Kuşkusuz, insan aklı ve vicdanı ile vardır. Özellikle farkındalığı olan her Kuzeyli Kürd bir uçurum taşır içinde. Yüreğinde dinmez ince bir sızı vardır; okurlardan günde onlarca mesaj alıyorum. Hissettiklerim kimilerin yüreği durmadan kanıyor gibi, kimileri de derin bir boşluk taşıyor içinde. Tüm bunlar nasıl bir insan olduğumuzu, duyargalarınızın fonksiyonel boyutlarını ve toplumsal olay ve olgulara karşı ne derece hisli olduğumuzu da gösteriyor.
Beyin genel merkezdir insan için; göz ve kulaktan aldığı acı yüklü olayları diğer organlara ulaştırırken yürek daha hızlı atmaya başlar, tansiyon yükselir, karın boşluğunda bir ağrı başlar. Gelişen beynimizle garip ve karmaşık bir varlık olduğumuz kadar vücudumuzda taşıdığımız milyarlarca hicretlerimizle birer evreniz kendi içimizle. Galiba her kes nesneleri aynı şekilde görmüyor, sesleri aynı tonajda ve ahenkte duymuyor. Kobane direnişi bastırıldığı günlerde acı ve öfke doruktaydı, koalisyonun güçlerinin askeri teknolojik desteği ile direniş baskın gelince sevinç ve mutluluk doruktaydı ve bir halkı parçalayan tel örgüler parçalanıyordu. Bu durum bir ulusu ulus yapan ruhi şahlanıştı ve kelimeler kifayetsiz kalırdı. İsviçre’de çok zaman verdim sanata ve sanat kuramına. Akraba olan sanat dalları estetik bakış açımızı ve estetik düşüncemizi geliştiren en önemli alandır. Bu alan aynı zamanda felsefe, roman, öykü, şiir, tiyatro, resim dil, ses, düşünce, düşündürme ve estetik ile yoğunlukludur. Tiyatro ve sinema sanatında acıyı karnını tutup yere doğru eğilerek ifade edersin. Resim sanatında acıyı ve korkuyu gözlerde ifade edersin. Gözler çok şey anlatır. İnsanlarımızın acılarını gözlerinden okuyorum. Kişi gülerken bile taşıdığı acılar gözlerden görülür. Bu anlamda sanat bilinci dünyayı ve insanları anlamanın en iyi yolu olduğu gibi bir kuş gibi uçabilen uygarlığın da bilim kadar diğer bir kanadıdır.
Kırk yıldır tümden yok edilen aileler oldu, üç kardeş, beş kardeş, bazen baba, bazen eş, bazen yaren yok oldular.... sanki bu dünyaya hiç gelmediler gibi anlarız. Oysa her insanı çevreleyen hayatın içinde kişi tek başına değildir; ailesinden bir kaç kişiyi yitirmiş, yuvasından edilmiş birileri artık normal birileri değildir. Onun ruh ve duygu dünyası değişmiştir. Derin acılı izler ve ardında çığlıklar bırakırken, öksüzler, yaralılar, yürek kanlılar kalır geriye. Kalanlar huzursuz, geçimsiz, ezik ve problemlidirler. Aileler dağınık, kimsenin kimseyi doğru, duyamadığı manzaralar çıkar ortaya ve buna toplumsal travma deniliyor. Gidenlerin ardında izler ve çığlıklar kalır. Çığlıkların izi mi olur? Evet, her yara bir izdir kendi derinliği kadar. Bir de ruh yaralanması var ki iyileşmesi en zor olandır.
Evrende hiç bir şey kaybolmuyor sesler dâhil. Bir de köklerinden koparılmışlık çok boyutlu travmalar yaşatıyor. Fransızlar buna ‘Derasines’ diyor. Psikoloji ve sosyolojide önemli bir alan kapsıyor. Türkçede köksüzleştirilmek, köklerinden koparılmak olarak ta çevrilebilir. Bunu en çok Ermeniler’ de gördüm. Kadim ve kültürlü bir halkı kendi aralarında huzursuzluk üreten bir halka dönüştürdüler. Dünyanın dört bir yanına savrulmuşlar. Yurtlarına dönenler ve kültürleriyle buluşanlar biraz olsun huzur buluyor. Yahudi halkı ise bu toplumsal travmayı vatan sahibi olmakla aştı, çünkü köklerine döndüler.
