Kürd dünyası karmakarışık, manipülasyonların kıskacında debeleniyor. Temel varlık ve yaşamsal sorunu ulusal sorun iken o başka şeylerle oyalatılıyor. Öncelikle federasyon ve benzeri statülere karşı olunamaz çünkü bunlar ara geçişlerdir ve önemlidir fakat teritoryal anlamda devlet sahibi olmanın önemi de yadsınamaz, karşı gelinemez; karşı gelinmesi ulusal bir suçtur ve yargı gerektirir. Biz yargılamaz isek tarih yargılar.
Parçalı bir ulus olarak bilimsel ve düşünsel doğuş sürecimizi, yani ulusal Rönesans’ımızı yaratabilecek miyiz? Özgür düşünen, düşündüklerini özgürce ifade eden bireyler olabilecek miyiz? Bunun nesnel koşulları için özel bir çabamız olacak mı? Farklı düşünenlere tahammül, çoğulculuğu ve bilimselliği esas alabilecek miyiz? Batı'nın özellikle 2. Dünya Savaşından sonra geliştirdiği üretim ve demokratik çoğulcu yönetim biçimleri, devletsel, kurumsal ve toplumsal demokratikleşme, hukuk ve sosyal devletleri olmuş ve olma yolundaki değerlerini önemseyebilecek miyiz, bundan bir ders çıkarabilecek miyiz? Yoksa hep “Emperyalistler” deyip aşağılayacak mıyız?
Gönül isterdi ki, halk olarak komşu halklara model olabilecek gelişkin bir demokrasi yaratalım; fakat kendimizi kandırmayalım. Düşünsel dayanaklarımız, sosyal kültürümüz, demokrasi bilincimiz buna hiç müsait olmadığı gibi sömürgecilerimizin de dehşet önyargıları, bizi inkârcı tutumları gibi kendi kendimize kurduğumuz hayaller bölgesel sosyolojiye tamamen ters bir olgu değil mi ve bunu her gün yaşayıp görmüyor muyuz?
Efrin bize çok şey anlatmalı. Kendimizi, düşüncelerimizi, retoriklerimizi gözden geçirmemizi ve bundan bir dersler çıkarmamızı sağlamalıdır. İçtenlikle, yalvar yakar tarzında hiç bir hukuki dayanağı olmayan, sosyolojik ve antropolojik bir değer de ifade etmeyen, kadim ulusunu tüm değerleriyle yok sayan sömürgecine “Kardeşlik“ gibi kavramlarla politika yapmanın kazandırmadığı Efrin ile daha net anlaşılmış olmalı. Bırakalım devletin resmi görüşünü, solcu, demokrat geçineni ile konuştuğunda koskoca bir kara boşluk ve kara cahil olduklarını anlarsın. Çünkü onların aidiyet duyguları farklı olmasının yanı sıra geri kalmış, demokratik devrimler yaşayamamış ülkelerin solcu ve demokratları kaçınılmaz olarak aşırı dogmatik, bilinçsiz şoven ve kurnaz olurlar. Yüksek bir entelektüel birikim ve hümanizma ile kendini donatıp şovenizmi aşmak ise pek kolay değildir ve bunların sayısı toplumsal değişim ve dönüşüm için asla yeterli değildir. Ezici çoğunluğun algıları kapalıdır, onlarla konuştuğunda bir boşluğa seslendiğini hissedersin. Seni anlamak istemezler, çünkü şartlanmışlar. Bir çocuk diliyle anlatsan bile anlamazlar. "Bak senin yurdun, devletin var. Anadilinde eğitim hakların ve ulusal kurumların var. Biz de bir ulusuz, sen kendine ne hak görüyorsan ve ne istiyorsan kendine onu da bize de hak görmez isen savaş sürer ve sen bu anlamda bir zalim ve münafıksın, savaşın müsebbibisin" diyorsun gene anlamıyorlar. Ortalama bir Sırp’ın da bilgi dağarcığı bir Kosovalıyı, bir Bosnalıyı anlamaya yetmezdi. Çünkü yılların özel savaş şartlandırma aygıtları insanları o kadar önyargılarla doldurmuş ki artık beyin zehirlenmiştir ve bu zehirlenmiş beyinler Efrin örneğinde görüldüğü gibi işçisinden Prof. una kadar mazlum Kürd halkına karşı dehşet bir düşmanlık gösterdiler.
Anlaşılmalı ki ülken, yurdun olmadı mı sen de olamazsın, Birleşmiş Milletlere kayıtlı devlet olamadın mı tapun yok demektir. Tapusu olmayan arazide ev-bark, barınak yapamazsın. “Burası benim yurdumdur” diyemezsin. Bin yıllardır yaşadığın toprakları dahi yurt edinemezsin. Gelen vurur, giden vurur ve hiçbir hak iddia edemezsin. Devlet olmadın mı hava sahan da olmaz ve Efrin'de yaşadıklarımızı hep yaşarız. Uçaklara bile karşı koyamazsın çünkü hava sahası ancak devletlerindir.
