedi yaşandı. Bu katliamlar, tarihe insanlık hanesine yüz kızartıcı bir suç olarak geçecektir. Savaşların kural tanımaz çirkin yüzü de böylelikle bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Filistin'de bir hastanenin bombalanması sonucu bine yakın insan hayatını kaybetti. Filistin adına açıklama yapan örgütler, bu katliamı İsrail'in yaptığını, İsrail yöneticileri ise, İslami Cihat örgütünün İsrail'e fırlattıkları füzelerden birinin hastaneye düştüğünü iddia ediyorlar. Filistin adına yapılan her eylemi kayıtsız şartsız destekleyen Müslüman devletler yanında onlardan daha canhıraş ve gözü kapalı destek veren çağın gerisinde kalmış totaliter solcular ve demokrat dünyanın bir kesimi bu katliamı sorgusuz-sualsiz İsrail'e mal ettiler. Böylesine bağnazca bir önyargı da bulunmak ahlaken doğru mu? İsrail'in açıklamalarına "acaba" diyerek neden iki tarafın iddia araştırılmıyor? İsrail böylesi bir saldırıyı yapmış olabilir mi? Evet olabilir. Ya diğer taraf? Bizce bu da mümkündür.
İsrail-Filistin sorunu çok boyutlu, taraflar ile karşıt ve destekçileri olanların yaklaşımı vicdani, ahlaki ve insani saiklerle değil, tamamen ideoloji ve din eksenli yaklaşımlardır. Kavramlar üzerinde oynanarak, haklı ve haksızın çokça tersyüz edildiği durumlara çokça şahit oluyoruz. Mağdurluk ve mazlumluğun arkasına sığınıp "karşı taraf" tan gözünü kırpmadan suçsuz ve masum insanları katledenlerin ellerine imkân ve güç geçtiğinde, nasıl zıtlarına dönüştüklerini çokça gördük. Ellerine fırsat geçtiğinde, hiç tereddüt etmeden kendileri gibi mazlum halk ve topluluklara neler çektirdiklerini, zalimliğe terfi etmeyi çokça arzuladıklarını hayatın içinde bunları da gördük.1988 yılında Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in kuranda bir sure adı olan "Enfal" (Arapça ganimet demek) soykırımında, yüz binin üzerinde Kürt ve Şii Arapları katledip, kadınlarına sistematik tecavüz edenlerin başında mağdur olup ülkelerini terk eden Filistinli militanların olduğunu, Saddam'ın ordusunun ön saflarında savunmasız ve güçsüz insanları öldürerek, Enfal de kendilerine hak gördükleri ganimet peşinde nasıl koştuklarına şahit olduk. FKÖ'nun lideri ve sonradan Filistin devlet başkanı olan Yaser Arafat, Saddam Hüseyin'i tebrik etmekten imtina etmemişti. Oysa bir mazlum, dünyanın hangi tarafında olursa olsun, diğer mazlumlarla empati kurup haklarını savunması gerekirdi. Objektif olarak İsrail-Filistin sorununun 75 yıla yakın bir zamanda neden çözüme kavuşmadığının sorusuna verilen cevap, ayrı bir yazının konusudur. Şimdi gündemimize geri dönelim.
İLERİCİLİK-GERİCİLİK: Bu iki kavram, sol literatürün adeta elif-ba' sıdır dersek abartı olmaz. Klasik solcular ve komünistler, bu kavramların gerçek içeriğiyle ilgili çok ciddi bir şekilde yanıldılar ve çuvalladılar. Çuvallamaya da devam ediyorlar. Onlara göre ilericilik; modern giyinen, alkollü davetlere katılan, anlamasa da opera, tiyatro ve sinemaya dostlar alış-verişte görsün misali gidenler ilericidir. (Kriter seküler yaşam tarzı ve modernlik ise bu konuda kimse Hitler'in eline su dökemez. Yani en büyük ilerici Hitler olur) Gericiliği de geleneksel giysiler giyen, başını örten kadın, toplumun çoğunluğunun inandığı dinsel referanslara göre hayatlarını idame ettirenler de onlara göre gerici oluyorlar. Onun için, kuruluşu inkarcılık ve tekçilik üzerinde şekillenmiş bu Cumhuriyetin, İngiliz ve Fransızlara verilen gizli anlaşma gereği ümmetçi bir anlayıştan gelen birey ve uluslaşamamış halkını, yabancısı oldukları bir yaşam tarzına zorlamayı müthiş ilericilik olarak görüyorlar.
