Toplumların, olaylar ve olgular karşısında hayali ve irrasyonel duruşlarını analiz ederken, sıklıkla bu türden tıbbi terimleri devreye sokarak yorumlamaya çalışmamız, bazı insanlarda "Anladık doktorsun. Toplumsal analizler yaparken, mesleğinin bazı kavramlarını gözlerimizin içine sokmaya ne gerek var?" diyebilirler. Maalesef, toplumsal rahatsızlık ve hastalıkları bu kavramların dışında betimlemek, sosyal olgu ve olayların pratik gerçekliğini tam olarak anlayabilmemiz, ne yazık ki mümkün olmuyor. Onun için bir tıp dalı olan psikiyatri uygulamasında izlenen yol ve adı konulan kavramların ne anlama geldiklerini az çok bilirsek, dolayısıyla toplumların içine kıvrandıkları sosyal hastalıkları anlamamız da bir o kadar kolay olur. Şimdi, "Psikoz" ve "halüsinasyon" un ne anlama geldiğini kısaca özetleyelim. Psikoz; "Kişilerin, hayata bakış gerçekliğiyle ilişkilerinin tamamen kesilmesi ya da kopması" demektir. Toplumun çoğunluğu bariz olarak bu olayları yaşıyorsa bunun adı sosyal psikozdur. Halüsinasyon; "Kişilerin gerçek anlamda hiçbir nesne, ses, koku ya da dokunma ile ilgili somut durumları yaşamamasına rağmen, bunları sanki gerçekmiş gibi algılamaları ve buna inanmaları durumudur" Halüsinasyonun Türkçedeki karşılığı "varsanım" dır. Kişi, gerçek anlamda bu duyumların hiç birini yaşamamıştır.
Bu topraklarda yaşayan toplum ve grupların, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde sosyal psikoz ve halüsinasyon içinde debelenip durduklarının yüzlerce somut örneği vardır. Yakın tarihte yaşanmış bir kaç anekdotu sizlere paylaşmak istiyorum. 2013 yılında, İktidar ve gayri-resmi ortağı Fetullahçı tarikatın; "öküz öldü, ortaklık bozuldu" misali Neo-Osmanlıcılık temelinde bir araya gelmiş, başını Recep Tayyip Erdoğan'ın çektiği AKP ile Sünni-dinci tarikat arasında su yüzüne çıkan rant ve iktidar kavgasında, ülkenin en ağır rüşvet skandalının ortaya saçılarak deşifre edildiği 17-25 Aralık 2013 yılında patlak vermiş bir olay. Bankalarda, ayakkabı kutularında ve zulalarda saklanan kirli-haram paraların boy boy gösterildiği, ülkenin başında bulunan siyasi liderin oğlu ile arasında dinlenmeye takılan konuşmalarında, babanın telaşla "eldeki mevcut paraları hemen sıfırla" konuşmaları, toplumun büyük çoğunluğunun, bu korkunç durum karşısında harekete girememişti. Toplumun büyük çoğunluğu, sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi hayatına devam etmiş, akabindeki ilk seçimde aynı siyasi lideri tekrar iktidara taşımıştır. Bu çok ciddi sosyal olayı hiçbir şey olmamış gibi geçiştirmenin somut bir açıklaması var mıdır? Yine aynı dönemde Amerikalı bir görevlinin aynı zamanda din adamı da olan adı geçen şahsın hapse atılması ile ilgili iktidarda olan lidere bu konu ile ilgili sorulan bir soruya; "Bahsi geçen şahıs bir terörist. Bu can bu bedende olduğu sürece, bu terörist papaz buradan çıkamaz" demişti.
