Kuruluşu yüzyıla yaklaşan bu devletin tarihi, ulusal ve demokratik hak talebinde bulunan kesimlere yönelik katliamlarla, dram ve trajedilerle doludur. Bu trajik olaylardan biri de 1943 yılının temmuz ayının son haftasında Van’ın Özalp ilçesinde rastgele evlerinden toplatılmış 33 suçsuz yoksul Kürd köylüsünün sınırın sıfır noktasına getirilerek, elleri arkadan bağlı bir şekilde taranarak katledilmesi gerçeğiydi. Bu keyfi katliamın amacı, Kürtlerin gasp edilen ulusal haklarının kitlesel talebini kırmak için yapılmış korkutma bir gözdağıydı. Bu katliam, sırf ibret olsun diye yapılmıştı. Kendi halinde bir yaşam sürdüren bu yoksul insanların başına getirilen bu mezalimi o zaman da şimdi de kimseler duymak, görmek ve bilmek istememişti. Türkiye-İran sınırının sıfır noktasındaki köylere baskın yapılarak rastgele toplatılan 33 insan, elleri arkadan bağlanarak ölüm yolculuğuna çıkartılmıştı. Sınırın sıfır noktasına getirilen bu insanlar, bir çukurda yan yana dizdirilerek, 3. Ordu komutanı Org. Mustafa Muğlalı’nın emir ve talimatlarıyla taranarak 32 masum insan katledildi. Aslında 33 kişiydiler. Bir kişi, tarama esnasında cesetlerin altında ölü numarası yaparak kurtulmuştu. Bu kişi gerçek olayı yakınlarındaki insanlar anlatmıştı.
Bu infazın gerçekleşmesi, dönemin İran Şahlık rejiminin Türk makamlarına; “Türkiye tarafından geldikleri, görgü tanıklarıyla teyit edilen bir gurup çapulcu, vatandaşlarımıza ait küçük baş hayvan sürüsünü önlerine katarak Türkiye tarafına geçirdikleri söylenmektedir” diye şikâyet edilmesi üzerine başlamıştı. İran’ın bu ısrarlı iddiaları karşısında, Türk tarafının yaptığı soruşturma ve kovuşturmalardan somut bir sonuç elde edilememiş. İran ve Türk yetkililer, sınırda yaygın olarak yapılan ve herkesin bildiği sınır ticareti, her iki devletin ekonomilerine zarar verdiği konusunda fikir birliğine varmışlardı. İran devletinin, bu şikâyetleri Türk tarafına iletmesi üzerine, Türk Genel Kurmayı tarafından 3. Ordu komutanı Org. Mustafa Muğlalı’yı olayı soruşturmak için müfettiş olarak görevlendir. Yukarıda anlatıldığı gibi soruşturmada bir sonuç elde edilemez. Bu duruma çok kızan Org. Muğlalı, komutasındaki bir gurup askerle sınırın sıfır noktasındaki köylere baskın yaparak rastgele toplatılan 33 insan gözaltına alınır. Hudut tabur komutanlığına getirilen bu insanların akıbeti tartışma konusu olur. Org. Muğlalı, masum olsalar da ibret alınması için bu kişilerin “icaplarına bakılması” emrini vererek oradan ayrılır. İki muvazzaf subay eşliğinde bu insanlar, sınırın sıfır noktasındaki bir çukurda sıraya dizilerek taranmak suretiyle katledilir.
