Geçenlerde PYD eş Başkanı Salih Müslüm ile Bern Parlamentosunda yapılan bir konferansa gitmek için aynı arabada yolculuk yaptık. Dingin ve asil ruhlu Başkan Rojeva’da kurdukları çoğulcu ve demokratik kantonal sisteme Türk devletinin şuursuz düşmanlığını ve Rojava’ya neden tahammül edemediğini anlatıyordu. Kürd liderler geleneksel elitizmi aşarak Kürdistan davası uğruna evlatlarını da şehit verdiler. Salih Müslim’in oğlu Şervan İŞİD’e karşı şehit düşerken Kürdistan Demokrat sosyalist Partisi Sekreteri Mahmut Hacı’nın oğlu’da İŞİD’e karşı şehit düştü. Mustafa Barzani’de oğlu dahil ailesin yüzlercesini şehit vermişti. Fakat para ve iktidar tutkunu Türk Cumhuru din yoluyla kendisini bin odalı saraya attı, yoksullara din iman ile yetinmelerini nasihat ederken oğullarına da gemiler, limanlar sağladı. Mustafa Kemal’in de kurtuluş savaşı öykülerinin çoğu şişirmedir. Çetrefilli cinayet öyküleriyle, konforlu özel yaşamı derken zaten kurtarılması gereken neresi vardı ki? Devasa Osmanlı\'dan geriye Anadolu zaten kalmıştı. En büyük marifeti( !) ise tek dil, tek kültür ve toplu kıyımlardı.
Beyinsel ve kültürel asimilasyon süreciyle Kürtler 90 yılını Demirel,Ecevit gibi başbakanları kendi başbakanlaymış gibi tartışıp durdu. Fakat hâlâ kendi kahraman halk önderlerini ne kadar biliyoruz? Qazi Muhammed, Şeyh Sait, Seyit Rıza, Dr. Kasımlo gibi halkının özgürlüğü uğruna canlarını feda edenlerin ne kadar farkındayız? Bu karşılaştırmayı sadece Türk liderlerle değil İran, Irak ve Suriye liderleriyle de yapsak Kürtlerin gurur duyabilecekleri çok büyük değerleri var. Ve bu liderlerin çoğuna bir mezar bile nasip olmadı. Mustafa Barzani dağ kartalı gibi kırk yılını en ön saflarda savaşarak geçirdi. Politik Kürdlerin hepsi Mao’nun uzun yürüyüşünü iyi bilir. Fakat Mahabbat Kürd Cumhuriyeti’nin trajik öyküsünü ve Mustafa Barzani’nin Uzun Yürüyüşü’nü ne kadar biliriz?
PKK kurucu önder kadroların çoğunun dağ yaşamı, dile kolay 35 yılına giriyor. Zindan direnişleri ve işkencelerde ölümler başka birer onurlu direniş destanlarıdır. On binleri bulan üstün teknolojik donanımlı askeri ordulara karşı günlerce aç susuz küçük gerilla guruplarının direniş destanlarını yazabilecek miyiz? Fakat Rus, Çin, Küba devrim öykülerini iyi biliriz. Kobane direnişi ayları buldu. Hangi filmler, hangi romanlar, hangi şiirler, hangi şarkılar bu direnişi yeterince anlatabilir? Bu öyle bir destan ki saçları örgülü meleklerin ön saflarda olduğu tarihin en onurlu destanlarındandır. Bir de komşularımıza bakın. İran’nın sapkın Molla rejimi yoksul yasaklı Kürdleri guruplar halinde sokaklarda asarken İranlılar karnavala gider gibi hatıra fotoğrafları çekmeye gidiyorlar. Bir de Saddam vardı. Naziler kamplarda soykırım yapardı, o Kürd sivilleri çöllere toplu gömerdi. Peki ya bir kimliği dahi Kürdlere çok gören Esad monarşizimini nasıl tarif edeceğiz?