Amerika'nın dönem başkanı, bütün diplomatik kural ve nezaketi hiçe sayarak ağır ona gönderdiği bir mektupta "Aptallık etme. Seni de ülkenin ekonomisini de darmadağın ederim" dediğinin bir kaç gün sonrasında "terörist" diye bahsettiği şahıs, ceza evinden çıkarılıp havaalanına götürülerek ülkesine uğurlanmıştı. Soru şu: Sağlıklı, duyarlı ve ilgili toplumlarda böyle bir şey yaşanabilir mi? Şayet yaşanırsa, adı geçen siyasi lider bu arenada bir gün bile kalır mı? 2013 yılında Mısır'da askeri bir darbe oldu. Müslüman Kardeşler ekolünü Türk versiyonu olan Erdoğan, bu darbeyi yapan General Sisi için ağza alınamayacak sözler ve hakaretler yağdırmıştı. gazetecilerin; "Sisi ile görüşür müsünüz?" diye sorduklarında: "Beni başkalarıyla karıştırıyorsunuz galiba. Bir darbeci ile asla görüşmem" Yıl 2024, yer Mısır'ın başkenti Kahire. Erdoğan ve Sisi sarmaş dolaş. Açıklamalarını yaptıktan sonra; "Kardeşim Sisi'yi Ankara'ya davet ettim" !!?? Şimdi kendinden emin bu politikacının darbeyi yapmış Sisi'nin; "Çok özür dilerim. Bu darbeden çok utanç duyuyorum ve çok pişmanım" demiş olması gerekirdi. Buna benzer bir şey söylemiş midir? Hayır. Peki bir biriyle 180 derece zıt olan bu açıklamalar karşısında toplum bu konuda ne diyor? hiç bir şey. Muhtemelen yakında yapılacak olan seçimde gidip ona oy verecekler.
Anekdot 2: Bu toplumda, sosyal psikoz ve halüsinasyonlardan mustarip elit bir kesim de var. Laik Beyaz Türkler. Yada diğer adıyla Kemalist azınlık. Osmanlı yıkıldıktan sonra, konjonktürel durum gereği (1917 Rus Bolşevik devrimi) İngiliz ve Fransızlar tekçi ve inkârcılık üzerinde kurulması düşünülen otoriter ve milliyetçi Türk devletini, Bolşevizmden uzak tutmak için, Sakarya önlerine kadar gelmiş Yunanlılardan desteklerini çekmeleriyle Lojistik destekten mahrum kalınca Anadolu'dan ordularını çekmek zorunda kalmışlardı. Ayrıca Bolşeviklerle ilişki içinde olan Ermeni militan gruplardan da desteklerini çektiler. Lozan'da imzalanan antlaşmayla devlet statüsü kazanan, Osmanlının askeri ve sivil bürokrasi den gelen Türk Milliyetçilerine (İttihatçılar ve onların devamı Kemalistler)dünya hakimi bu iki devlet, Anadolu'da bir Türk devletinin kurmalarına müsaade ettiler. Beyaz Türkler, hem Anadolu'nun kadim otokton halklarının varlığını inkâr etmiş, hem de onların kadim dillerini ve kültürlerini okullarda okutulmasını yasaklamışlardı. Olmayan bir ulus yaratmaya çalıştılar. Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Boşnak, Arnavut ve devşirdikleri Gayrimüslimleri bir çuvalın içine koyup adına "Türk ulusu" dediler.
Laik Beyaz Türklerin rakipleri Neo-Osmanlıcılarla yaptıkları iktidar mücadelesinde 2002 yılında iktidarı kaybettiler. Çünkü bu iktidar kaybı bir daha asla geri gelmeyecek. Yaklaşık yüz yıla yakın bir süre, sistemin kendilerine bahşettiği bütün imtiyazlarını tek tek kaybettiler. Neo-Osmanlıcı iktidar erki, yüz yıldır içlerinde biriktirmiş oldukları Kemalist nefreti, aynı zamanda bir rövanşa dönüştürdüler. Kendilerine yapılanların aynısını bu kez onlar yapmaya başladı. Kemalist rejimin ayakta kalmasının çok güçlü iki temel dayanağı vardı. Ordu ve adliye. 2002 yılından başlayarak adım adım Adliyeyi kadro atamalarıyla, Kemalist orduyu da içten bölerek, bu gücü de kırdılar. 2023 otokrat Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, Bu ülke yeni bir rejime merhaba dedi. Yeni rejimin bir ayağı Sünni dincilik, ikinci ayağı Türkçülüktür. "Türk İslam sentezi" rotasını böyle çizdiler. Ama gelin görün ki, kendilerine "laik Beyaz Türk" diyen kesim bu temel değişim ve dönüşümün hala farkında değiller. Bir-iki toplanıp "Mustafa Kemal'in kalpaklı fotoğrafıyla bilinen sloganları atarak; "Türkiye laiktir, Laik kalacak" cılız çıkışlarını, barikatlardaki polisin aldığı emir doğrultusunda Coplanınca kaçıp evlerine dağılıyorlardı. Çünkü onlar bu tür şiddete hiç alışkın değillerdi. (Daha önce polis onların emrinde olduğu için kendileri başka mağdurları Coplatırken ( 'oh olsun size eşkıyalar sürüsü, teröristler') Eski rejimin sembollerini devlet kurumlarında zaman zaman temizleme yoluna gidildi. Mustafa Kemal'in devlet kurumlarında kerhen tuttukları heykelleri ve büstleri ile paranın üzerindeki resminden başka bir anlamının olmadığını da hala kabul etmiyorlar. Bu kesimin de kendi mantık silsilesi içinde, aynı sosyal psikoz ve halüsinasyon hezeyanlarını yaşıyorlar. Halının sürekli ayakları altından kaydığını görenler panik içinde Anıtkabir'e koşuyorlar. Mustafa Kemal'in mozolesi üzerinde salya-sümük ağlayarak; "Atam, kalk bak kurduğun Cumhuriyeti ne hale getirdiler" dedikten sonra evlerine dönüyorlar.
