Yaktığımız ağıtları kanıksadıkça kulaklarımız duymaz oldu yaktığımız en içli ağıtlara… Artık sadece yaşayanlarımıza daraltılmadı yurdumuz, ölülerimize de hiçbir saygı ve mezar kalmadı. Güney Kürdistan sınırında bekletilen şehitler için Günlerce bilinçli ve maksatlı bir şekilde Güney Kürdistan hükümetini suçladık sonra özür bile dilemedik, oysa mezarlarımızı da Gerilla Güney mekanlarını da, köylerimizi de, bombalayanın ve tabutlarımızı bizleri aşağılamak için sınırda bekletenlerin Türk devleti olduğunu bildiğimiz halde çok geç ve düşük tonda sitem etmeye başladık Türk devletine. Bu bir rezalet! Şehit ve gazileri yaşayanlarından fazla olan bu halka bunu reva görmeye hiç kimsenin hakkı yok!!! Vatansızlık yani devletsizlik budur!! Ölülerine bile yer yok, saygı yok. Öyle ya burası Kürdistan değilse, Türkiye ise Türk rejiminin izin verdiği ölçüde sömürgecilerin katlettiklerine sahip çıkarsın. Devasa bedeller pahasına ulusal aidiyet ve kimlik bilinci iyi bir gelişme seyri izlerken çeşitli kavram kargaşaları ve algı operasyonlarıyla dejenere edilmeye, iradeler kırılmaya çalışıldı. Şimdi kim bu rezaletin, bu denli aşağılanmaların hesabını verecek? Şimdi başa dönüyorum “Bağımsızlığı çöpe attık” diyen ve iyi tanıdığım şahıs hâlâ bu halktan özür bile dilemedi, gerçi elini sıkan yokmuş Amed’te ve buna rağmen önemli bir kurumun başında kim ne adına tutuyorsa? Tecavüzlerin, katliamların başlıca nedeni devletsizliği bu halkın adına hangi birey nerden izin almışta söyleyebiliyor? Referandum mu yapıldı? Hayır, o halde tez elden ya özür dilemeli yada o kurumdan ayrılmalı bay Dicle.
-Ulus olarak verilen bunca şehide ve bedellere rağmen demek ki gerektiği düzeyde aidiyet ve kimlik bilinci yaratamadık. Bir Kürde \"Hangi millettensin sorusuna, \"MÜSLÜMANIM, EZİDİYİM yada ALEVİYİM\" cevabı o kişinin sadece kişiliksizleştiğini değil, öyle bilinçsiz bırakılmış ki, millet kavramının, dil-kültür birliği, toprak bütünlüğü, ortak tarih, ortak sosyoloji ve ortak antropoloji ve ortak kurtuluş ve ortak gelecek olduğunu bilmeyecek kadar da cahil bırakıldık. Aynı soruyu, bir Alman, bir Çinli yada bir Fransız\'a sorsan Katolik\'im, yada Budist\"im demez. \"Çinliyim, Fransız’ım yada Alman\'ım\" der. Kırk milyonu aşkın bu halka devlet arzusu ve heyacanı köreltilmeye çalışıldı. Koşullar bağımsızlığı hemen gerektirmiyorsa somut ve kararlıca, bölgesel özerklikte ısrar edilir ve planlı, programlı çalışmaları yapılırdı. İnsanlığın sağı ve soluyla, hatta tüm ideoloji ve felsefelerde ulusların kendi kaderini tayın hakkı kutsal ve dokunulmazdır. Buna bir halkın sadece referandum ile karar verme hakkı vardır, bireyler, partiler ve kurumlar buna asla karar vereme selahatine sahip değildir..
-Boş, bilimsellikten ve reel dünya politik gerçekliğinden uzak çok teori(!) yapmaya başladık. Kürdistan davası, kitaplar dolusu teori gerektirecek bir dava değil. Her halk kendisi için ne istemiş ise ve ne istiyor ise Kürd halkı da onu istiyor... Gerisi edebiyatçıların ve akademisyenlerin işidir; politikacılardan beklenen ise siyasal performans ve başarıdır.
-Biz Kürdler kimiz? Cesurca savaşan, ölümün üstüne gidenleriz, sömürgeciler tam da ekonomik ve siyasi buhrana girmişken, gizli, garantörsüz tuttukları görüşmelerine çağrılıp \"barış\" görüşmelerinde kandırılıp katledilen Ortadoğulu kadim bir halkız .
