Tarih yaşanılmış olaylar dizgesidir. Tüm hatalarımıza rağmen kolonyalizmin dayattığı teslimiyete ve onursuzlaştırılmaya karşı direnişler sislileleriyle dolu olan tarihimiz özgürleşeceğimizin de habercisidir. Özgürleşmek ve devletleşmek için kan ter içinde ki yolculuğumuzda tarihimizin son duraklarındayız… Geç kaldık telaşıyla kurtuluşa olan özlemlerimiz ile zamanın sınırlarını zorlarken temel alınması gerekenler var. Özellikle ulusal birliği ve hayatın her alanında demokratik değerleri öncelikli tutma bilincinin geliştirilmesi…
Ortadoğu ilk insanlığın uygarlaşmasına kaynaklık ederken dinlerin hayatın her alanına hurafik yöntemlerle egemen kılınmasından ötürü son bin küsur yıldır düşüncenin gelişimini belirleyen her şey dondu ve üstü betonlandı adeta. Devletsizlik, sanat, felsefe, bilim ve düşüncenin özgür olmayışı ise uygarlaşamamızın, geri kalmışlığımızın temel nedenleridir. Sanat, felsefe ve bilim gelişemeyince hele, hele günümüz demokrasi ve insan hakları çağında demokrasi düşüncesinin gelişmesi de mümkün olamazdı. Düşünce gelişemeyince üretim ilişkilerinde de bir gelişme yaşanamazdı ve bunlar karşılıklı birbirini besleyen olgulardır. Dolaysı ile düşüncenin gelişmediği toplumda hukuk bilinci de gelişemezdi. Hukuk bilinci gelişmemiş toplumların hukuk devleti kurmaları da mümkün olamazdı. İşte 22 Arap devleti, İran, Pakistan, Afganistan, Türkiye, gericiliğin ve zifiri karanlığın kör girdabında değil mi? Biz Kürdler bu köhnelikten bir ders çıkarabilecek miyiz?
Öncelikle federasyon ve benzeri statüler sürecinden geçsekte teritoryal anlamda devlet sahibi olmanın önemini anlayabilecek miyiz? Elbette Yeniden bilimsel ve düşünsel doğuş sürecimizi, yani Rönesansımızı yaratabilecek miyiz? Özgür düşünen, düşündüklerini özgürce ifade eden bireyler olabilecekmiyiz? Bunun neslel koşulları için özel bir çabamız var mı? Farklı düşünenlere tahammül, çoğulculuğu ve bilimselliği esas alabilecek miyiz? Batı\'nın özellikle son 30 yıldan bu yana geliştirdiği üretim ve demokratik çoğulcu yönetim biçimleri, devletsel, kurumsal ve toplumsal demokratikleşme, hukuk ve sosyal devletleri olma yolundaki değerlerini önemsiyorum ve bu trend sürecek; bundan bir ders çıkarabilecek miyiz? yoksa marjinal, kaynağı ve bilinç altının İslamcılığa dayanan retorikleriyle “emperyalisteler” deme körlüğünde ısrar mı edeceğiz?