Devletsiz olduğumuz sürece Efrin-Şengal olmaktan da kurtulamayız. Mesela uluslararası ticaret ve seyahat bile edemeyiz. Uzaya yolculuk yapabilen ülkeler bile daha güçlü birer devlet olmak istiyorlarsa demek bu dünyada devlet olmak zorunludur, iyidir ve önemlidir. Çünkü devlet olamazsan Birleşmiş Milletler'den de bir şey bekleyemezsin. Çünkü ULUSLARIN KENDİ KADERİNİ TAYIN HAKKI’nı kendin ret ediyorsun demektir. O halde BM yasalarına da ters düşüyorsun. Dünya devletleri de seni asla ciddiye almaz, çünkü hiçbir gelecek vaat edemiyorsun. Yurdunu, seni sömürgeleştirenlerin iç sorunu ve demokrasi sorunu olarak görüyorsan bu o ülkenin iç sorunu ve demokrasi sorunu olarak kalır ve kimsenin müdahale hakkı olmaz ve sen müttefik de edinemesin çünkü seninle müttefik olmak istediğin ülke bir fesat ve bozguncu duruma düşer. Bu anlamda başka bir ülke kolay kolay başka ülkelerin iç sorunlarına karışmaz. Çünkü dünya parlamentosu niteliğindeki Birleşmiş Milletlere (BM) üye değiliz. Sonra çok absürt konularla meşgul ediliyoruz. Bunlar belli merkezlerden yapılıyor. Bizimle alakası olmayan ve asla öncelik arz etmeyen konularla meşgul ediliyoruz. O kadar çok konu var ki hayati ulusal meselemizin önünde tutuyoruz. Mesela biz bir çakı bile üretemeyen bir toplumuz fakat kapitalizm hakkında dünyanın iki yüz yıl önce tartıştığı kapitalizmi bilinçsizce tartışırız. Çünkü birileri bizi hep başka şeylerle oyalıyor.
Şimdi Efrinliler çığlık çığlığa... Efrinliler yollarda, Efrinliler feryat û figan içinde, bizden yardım bekliyorlar. Sömürgecilerimizle ilişkilerimiz Sırp-Bosna ilişkilerinden de beter fakat hâlâ bunu anlamış değiliz. Halklar kardeşmiş! “Tecavüz sonucu mu kardeş olduk” diye sormazlar mı? Bu nasıl bir kardeşlik? Neden halkımızla kardeş olamıyoruz. Mesele halkımız olunca "O kötü, bu kötü" peki biz çok mu iyiyiz? Efrin'de çocuk yaşlardaki kızlar kaçırılıyor bilinmeyen yerlere... Bunu yapan Türk sömürgeciliğidir ve tüm kurumların ve partilerin desteğini alarak yapıyorlar. Sonra Başur’un çok düşmanlığını yaptık. Televizyon ve gazetelerimiz sanki bunlar için kurulmuş. Anladık eleştirilecek çok yanları var. Fakat bu dünyada Kürdistan denilen bir yer varsa, binlerce Kürdçe okullarda Kurdi ders veriliyorsa, Kürdçe dilinde üniversitelerimiz oradaysa ve biz ise kırk yılda anadile de bir kreş hakkına bile sahip olamadıysak, biraz saygı bile duymuyorsak hani bu denli aşağılamaya hakkımız var mı? En azında birlik hatırına biraz temkinli olabilsek.
Bizim ardımızdan oralar bombalanıyor ve Türk devletine karşı gelsinler istiyoruz. Peki, güçleri yetiyor mu diye düşünmek te istemiyoruz. Kendimizi onlardan daha akıllı ve güçlü görüyorsak bu karşı koyuşu biz niye yapmıyoruz? Demek ki bu kadar kolay değilmiş. Bize biat etsinler istiyoruz. Peki, samimiyetimiz ve demokratlığımız bu kadar mı? Türk devletinden kardeşlik istiyoruz ve bu yönlü çok yalvardık değil mi? Sonuç Erfin mi olmalıydı? Peki gerçek kardeşlerimizi neden bu denli gelişi güzel aşağılıyoruz? Oysa sosyolojik gerçeğimiz şundan ibaret: DKP ve diğer Güneyliler kendi sosyal, siyasal ve kültürel ilişkileriyle var olacaklar ve istesek de istemesek de bunlar ciddi ulusal bir güçtürler. O halde bunlarla nasıl bir ulusal ilişki içinde olmalıyız? Şüphesiz onun içişlerine karışmadan ulusal güç birliğini esas alarak mümkün olabilir ve olmalıdır da. Peki, biz ulusalcılığı ret ediyorsak onlara “Ulusal Kongre” gibi bir takım ittifakları dayatma gibi bir hakkımız kalıyor mu? O halde kendimizi de gözden geçirelim. Onlar kusursuz demiyorum fakat bizim kusurlarımız Ararat Dağı’ndan yüksek. Eli kalem tutanlar o ya da bu partinin mevziisinden diğerine ateş etmek yerine daha yapıcı bir dil bulabilir ve bu güçleri, parçaları ulusal bir sinerjiye dönüştürebiliriz. Söyleyin bu yazdıklarımın neresi yanlış?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.