Anekdot 3: Bu kategoride yer alan kesimlerin yaşadığı dram ve trajedilerin haddi hesabı yok. Bu kesim Kürtler. 40 yıldır bu mazlum ve mağdur halkın kaderi üzerine oturmuş soğuk savaş eseri Ortodoks totaliter örgüt olan PKK'nın ideolojik ihtirasları uğruna ulusal özgürlükleri bu amaçlarına kurban ettiler. On binlerce Kürt gencini dağlara çekerek, Kürtlerin ulusal hakları, dili ve kültürleri için hiç bir anlamı ve amacı olmayan, sadece örgütün lider kadrolarının istikballeri için her şey feda edildi. Gelinen Nokta. Örgüt ve türevlerinin "Ulusal statü (Bağımsızlık, federasyon, özerklik) istemiyoruz. Ulus devlete de şiddetle karşıyız. Ulus devlet halkları birbirlerine düşman eden bir yapıdır". deyip duruyorlar. "Peki 23. sü olacak Arap-Filistin ulus devletinin kurulmasına da karşı mısınız" cevap; "Hayır olur mu öyle şey? kurulacak bu devlet Siyonizme ve Emperyalizme karşı mücadele veriyor" (!!??) İşte burada, hali hazırdaki mevcut kelimeler tek tek anlamını yitiriyor. "Eee peki o zaman ne istiyorsunuz" diye sorduğunuz da "Demokratik Cumhuriyet istiyoruz" diyorlar. Güzel. Peki 21. yy' ilk çeyreğini devirmeye ramak kala, insanları demokrasi mücadelesi adına yüz binlercesi kurban verilir mi? Haydi bakalım bu soruya samimi ve mantıklı cevabı kim nasıl verecek? Kürtlerin ne kadar zorlu ve nasıl bir handikap içinde olduğunu şimdi anlayabildiniz mi?
Otokrat Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Yüz yıldır katliam ve trajedilerin anası CHP'nin genel başkanı olan zata oy yağdıran bu örgüt, Güya hem Kürt hem de Alevi olan bu zat, seçim sürecinde adı Kürtlükle anılan her kurum ve şahıslardan köşe bucak kaçmış, Türkiye genelinde oy oranı %0 bilmem kaç olan ultra ırkçı ve faşist parti başkanı ile protokol imzalayarak 3 icracı bakanlık ve MİT başkanlığını seçimi kazandığı takdirde taahhüt etmişti. Kandilin dinozor liderlerinden biri yine Kürt toplumuna çağrı yaparak "demokrasi güçleri ile ittifaklardan şaşmayın" dediği güçler, CHP ve Şoven Kemalist Türk solu için Metropollerde Kürt aday çıkarılması için dolaylı yollardan tehditler savurmuştu. Kürtlerin ulusal ve siyasal kazanımlarını boşa çıkarmakla görevli bu zata, Kürtlerin yaklaşımı da açıkça sosyal bir psikozu canlandırıyor. Kürtler, Seçimin bütün satıhlarında, kendi ulusal haklarına fayda sağlayacak dürüst, çalışkan ve donanımlı adayları desteklemelidir. Kürtlerin bu durumda olmasının yegane müsebbibi inkarcı ve tekçi Kemalist beyaz Türk ve Neo-Osmanlıcı adayların hiç birini desteklenmemesi gerekir.
21 Şubat, uluslararası anadil günüdür. Dili, kültürü ve ulusal hakları gasp edilmiş mazlum halkların anadil gününü bu vesile ile kutluyorum. Ziman, rûmeta mirove.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.