Gönül isterdi ki, halk olarak komşu halklara model olabilecek gelişkin bir demokrasi yaratalım; fakat kendimizi kandırmayalım; düşünsel dayanaklarımız, sosyal kültürümüz, demokrasi bilincimiz buna henüz çok müsait değil, fakat bir yerden başlamak gerek. Bu bilincin temeli özellikle ve öncelikle halk olarak devlet sahibi olma bilincinden geçiyor. Partilerde, kurumlarda, kurum ve partilar arasındaki ilişkilerde ve özcesi hayatın her alanında demokrasi kültürünü esas alabilme entelejiyasına sahip olabilecek miyiz? Evet çok kolay değil, çünkü bu alanda, ne bölgesel ne de yerel bir mirasımız yok. Feodalitenin ağır tesiri altındayız. Özel ve özgün ulusal eğitim kurumlarımız yok. Sömürgeciliğin eğitim kurumlarında düşünceler köreltilmiş ve köreltiliyor, beyinler adeta zehirleniyor. Bilim karşıtı eğitim sistemi ile kişinin özel öğrenme çabası yoksa insanlar adeta kötürümleştiriliyor. Ortalama bir Türk, bir Arap ve İrani gibi düşünüyoruz. Düşünce sistemimiz, nesnel, evrensel ve hatta ulusal hiçbir özgünlük taşımıyor. Hatta sömürgecilik ile düşünsel ve ruhsal bağlarını koparmış olanlarımız milliyetçilikle suçlanıyor; tıpkı şoven bir Arabın, Türkün yaklaşımı gibi. Adama hangi millettensin diye sorduğunda hâlâ “Elhemdulillah Müslümanım” diyenlerimiz az değil. Oysa dinini değil hangi ulustan olduğunu sordum. İçimden “Kör-kütük cehaletin batsın” diyesim geliyor. Aynı durum hâlâ bazı Aleviler ve Ezidiler içinde geçerli. Ne solculuğumuz, ne de sanatçılığımız hiçbir özgünlük taşımıyor. Bizde her ulus gibi sınıflı bir toplumuz, solcu olacaksan Kürdün solcusu, sağcı olacaksan Kürdün sağcısı hatta dinci olacaksan Kürdün haklarını savunma temelinde dinci değil, dindar ol ama egemen ulusun bir arganı, uvuzu olma; çünkü bu durum sosyoloji biliminde ciddi bir sapkınlığı ifade eder. İşte geçte olsa ulusal, kimlik ve demokrasi bilinci bir yerlenden başlatıldı, kör-topal, yarım yamalak ilerliyoruz her dört parçada. Öncelikle ulusal temelde düşünmek, ulusal birliği savunmak, birey olduğumuzu ve her kes kadar düşünce özgürlüğüne sahip olduğumuzu, toplumsal olaylardan, olgulardan ve değerlerden birey olarak sorumluluk hissettiğimizin farkındalığını yaşamamız doğal olarak özgürleşmek ve demokratik bir toplum olmak için zorunludur. Bu durum Ortadoğu’nun kurtuluşu demek. Çünkü Kürtlerin özgürleşmesi Ortadoğu’yu özgürleştirirken taşlar yerine oturacak.
Kurumsallaşmayı önemsemek ve kurumlarda başarıyı esas alacak bir kültürün ve hukuksal mekanizmanın egemen kılınmasını çabasını göstermek te kurtulmanın ve demokratikleşmenin biricik yolarındandır. Rojeva Küristan’ında çok önemli zaferler elde etmemizin temelinde dünyaya egemen güçlerle doğru ittifak kurmuş olmanın önemini doğru kavramak gerek. Bunun teritoryal özgürlüklü olmasına ve daha çok demokratikleşmesine özen göstermek zorunludur. Bölgesel kaostan ve savaştan kaynaklanan buhrana rağmen Güney’de devletleşme çabalarını desteklemek gerek. Kuzey’de halk PKK’ye olağanüstü bir destek sundu. 70 binin üstünde evladını, canını ve malını verdi. PKK’den ulusal kazanım bakımından başarı beklemek her Kürdün en tabii hakkıdır. Çünkü PKK Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan vaadi ile yola çıktı. Halktan destek görmesinin temelinde de bu vaat ve buna uygun bir direniş ruhu var. Araya kırk yıllık bir zaman girdi, halk artık somut ve net talepler ve kazanımlar bekliyor. Türk devleti’nin son aylarda gerçekleştirdiği kıyım ve vahşetlerin hesabının sorulmasını elbette PKK’den isteyecek. “Ulusal devrim bedelsiz olmaz” fakat kazanım varsa bedel tolere edilir, kazanım yoksa bunun geçici de olsa bir yenilgi olduğunu kabul emek gerekir. Duran Kalkan’ın düşmanın bu kadarda acımasız olacağını düşünmedik demesi nasıl açıklanmalı? Şu ya da bu partinin slogancılığını yapmak gerçek aydın ve yazar duruşu olamaz. Böylelerinin slogancılığını yaptığı partilere de ulusuna da bir faydasını düşünemiyorum. Düşünce özgürlüğünün, olay ve olguların tartışılmadığı bir yerde doğrular anlaşılamaz, dolaysı ile başarı mümkün olamaz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.