Ortadoğu'da 1. Dünya savaşıyla başlayan süreçte 1916 yılında dünya hakimi iki emperyal devlet tarafından (İngiltere ve Fransa) Sykes-Picot olarak bilinen gizli antlaşmayla, Osmanlının Ortadoğu coğrafyasındaki İmparatorluğun hükümranlık altında olan topraklarını bölüp parçalayarak, kendilerine bağlı manda krallıklar yaratmışlardı. Bu yeniden yapılanma planlarının yetimi ve üvey evlat ulusları Ermeniler ve Kürtler oldu. Malum, Ermeniler kırım ve tehcirlerle bu topraklardan silindiler. Kürtler ise biyolojik varlıklarını sürdürdüler ama kendi ulusal kimliklerinin yokluğu ve inkarı üzerinde şekillenmiş bir devlet yapılanmasıyla yüzleşmek zorunda kaldılar. Bu durum, yüzyıldan biraz fazla bir zaman dilimi içinde dayatılan eziyetli ve onursuz bir yaşam içinde debelenip duruyorlar. Bu durum hala devam ediyor.
İngiliz ve Fransızların yaratmış oldukları bu yapay manda devletler gelişen ağır sanayileri için bölgenin yeraltı fosil enerji kaynaklarının kontrolü amacını taşıyordu. Oluşturulan bu yapay cehennem, artık sürdürülemez bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Bu yapay sınırlar 25 yıldır çatırdamaya başladı. Haritaların mutlak suretle değişeceği konusunda kimsenin şüphesi yok. Şu an bilinmeyen tek şey, bu yeni yapılanmaların, ne şekilde ve nereye evirileceği konusudur. Bu statükonun değişmesi konusunda en fazla endişe içine girip paniklenen devletler, çırpınmaya başladılar. Sykes-Picot antlaşmasının çizdiği sınırlar, Kürtlerin üzerinde yaşadıkları toprakları aralarında paylaştırılmış devletler kendi halklarının geleceğini karartma pahasına adeta cinnetvari bir şekilde irrasyonel politikaları devam ettiriyorlar. Özellikle Türkiye, yüz yıldır baskılarla, zulüm ve aşağılanmalarla hak talep eden Kürtleri katliamlarla bastırmış, buna rağmen bir sonuç alamamıştı. Durum içinden çıkılmaz bir hal alarak bu köhnemiş statükoyu devletin askeri sopasıyla sürdürmeye çalışıyor şimdilik. Türk devlet aklı bu konu da zerrece realist değil. 40 yıldır, Kürtlerin ulusal hakları adına mücadele ettiğini iddia eden PKK örgütünün lideri 25 yıldır devletin elinde tutuklu. Sorguda akıllara durgunluk veren itiraflarıyla da herkesi adeta şoke etmişti. Devlet ve iktidar partileri, kendi siyasi çıkarları için onun demeç ve açıklamalarda bulunması için baskı uyguluyorlar. Kürd/Kürdistan sorunu bu ayak oyunlarıyla 25 yıl daha Hem Türklere hem de Kürtlere kaybettirdi.
PKK’nin bu çatışma sürecinde politize etmesine yaradığı Kürtlerin legal alanda örgütlenmelerine alan açarak bazı siyasi figürlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Selahattin Demirtaş bu oluşumun içinde çıkmış en popüler ve en şöhretli Kürt politikacı kimliğine sahip. İçinde yetiştiği vesayetçi ve totaliter örgüt dayatmasının mecbur kıldığı bir durumla karşı karşıya kalarak, bu çelişkileri sineye çekmek zorunda kaldı. Demirtaş'ın çok genç ve tecrübesiz olması, legal alanda eline geçmiş fırsatı değerlendirmesini engelledi. Eş başkanı olduğu yasal parti 80 milletvekili ile kilit konuma gelmişti. Partisinin içindeki soğuk savaş eseri totaliter Türk sol örgüt kontenjanları ve en önemlisi de vesayet sahibi PKK'nin baskıları, onu vesayetçi ideolojik bir savaşa ve kişisel bir husumete sevk etti (Erdoğan'a "seni başkan yaptırmayacağız" gibi siyasi derinliği olmayan sözleri) Demirtaş, bu hatalarını anlamış olacak ki, Kürtlerin ve Türkiye'nin diğer mağdurlarının aleyhinde olan sivillere yönelik sürdürülen terör eylemlerine itirazlarını dillendirmeye başladı. Bu aynı zamanda onun siyasi hayatını zora sokan ve onu siyasi rehin olarak dört duvar arasına konmasına da neden oldu.
Demirtaş'ın cezaevinde görüşmeci avukatlarla yapmış olduğu konuşmasında artık ayaklarının yere bastığını, yüz yıllık bu sorunun adını doğru telaffuz etmeye ve bu sorunun nihai bir çözülme nasıl kavuşacağının yolunu da gösterdi. Özet olarak; “Süreci desteklemeye hazırım. Beni ziyarete gelen bazı avukatlara da söyledim. Bana 'Sizde bir açıklama yapın' diyorlar. Ben de onlara diyorum ki; 'cezaevinde olduğum sürece sizinle Kürt sorunu üzerine konuşmam. Ben tutuklu biriyim. Eğer benimle çözüm üzerine konuşmak istiyorsanız ilk önce beni serbest bırakın, cezaevinin kapısında bu konuyu konuşalım. Nihai çözüm. KÜRTLERİN DEVLETE ORTAK EDİLMESİYLE OLUR." Avukatların "Devletin Kandil ve Öcalan ile görüşmesi konusundaki fikirlerini sorduklarında ise; "Devlet ile PKK’nin barışması bu sorunun nihai çözümünü sağlamaz. Sürece toplumun tüm katmanları dahil edilmelidir. Süreç bu şekilde ilerlemezse toplumsal barış sağlanamaz. Tekrar söylüyorum. Çözüm, Kürtlerin devlete ortak edilmesiyle sağlanır”
Bu genç Kürt politikacısına destek vermek lazım. Bütün Kürtler, ulusal hakları ve onurları için, desteklerini sunarlarsa, bu insan eski vesayet ve zincirlerinden de kurtulmuş olur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.