Bu suçsuz ve masum insanların katli bölgede büyük tepki ve infial yaratır. Hem adli makamlara ve hem de meclise taşınarak katliamcıların bulunup cezalandırılması istenir. Bundan sonrası komedilerden komedi beğenin. Kimi kime şikâyet ediyorsunuz? Tek adam diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bir ülkenin meclisinde, tamamı tek adamın tek partisinin (CHP) milletvekillerinden oluşan bir meclis. Verilen önergeler haliyle reddedilerek dosya kapatılır. Bu durum CHP’nin tek parti diktatörlüğünün son demlerine denk gelen bir katliam olur. 1950 seçimlerinde, iktidara gelen DP’li (Demokrat Parti) bölge milletvekillerinin bu trajik olayın peşini bırakmazlar. Katliam dosyası yeniden açılır. Katliamın birinci derecedeki sorumlusu şüphesiz ki Org. Mustafa Muğlalı’ydı. Yargılamalar başlar. Yargılanma sırasında sanık General Muğlalı’ya önce idam, yaşından dolayı (o zaman 68 yaşındadır) cezasından indirime gidilerek 20 yıla indirilir. Dosya askeri Yargıtay’a gider. Askeri Yargıtay kararı bozar. Kuruluşundan beri ülkeyi ailenin bir çiftliği gibi yöneten, kendilerini ülke ve devletin asıl ve yegâne sahibi olarak gören, yaptıkları göstermelik ve komedi seçimler, Çankaya sofrasında yer alan yalakalardan milletvekillerini belirleyen otoriter ve inkârcı rejim, 32 masum vatandaşı katleden generalin hep arkasında durmuş ve onu desteklemiştir. 1950 yılında yapılan çok partili seçimde gizli oy açık tasnif seçimi zulüm, haksızlık ve adam kayırmalardan bıkan muhafazakâr Türk toplumunca da CHP’nin bu zalimliğine sandıkta bir şamar indirerek CHP’yi iktidardan ilelebet indirmişti. Ezici bir çoğunlukla iktidar olan DP hükümeti, adı geçen dosyayı yeniden açarak yargılamaya başlanmasını içine sindiremeyen Org. Muğlalı, 1951 yılında cezaevinde üzüntü ve kahrından ölür.
Tek parti ve tek adam diktatörlüğünün hüküm sürdüğü dönemin Türkiye’sinde işte bu tür manzaralar sık ve rutin bir şekilde yaşanıyordu. Bölge insanının (Kürt) zerre kadar bir değeri yoktu. “Ebedi şef” Mustafa Kemal Atatürk 1938 yılında ölmesi üzerine, yerine Cumhurbaşkanı makamına “Milli şef” lakaplı İsmet İnönü oturur. Bu katliamın kamuoyu tarafından duyulmasından sonra, suçsuz insanlara yapılan bu insanlık dışı infaz, büyük tepkilere yol açmıştı. Olay kamuoyuna yansıyınca, gerçekler sulandırılıp çarpıtılarak; “Türkiye-İran sınırında bir gurup çapulcu kaçakçı eşkıya ile Türk silahlı kuvvetleri arasında çıkan çatışma da 33 eşkıya ölü olarak silahlarıyla birlikte ele geçirilmiştir” denilmişti. Bu ölüm olayının bir çatışma sonucu değil, köylerinden toplanarak toplu olarak katledilen yoksul Kürt köylüleriydi. Tek parti ve tek adam diktatörlüğünün tabiatı böyle bir şeydir. Şikâyet edilen kişi, kendini ülkenin tartışmasız sahibi gören bir orgeneral. Şikâyet edenler ise 3-5 kıçı yamalı Kürt köylüsü.