Bu tekçi ve ceberut devletten önce kurulan TKP, kurucu liderini ve merkez komite üyelerinin tamamını Karadeniz'de boğdurtan, kurmaya çalışılan ultra ırkçı ve faşist devlet yapılanmasını kabul etmeyen, buna karşı çıkan on binlerce Kürt ve Alevi insanı katletme emrini vermiş bir rejime "ilerici" ve "reformcu" payesi biçen, yapılan katliama övgüyle söz eden TKP, yakın tarihte kadın, çocuk ayırımı yapmadan, kimyasal silahlarla insanları mağaralara doldurmak zehirli gazlarla katleden rejimi bakın nasıl tarif ediyorlar: “…İlerici ve reformcu Kemalist yönetim, Dersim’in feodal-gerici Kürt aşiretlerinin ayaklanması sırasında yaşanan olaylar.” dünyaya ilan etmişlerdi. Oysa ilericilik, salt giyim-kuşam ve yaşam tarzıyla değil, insanlığın özgür, barış içinde erdemli bir yaşamı başkalarının kültürlerine dillerine ve hayat tarzlarına dokunmadan birlikte yaşamı kurmaya çalışanlar ilerici ve reformcu olurlar. Peki Kemalist rejimin kurduğu bu devlet, özgürlükçü ve reformcu olması mümkün mü? Kesinlikle hayır. Farklılıklara karşı hiçbir tolerans ve empati göstermeyen, herkesi tek tip düşünmeye zorlayan, buna karşı çıkanları kamu hizmetlerinden mahrum bırakmak ve cezai müeyyideler uygulayan bir rejim, demokrasi ve özgürlüğün zerresi olabilir mi? Dolayısıyla bu konularda Osmanlıdan çok daha geriydi. Anadolu'nun binlerce yıllık kadim milletlerinin varlığını bir çırpıda inkâr edip yok sayan, bu hakkı talep edenleri her alanda devlet şiddeti ve terörüyle onları yüz yüze getiren, siyasal alanda tek adam ve tek parti diktatörlüğünü kurumsallaştıran, Anadolu'nun çoklu inancını da tekleştiren (Sünni-Müslüman) bir rejim ilerici ve reformcu olabilir mi?
FAŞİZM VE DEMOKRASİ: Faşizmin tanımı, farklılık ve çeşitlilik gösterir. Üzerinde uzlaşılan sabit üç temel tanımlama var. Otoriterlik, aşırı milliyetçilik ve devletin kutsanması. En somut tanımlama; "otoriter devlet üzerine kurulu, radikal aşırı milliyetçi politik bir ideolojidir." diye tanımlanır. Faşizmin bu evrensel tanımı, Ortadoğu Müslüman toplumlarda ve Türkiye'de gerçek anlamda sınıfsal karakterinin hep dışında tanımlandı. Kafaları karışık ve Kemalizm afyonu ile zehirlendikleri için "faşizm" tanımı içine ilgisiz kesimleri koydular. Türkiye de "sol" olarak ortaya çıkanların evrensel sol ile uzaktan yakından sol ile alakalarının olmadığını tespit eden akademisyen ve bilim insanı İdris Küçükömer oldu. Küçükömer; "Türkiye'de sağ ve sol kavramlarının ters oturduğunu, mesela CHP sol parti olarak biliniyor. Oysa CHP sağ bir partidir" Kemalist İdeolojiyi en somut analiz eden İbrahim Kaypakkaya dır. "Kemalizm, Türk tipi faşizmdir" Yine değerli şair ve yazar Murathan Mungan; "Türkiye'de sol ve sağ aynı kumaştan dokunmuş. Birisinin döğmeleri soldan ilikleniyor, diğerinin sağdan ilikleniyor. Söylemleri farklı olsa da ideolojik gıdaları aynı. Çünkü sisteme muhaliflikleri şakacıktan. Yani sistemden besleniyorlar" Türk solu faşizmi hep yanlış yerde aradı. Sağ partilere oy veren eğitim düzeyi düşük, yoksul, dini hassasiyetleri olan insanlara "faşist" denildi. Oysa faşizm son derece modern, seküler yaşam tarzını benimsemiş, devletin mutlak otoriterliğini savunan bir ideolojidir. Faşizmin Türkiye'deki doğru adresi, Prototip örnek açısından Çankaya ve İzmir'dir. Eğitimli, devlet deneyimi olan, iyi kalifiyede meslek sahibi, ülkedeki farklılıklara düşman, kendi vatandaşına tepeden bakan "Beyaz Türk" diye tabir edilen kesimdir. Bu sınıfsal karakterlere sahip kesimlerin yüzde 60-70 i CHP ye, yüzde 30 luk kesimi de diğer ırkçı ve milliyetçi partilere oy verirler.
Demokrasiye gelince. Demokrasinin çoğulculuk olduğunu herkes bilir. Çoğunluğun fikirlerine ve yönetim projelerine katılmazsanız da, çoğunluğun yönetimine saygı duymayı gerektirir. Demokrasi, çoğunluğun yönetimi olmasına rağmen, çoğunluğun her istediğini yapması demek değildir. Temel insan hakları, yaşam tarzı ile inanç ve inançsızlık üzerinde baskı ve zorlama gerçek demokrasilerde yoktur. Dinci Fundamentalizmde, totaliter sol komünizm ile Faşizm de demokrasinin kırıntısı bile yoktur. Biri Allah adına, diğer ikisi ideoloji adına gerçeğin kendilerinde olduğuna inandırılmışlardır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.