-Kandil\'e Türk gazetecilerin önemli bir kısmını meyer MİT gönderiyormuş. Savaş uçaklarına koordinatları sağlamak için ufuk çizgilerini çekerek MİT’e gönderildikleri yansımadı mı basına? İçimizden birileri onları göndermeye devam etti ve devletin Kürd Ulusal Hareketi’ni yalnızlaştırma planına su taşıyıp Güney Hükümetini aşağılamaya çalıştık. Amaç, Kürdleri kışkırtıp çatıştırıp Batı’ya “ Bakın PKK Kürdlere bile saldırıyor” dedirtmekti. Kerkük petrol Boru hattı patlatıldı, kim nasıl yaptıysa PKK’ye mal etti. Zarar 250 milyon. Güney halkı Kuzeyli kardeşlerine kinlendirildi ve günler sonra KCK “Biz yapmadık” diyor. Türk ve İran devletleri Kürdistan’ın bölük-pölçük kalması için bin yıllık entrikacı tecrübeleriyle oyun üstüne oyun tezgahlarlarken içimizden bir çok kurumun başını tutmuş şahıs durmadan bu değirmene bilerek yada bilmeyerek su taşıyor. Tüm oyunlar PKK’yi marjinalleştirmeye, içerde ve uluslararası düzeyde yalnızlaştırmaya dönüktür. BM’de iki Türk diplomat konuşurken kulak kabartıyorum. Yaşlısı genç olana “Çok geç hareket ettik, PKK’nin Batı’ya müteffik olmasına izin vermemek lazım ve Barzani ile çatıştırmak lazım” İşte olup bitenler burada özetleniyor…
-Kırk yıldır en tabii can damarımız, bizi biz eden, hatta sınırlarımızı belirleyen ANA DİLİMİZDE EĞİTİN HAKKI için ısrarcı olmadık; bazen yarım ağızla “Dilimizi istiyoruz” dedik fakat halkın tüm enerjisini, varını, yoğunu “Barış” için tükettik. Barış ise günlerce süren bombardımanlara, ormanlarımızın yakılmasına, şehitlerimizin aşağılanmasına dönüştü. İşimiz değilken, yani mağdurlar barış istemezken, yani ayıptır, günahtır aşağılayıcıdır tüm değerleri elinden alınmış bir halka barış istetmek. Çok BARIŞ eylemleri yaptık, yaptırıldık, barış isterken aşağılandık, öldürüldük, fakat bir milyon insanımızla “Anadilimi istiyorum” eylemlerini yapabilirdik, işte dünya buna saygı duyardı. İçimize sızmış eller bırakmazdı elbette..
-Gerçek enternasyonalist Kemal Pir\'dir, yada onun tarzıdır, Che gibi; ayrı bir çekiç-oraklı bayrağıyla değil yüreği ve silahıyla katıldı Kürd halkının davasına. Rojeva’da, YPG’nin saflarında ciddi bir bayrak enflasyonu var, hiçbir şey ayrıt edemiyorum. Üç savaşçı gelmiş, çoğunun da aslı Kürd ve birer bayrak taşıyorlar.
-Tarihte sömürge halklar isyan ederken sömürgeciler bir süre sonra tümden kaybetmemek için barış görüşmeleri istediler. Biz tersini yaptık. Yani yolunda yürürken bir tecavüzcünün tacizine, tecavüzüne maruz kalan bir kadının çığlık atarak “Barış istiyorum, barış!!!” demesi gibi yaptık. Oysa tecavüzcü en az cezadan kurtulmak için barış istemeli mağdur olan değil...
-Yaşadıklarımıza bakılırsa isyan etmesi gereken bir halkız, doğrusu çokta cefakar ve direngen bir halkız, lakin bir el bilinçli bir şekilde bizi barış manyağı haline getirdi, ayağa kalktığında da \"otur yerine\" derken iradeleri kırılanlar olduk. Umudumuz ve dileğimiz bu tarihsel hataların tekerrür etmemesi ve kısa sürede rövanşa geçilmesidir.
-Günümüz koşullarında sömürge ve sömürgeci savaşında, sömürgecilerin askerlerini savaşarak söküp atmanıza gerek yok, borsa çağında devletler porselen gibi hassastırlar, kırılgandırlar, çok yönlü nefes aldırmadan direndim mi ekonomik-siyasi kriz derken oturmak zorunda kalır seninle barış görüşmelerine. Katalanlar, Qebekler, İrlandalılar böyle yapmıştı. Yıllardır Birleşmiş Milletler gibi dünyanın en önemli kurumlarında halkların kurtuluş ve çözüm görüşmelerini izledim ve yazdım; Kuzey Kürtleri gibi işi tersten ele alan bir çözüm örneğini görmedim.
-Kadim yurdumuzda, dağlarımızda sömürgecilere yani biz onlara \"silahlarınızı bırakın\" diyeceğimize her gün aşağılanarak \"silah bırak gel teslim ol\" çağrıları tehditleri aldık ve geri çekildik, her çekilişte aylarca yol aldık, yüzlerce kayıp verdik son kez dışında nihayet....
Bu devletin savaş başarısı(!) sivilleri katletmek, köyleri ve ormanları yakmaktır. TC’nin Eğit donat\'ından 50 kişilik Uzman kadro Suriye\'ye ayak basar basmaz altısı kaçmayı başardı El-Nusra\'dan diğerleri imha edildi.
AKP milliyetçiliği kudurtarak oylarını artırmak istiyor. Her hareket karşıtını doğurur, her halükarda HDP\'nin oyları artacaktır. Fakat ve Kürdistan’ı kapsayan bir legal çalışma sahası bir de Amed merkezli kesin ve ciddi bir özerklik çalışması her şeyden öncelikli tutularak yürütülmesi anlam ifade edebilir. Bu durumda Saddam psikozuna girenlerin Saddam’ın sonuna benzer bir sonla fıtratlarına kavuşmaları kaçınılmazdır.
(NOT: Kimse bana kızmasın, yazdıklarım aynı zamanda halkın önemli bir kesitinin duygu ve düşünceleridir. Cevap yazacak olanlar bireysel polemiklere girmeden makul ve nesnellik ölçülerinde yazsınlar ki halkımıza birazda olsa faydalı olalım.)
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.