1950 yılında, 1945’te 2. Dünya savaşının sona ermesiyle yaklaşık 50 milyon insanın ölümüne sebep olmuş otoriter ve totaliter rejimlerin insanlığın başına açmış oldukları o korkunç felaketlerin bir daha yaşanmaması için, içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere siyasi ve diplomatik baskılar yapılarak, tek parti ve tek adam diktatörlüğünden vazgeçilmesini, çok partili demokratik parlamenter sisteme geçilmesini dayatmışlardı. Türkiye’nin o dönemdeki diktatörü İsmet İnönü idi. İnönü bu dayatmalara fazla dayanamaz. Haliyle tek parti ve tek adam diktatörlüğünden kerhen de olsa vaz geçmek zorunda kalır. Kemalistlerin hep yaptıkları gibi uydurulmuş yalanlarla İnönü’nün; “Haydi demokrasiye geçiyoruz. Hayırlı olsun” dememiştir. 1950 yılında ilk kez, çok partili ve çok adaylı bir seçim yapılır. Yapılan bu seçimde CHP’den ayrılanların kurduğu DP (Demokrat Parti) ezici çoğunlukla iktidara gelir. Bölgenin bir kısım milletvekilleri diktatörlük döneminde masum insanlara yaşatılan bu katliamların arkasını bırakmaz. Konu tekrar meclise taşınır. CHP’nin azınlık muhalefeti önergenin reddine yetmez. Katliam emrini veren General Muğlalı ve katliamda görev yapmış muvazzaf subaylar tutuklanarak ceza evine konuluyor. General Muğlalı idam cezasıyla yargılanır. Asıl failin ceza evinde ölmesiyle ve verilen yasadışı emirlere uydukları için muvazzaf subaylar birkaç yıl cezalara çarptırılarak dosya kapanır. Büyük şair Ahmed Arif, bu insanlık dramını dizelerine şöyle taşımıştı:
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz/ Rivayet sanılır belki
Vurulmuşum/ Düşüm, gecelerden kara/ Bir hayra yoranım çıkmaz/ Canım alırlar ecelsiz/Sığdıramam kitaplara/ Şifre buyurmuş bir paşa/ Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız. / Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz/Rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ Domdom kurşunu/ Paramparça ağzımdaki...
O dönem hatta şimdi bile, demokrat ve solcu geçinen, ayrıca insanlıktan ve erdemlilikten nasiplenememiş Türk ulusalcı ve nasyonal faşistler, bu türden katliamları hala savunuyorlar. Katliam emrini veren generalin cezaevine düşürülmesi ve kahrından ölmesine ağıtlar yakıyorlar. Üstelik bu katil General’in heykeli hala Muğla’nın en işlek meydanında duruyor. Laf lafı açtığında Sosyal demokratlıktan ve sosyalistlikten de dem vurmaktan geri kalmıyorlar; “Vatansever bir generali, üç-beş baldırı çıplak (siz Kürd olarak okuyun) kaçakçı ve eşkıya bozuntusuna kurban edilir mi?” demeye devam ediyorlar. Bu masum 32 insanın katledilmesi bazılarını fazla tatmin etmemiş olacak ki, adı geçen katil generalin adını 2004 yılında Özalp’taki Askeri kışlaya verdiler; “Org. Mustafa Muğlalı Kışlası” Dünyanın herhangi bir ülkesinde, kabile devletlerinde bile, suçsuz ve masum vatandaşların katletmiş bir generalin adını, katlettiği insanların torunlarının yaşadığı ilçeye verilebilir mi? Türk çoğunluğun yaşadığı bir yerleşim yerine böyle bir kararı hayal bile edebilir misiniz?
Olayın bu ilçede vuku bulması münasebetiyle, katledilen insanların yakınları ve akrabaları bu ilçede yaşıyorlar. Hafızası zayıf toplumun büyük kesimi bu olup bitenlerden bihaber. Böylesine vurdumduymaz ve devletin her yaptıklarına onay verip kendi devletlerinin toplumun farklı kesimlerine yaptığı mezalim ve haksızlıkları görmezden ve duymazdan gelen, hatta bu tür olaylara arka çıkan bir toplumdan vicdan ve erdemlilik beklenebilir mi? Kimse de çıkıp “Yahu bu nasıl bir aymazlık ve küstahlıktır” demiyor, diyemiyor? Suçsuz ve savunmasız 32 insanı katletmiş bir generalin adının katletme emrini verdiği o kişilerin yakınlarının yaşadığı ilçedeki bir kışlaya vermek, hangi mantık ve cesaretin ürünüdür? Bu davranış, normal bir akıl ve havsalanın kabul edebileceği bir durum değildir. Bu katıksız bir nobranlık ve ırkçılıktır. Irkçılık ise, genetik bir hastalıktır. Bu hastalığın tohumu, İttihat ve Terakki döneminde atılmış, Cumhuriyet dönemiyle genişleyerek tüm toplumu sarıp sarmalamıştır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.