Psikoz, psikiyatri uygulamalarında kişilere konulan bir hastalık teşhisidir. Anlamı; "Kişinin normal olmayan fikirlere, düşüncelere, algılara kapılarak, gerçeklikten uzaklaşması ve kopması durumudur." diye tanımlanır. Bu tanıma toplumların önemli bir kesimi dahil olduğunda bu hastalığın adı "sosyal psikoz" olur. Olaylara ve olgulara akıl, vicdan ve mantıksal yaklaşımlardan uzaklaşan toplumlar, sosyal psikozun esiri olurlar. İçinde yaşadığımız toplumun çok büyük bir kesimi bu durumu yaşıyor. Tek adam ve otoriter rejimlerde, iktidarı ellerinde tutan diktatör ve otokrat muktedirler, toplumun zihnine dikte ettikleri irrasyonel duruş ve davranışları "yegane hakikat" diye yutturmaya çalışır. Çünkü bu yalanları yutmaya hazır epeyce insan var. Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıyla, bu toprakların üzerinde binlerce yıl medeniyetler kurmuş çok kültürlü toplumların duygularına, inanç ve kültürlerine aykırı bir şekilde tekçi, inkarcı ve irrasyonel bir devlet kuruldu.
İnsanlığın, erdemlilik ve uygarlık adına yola çıktığı, uğruna milyonlarca can verildiği bu çetrefilli ve eziyetli süreçte, hayatın pratik tecrübelerle öğrettiği iyilik kavramları tersyüz edilerek, toplumu itaat ve biat eden bir yola zorladı. Hayat arenasında, toplumsal bir talebin karşılığı olarak ortaya çıkmış solculuk, sağcılık, dindarlık, dinsizlik, demokrasi ve özgürlüklerin içselleştirilemediği toplumlar -ki bunun prototip örneği Türkiye'dir- sınıfsal ve ideolojik kimlik duruşlarını sahte maskeler giyerek gizlediler. Bu türden toplumlarda boy veren solcuları da dindarları da sahte. Oysa evrensel sol anlayış, mağdurların, ezilmişlerin, sömürülenlerin, temel hakları gasp edilmiş ulus ve halkların hak mücadelelerinde onların yanında durmak, ayrım gözetmeksizin bu zulümlere karşı çıkmakla tescillenir. Bu desteği sunarken gerçek sol bu desteği minnet gibi algılamaz bunu ahlaki ve vicdani bir görev olarak bilir. Bu görevi ifa ederken, "ama" "fakat" "lakin" demez. Hep altını çizdiğimiz gibi, Türkiye de kurumsal sol, hiçbir zaman bu çizgide olmadı. halkına hep tepeden baktı. Hep üst telden çaldılar. Ezilenlerin, dipte olanların duygularını anlama ihtiyacı onların umurunda olmadı. Tekçi ve otoriter rejimin, yok saydığı, haklarını gasp ettiği kesimlerin yani Kürtlerin, Ermenilerin ve diğer Gayrimüslimlerin haklarını savunmak şöyle dursun, bu hakkı talep ettikleri için kadın, çocuk demeden katliamlardan geçirmiş olan rejimi "ilerici" ve "reformcu" mağdurları da "feodal" ve "gerici" diye nitelediler.
TKP (Türkiye Komünist Partisi) Dersim katliamı konusunda Kominterne (III. Komünist Enternasyonal) sunduğu rapora bir göz atalım. TKP, bu korkunç katliama; "“…İlerici ve reformcu Kemalist yönetim ile Dersim’in feodal-gerici Kürt aşiretlerinin ayaklanması sırasında yaşanan olaylar.” diye bahsediyor. Nasıl bir solculuk ve komünistlik ama? "ilerici" ve "reformcu" dediği rejim, bu toprakların otokton ve kadim milletlerin varlığını yok sayarak yasaklamış, inkârcı ve etnik milliyetçi bir paradigmayı toplumun geneline zorla dayatmıştır. Bu rejim, kendi partilerinin kurucu liderini ve merkez komite üyelerinin tamamını, Karadeniz'de kurmuş oldukları tetikçi örgütü olan teşkilat-ı mahsusa ajanları tarafından boğdurulmuş, Mustafa Suphi'nin Rus kökenli eşinin acılarla dolu trajik serüveni vicdanları sızlatmıştı. Bu genç kadın, yıllarca seks kölesi olarak kullanıldı. Taze ve güncel olan bir konu daha gündeme düştü. Biraz da bunun üzerinde duralım. Kürtlerin oylarıyla seçilerek meclise giren TİP'li Sera Kadıoğlu, eğitim bakanlığı bütçesi görüşülürken, sözde muhaliflik kisvesi adı altında, dilinin altındaki baklayı çıkararak İktidarın "andımız" ı kaldırmasını eleştiriyor. Hanımefendi, şakacıktan muhalif olduğu iktidara çatıyor gibi gözükerek bilinçaltında saklı tuttuğu şoven duygularını böylece dışa vuruyor. Dünyanın en ırkçı ve en faşist andı olan "andımız" ın geri gelmesini savunmak, ırkçılığın da faşistliğin de ötesinde bir şeydir.