‘Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, fakat saray ahır olur.“ Kadim Kürd halkıyla bu denli oynayamazsınız, bu zulüm bir gün bumerang gibi sizlere döner. Mahsum, mazlum ve kimselere hiç bir zararı olmayan Alevilerle de bu kadar oynayamazsınız. Çoğunluğun ve iktidar olmanın tüm olanaklarını mazlumlara karşı bu denli kullanamazsınız. Her türlü hırsızlığı, hilekarlığı, üçkağıtçılığı, zülmü dinin arkasına saklanarak bir yere kadar yapabilirsiniz fakat sonunuz Saddam’ın sonu olmasından da kaçamazsınız. Unutmayın ki zülüm felaketlerin en büyüğüdür. Ve böyle sürdürürseniz bin odalı saraylarınız da size dar gelir ve saklanacak oda da bulamazsınız.
Her açıdan desteklediğiniz İŞİD, insani ve Tanrısal tüm değerlere tecavüz ediyor, bunlara hamilik yapmak suçların en ağırıdır. Peki hangi din, hangi felsefe, hangi ideoloji adına ne istiyorsunuz bu mazlum ve mağdur halktan? Çözüm, çözüm için değil, 2015 seçimlerini de Kürtlerin sırtından almak içindir. Fakat biliyoruz ki çözüm olmayacak, lakin sizlerin çözülmesi tarihin kesin bir hükmüdür.
Malkoçoğlu filmlerinden ve Türk tarih tezleriyle tarih öğrenilemez. Tarihi, sosyoloji, antropoloji ve politika ile sentezleyip özümseyenler bu ceberut devletin tarihinde uygar yöntemlerle sorunları çözme kültürünün olmadığını görürler. AKP Batı’dan aldığı kredisini tüketmiştir. Uygar dünya Kürtlerin demokratik ve seküler bir mücadele içinde olduğunu görüyor. Fakat kürd hareketinin de uygar dünyayı görmesi ve müttefik olması gerekir.
Batı, Rönesans’tan beri karanlığa karşı savaşırken Ortadoğu Arabizm Kaynaklı politik İslam adeta aydınlığa karşı savaşıyor. Kürtler Aydınlık cephesinde kalırken ona göre de müttefiklerini seçmelidir. İŞİD’i nasıl değerlendirirsek değerlendirelim, bin dört yüz yıl önceki zihniyetin ve mutasyona uğramamış insanın „Kuran böyle emrediyor“ ya da „Allahuekber“ diyerek hörtleyip insan kesen, hiç bir insani ve ahlak kuralı tanımayan bir ‚İslamcı’ ordudan söz ediyoruz. Bu anlamda Arap-İslam coğrafyası Rönesans\'ını gerçekleştiremediğinden ötürü İŞİD ve benzerleri kader değil antropolojik ve sosyolojik realitesidir coğrafyamızın. Bu anlamda farklı paradigmalardan güçler Nazizm\'e karşı birleştiyse İŞİD’e karşı aynı espriyle birleşmek bir zorunluluktur.
Dünyaya Birleşmiş Milletlerden baktığımda, AKP gemisinin su almaya başladığını görüyorum. Osmanlıcığıyla Nato’ya ters düşmüş durumda. Seçimlere varmadan ekonomik krizin beraberinde getireceği siyasal buhran olasılığına karşı Kürd hareketi hazırlıklı olmalı. Bu anlamda AKP’nin iktidar sarhoşluğundan „Silahları bırakın, sükûneti sağlayın, sonra bakarız“ dayatması dünyayı iyi okuyamadıklarından kaynaklanıyor olabilir. Saddam’da son saatlere kadar başına gelebilecekleri göremiyordu. Kürdler değil, aksine Türk devletinin Kürdistan’da silahı bırakması gerekir. Hangi Kürd, Türk devlet namluların enselerinde olmasını ister ve bunu hak eder? Üstüne üstlük Kürd Ulusal Hareketi\'nin eli daha da güçlendi, gerilla gücüne bir de ayaklanma, yani sokak gücü eklendi. Gerilla-Peşmerge ve Kürtlerin de birliğini eklersek Ortadoğu’da demokratik temellere dayalı modern Kürdistan’ın doğuş sancıları bir hayal değil. Saçları örgülü kadınların ön saflarda olduğu aydınlık cephesinden yeni bir uygarlığın ayak seslerinin yükselmesi bir rüya değil. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.