Peki, bunca acıları Kürd halkına kimler neden yaşatıyor? Dertleri nedir bu devşirmelerin? Çok daha vatanperver(!) geçinmek için daha çok Kürd mü öldürmek gerekiyor? Savunmasız masumlara linç girişimlerine mi kalkışmak gerekiyor? Zindanlara doldurmak mı gerekiyor? Bunların tüm onursuz özelliklerini bir marifetmiş gibi göstermeleri mi gerekiyor? Eşitlik ve adaletin ırzına mı geçmeleri gerekiyor? Söyler misiniz neden? "Varoluşunuza izin vermeyeceğiz, başkalaşacaksınız, yani bize tabii olacaksınız, benleşecek, bizleşecek ve bin yıllardan kalma değerlerinizle bizde eriyip yok olacaksınız. Sizi siz yapan bin yıllardan kalma sosyolojik, folklorik ve antropolojik değerlerinizle yok olacaksınız. Sizi çevreleyen tüm sesler, renkler bize geçecek ve ruhunuzu bize teslim edeceksiniz, siz artık siz olmayacaksınız" diyorlar. Peki, siz kimsiniz ki bunları bizden istiyorsunuz? Diye sorduğunda dehşet birtakım devşirme, başkalaşmış unsurlarla karşılaşıyorsunuz. Çünkü orjinliyi bozulmuşlar seni de bozmak istiyorlar. „Ne oluyor size be kör-kütük cahiller“ diyesin geliyor. Bin yıllardan kalma bir halka bunu yaparsanız bir hiçsiniz, anlıyor musunuz? O halde sadece defolun ve düşün yakamızdan! Sizin varoluş biçiminize ve sizi siz yapan özelliklerinize saygı duyuyorum, o halde siz de saygı duyacaksınız bizlere. Ben sizin bunca primitif özelliklerinize rağmen size karşı ırkçı değilim, o halde siz de ırkçı olmayacaksınız bize karşı. Eşitlikse, dilde, kültürde, yönetimde, özgürlük biçiminde de eşit olacağız. Cinsiyetçilikte de eşitliği sonuna kadar savunacağız kendi içimizde. Önce bunun bilincine ulaşmalıyız ve kadın özgürlüğü, erkeğin kadına yaptıklarının aynısını erkeğe de yapmamak olduğunu anlayacağız. Elbette tüm bunlar bilinç olgusundan geçiyor ve bilinç olmadan barış, huzur ve eşitlik sağlanmaz. Fransız ihtilalinde, Kral‘a karşı gelen Cumhuriyetçi erkeklerin kelleleri Concorde meydanında giotinlenirken Fransız kadınları topluca alana hücum ederek „Biz kadınlar erkeklerin kafaları kesilirken bizim de kafalarımız kesilsin ki ölümde de acı çekmekte de eşit olmak istiyoruz erkeklerle“ demleri tarihin akışını değiştirdi. Önce emekte eşitlik esas alındı. Bu eşitlik anlayışı halklar arasında da geçerlidir. Şimdi adaletsizliğe, bu zulme, bu eşistsizliğe dur demek gerek.
İdeolojik argümanlarla çok karmaşık hale getirmeyelim bu ulusal davayı. İnsanlığın geçtiği kapılardan biz de geçmeliyiz. Dünyaya akıl verebilecek durumda da değiliz. Aslında sihirli bir cümledir Kürdler için kurtuluş; haklılığını bilecek, moderniteyi önemseyecek, kararlı-cesur ve örgütlü olmayı esas almalıyız. Bunu bütünleyen en büyük özellik uluslaşma sürecine hızla geçmeliyiz. Uluslaşma süreci zorunlu birlik demektir. Bunun için ulusal bilinç gerekli. Ulus bilinci, mezhepsel, dinsel, bölgesel tüm özelliklerini ulusal kimliğinin altında tutmak ve ulusal kimliği her şeyden üstün ve öncelikli tutmaktır. Çünkü kurtuluşumuz buradadır, çünkü bizi ilhak edenler uluslaşmamamız ve bölük hallerimiz üzerinden varlık gösterip güçleniyorlar. Çağdaşlığımızdan kuşku duymayalım, çünkü her Kürdün varoluş değerlerini ve ulusal haklarını savunması aynı zamanda bir eşitlik mücadelesidir. Kolonyalizme karşı geliyorsak egemenin sahip olduğu haklara biz de sahip olmak istiyoruz demektir. Daha modern gelişkin bir toplum olmak istiyorsak zaten sahip olduğumuz bilim ve kültür düzeyimiz ile sahip olduğumuz üretim ilişkilerimiz belirleyici olandır.
Binlerce köy ve milyonlarca insanımız köklerinden sökülerek tarumar edildiler. Ve hâlâ kuşlar kadar anadilimizle konuşamıyoruz, bu dilimizin resmi güvencesi de, anadilde eğitim hakkımızda yok... Ve susmayacağız, sunmayacağız, çünkü susarsak, önce onursuzlaşacağız, sonrada yok olacağız. Bunun için varlığımıza göz diken sömürgeci devşirmelere boyun eğmeyeceğiz. Hızlandırılan asimilasyonu ne yapıp yapıp durdurmalıyız. Kolonyalistlerin yapay bekası bizim kadim varlığımızın yok oluşu üzerinden gelişecekse buna geçit vermeyeceğiz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.