Varlığı, dili, kültürü inkar edilmiş, bu inkar anayasa ve yasalarda kayıt altına alınmış, Türk olmayan topluluk ve ulusların çocuklarına her gün "Türküm, doğruyum...varlığım Türk varlığına armağan olsun" diye bağırtılmasını desteklemek, ırkçılığın alası değil midir? Ben bir Kürt olarak, kurulan ve kurulacak bir Kürdistan devletinde çocuklarıma ve torunlarıma her gün "Varlığım Kürt varlığına armağan olsun" diye bağırtılmasını hiç istemem. Şiddetle de karşı çıkarım. Böyle bir uygulama son derece faşist bir anlayıştır. Türk solunun bütün yelpazeleri, dünyanın en mazlum ve en mağdur milleti olan Kürtlerin devlet kurmak dahil, geleceklerini kendilerinin belirlemesi hakkına hep iki yüzlü ve çifte standartlı yaklaşmışlar göstermişlerdir. Şu an gündemde olan Filistin-İsrail sorununda, canhıraş 23. Arap-Filistin ulus devletini desteklerken. Kürtlere "Ulus devlet gericiliktir" diyorlar. Güler misin ağlar mısın? Peki bu cesareti nerden alıyorlar? Kürtlerin bu mazlumiyetini ve mağduriyetlerini kullanarak yıllarca "kurtuluş" yalanıyla Kürtleri boşa kürek çekmeye zorlayan PKK sayesinde oldu.
Bunların dindarları da sahte. Yoksul ve cahil halkı din ve milliyetçilik afyonu ile uyutarak, bu dünyada bir şeyleri olmayan, dünya nimetlerinden mahrum kalmış insanların algısına; "Bu fani dünyada bir şeye sahip olamadım, bari cihada katılıp şehit olayım ki öbür dünyada Allah'ın verdiği cariye ve nimetlere kavuşayım" diye gençleri kullanıyorlar. Ama kutsadıkları o "şehitlik şerbeti" ni kendi çocuklarına ve yakınlarına her nedense yakıştırmıyorlar. Böylesine de vicdansız ve ahlaksızdırlar. İnsanlıktan, vicdan ve merhametten nasibini almamış, silahsız sivil çocuk, kadın demeden sırf Yahudi diye insanları gözlerini kırpmadan öldüren vahşi teröristleri kınamayan, tersine "oh olsun" diyerek alkışlayan bir dindarlık olabilir mi? Oysa İslam içtihatlarında, kuran süre ve ayetlerinde, Allah'ın Yakup (İsrail) oğullarına "vaadedilmiş toprakları" verdiğini kabul eder. Ayrıca Musa'yı peygamber, Tevrat'ı da kutsal kitap olarak kabul ediyorlar. Peygamber olarak Musa'nın İstisna olarak Allah ile birebir konuşan tek peygamber olduğunu yine Müslümanlar kabul ediyor. Siz Allah ile birebir konuşacak kadar yakın olan Musa'ya ve Tevrat'a inanmıyor musunuz?
Evet Ortadoğu'da bu günlerde sayıları on binin üzerine çıkmış çoğunluğu sivil, kadın ve çocuk masum Yahudi ve Müslüman Araplar katledildi. Türk ve bazı Müslüman ülkelerde devlet kaynaklı kirli dezenformasyon ve yalan haberler diz boyu sürüyor. Devlet kurumlarından, siyasi partilere, gazetecilerden, sözde sivil toplum örgütlerine kadar, herkes İsrail'i suçluyor. Aklı başında ve vicdanlı hiç kimse çıkıp, acımasız ve vahşi bir terör örgütü olan Hamas'ın sivillere yönelik katliamlarını "Filistin'in hakları adına, İsrailli masum sivilleri katletmek günahların en büyüğüdür. Şiddet ve terör hiç bir şekilde hak arama gerekçesi olamaz" diyemiyor. İsrail, gerçekten aklı başında ve sorumlu bir muhatap arıyor ama bulamıyor.
Terör ve şiddet yöntemleriyle beslenen Filistinli örgütler ve onların finansörleri, bu küçük toprak parçasında Yahudi ve Filistinli Arapların barış içinde bir arada yaşamasını istemiyorlar. Filistin'in sorunu da ulusal bir sorun olmaktan çıkmıştır. Filistin zaten yarı devlet. İsrail de iki resmi dil var. İbranice ve Arapça, Filistinli Arapların parlamentoları, hükümetleri ve devlet başkanları var. Filistinli örgütler, İktidar ve rant için birbirlerinin kuyusunu kazıyorlar. İsrail orayı bıraksa, laikler ve dinci Filistinliler birbirlerini kırıp geçer. Buna rağmen, Filistinliler bağımsız bir devlet isterlerse bu da onların en doğal hakkıdır. İsraillilerin buna itirazları da yok. Sorun katliam ve barbarlığı benimsemiş Filistinli örgütlerde. Bunlar, İsrail ile hiç bir şekilde ve hiç bir zaman anlaşma yapamayız diyorlar. "Yahudileri bu topraklardan çıkarıncaya kadar savaşımız devam edecektir. İsrail'i yerle bir edeceğiz" Filistinli örgütler İsrail ile anlaşmadan bunu anlıyorlar. Bir kıyaslama yaparsak. Türkiye devletinin çıkıp Kürtlere; "Size çok haksızlık yaptık. Kürtlüğünüz inkar edildi. Diliniz kültürünüz yasaklandı. Gelin bu konuda anlaşalım. Federatif ortak bir devlet mi? Bağımsız bir devlet mi istiyorsunuz?" dediklerinde, Kürt siyasal örgütlerinin, "Hayır buralar bizim. Sizin Orta Asya'ya gitmeniz gerekir" demekle eş anlamlıdır. İsrail, kendi varlığını ve halkını korumak zorundadır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.