Aslında neden ve sonuç ilişkileriyle derin sosyolojik bir konu. Özcesi, kırk milyonu aşkın bir ulus olarak hâlâ devletleşemediysek halkımızın ve coğrafyamızın parçalanmış biçimi, sömürgecilerimizin uygar olmayışları ve benzeri nedenselliklerin yanısıra bunun bizden de kaynaklanan ciddi algısal ve zihinsel sebepleri olmalıdır. Parçalara bölünmüş ve yok edilmek için amansız bir şiddetin girdabındayız; eğitimsizlik, işsizlik, üretimsizlik ve açlık ile adeta “terbiye“ edilerek kişiliğiyle oynanılanlar birer egemen ulus hayranı. Buna sosyolojide “Beyaz adam hayranlığı“ denir.“ Bu kişilikler birtakım çıkarlar uğruna egemen ulusun hizmetine girer ve halkına yapmayacakları kötülük yoktur. Bunlar geçmişlerinden intikam alırcasına gerçeğe karşı dururlarken yarattıkları tahribat ve sömürgecilerin uygulamalarının başlıca müsebbibidirler.
Dört parçaya bölünmüş olmak doğal olarak her parçanın sömürgecisinin tahribatları farklı karekteristlikler yaratmış.
Rojava’da dünyanın gurur duyduğu büyük bir direniş sürse de henüz uluslararası geçerliliği olan bir statüden söz edemeyiz. Fakat güçlü bir kimlik bilincine sahip. Güney Kürdistan önemli ölçüde özgürleşmiş, tüm yapılanmalarıyla devletleşmeye hazır bir durumda. Rojhilat Kürdistan’ı hiç bir statüye sahip olmadığı gibi büyük acılar içinde. Kuzey Kürdistan 35 yıllık bir mücadele çok önemli bir kurumsallaşma ve kimlik bilinci yarattıysa da hâlâ ana dilde eğitim hakkına bile sahip değil, fakat halkın büyük bir desteğiyle direniş sürüyor.
Ulusal Hareketi’nin barışçıl ve iyimser tavrı sık sık tek yanlı ateşkeslerin ilan edilmesi sömürgecilerin bunu çok daha ezici ve imhacı fırsatlara çevirmesi ve hatta Kürdler’in ölülerine karşı barbar çağlara ait tutumu, sömürgeciliğin doksan yıllık tutumunda bir değişikliğin olmadığını gösteriyor. Her gün onlarca Kürt çocuğu öldürülüyor, kent ve kasabalarımız viraneye çevriliyorsa barış Kardeşlik ya da demokrasi istemek bizim işimiz olmamalıydı. Her şeye karşın dünyamızda nüfusu 50 bin yüz bin olan bir takım halklar bile devlet olabilmiş ise kırk milyonluk Kürd halkının heniz tam bir teritoryal ve siyasal bir egemenlik oluşturamaması onun ulusal bilinçte henüz istenilen yerde olmadığını gösterir.
Ulusal Varoluş İçin Anadilin Önemi
Her toplumsal özgürlük girişimi, büyük acıların kaynağında yeşerir. Konjonktural koşullara göre bazen bedeli çok ağır olur toplumsal özgürlüğün. Fakat fazlasıyla değer, çünkü bir ulusun asimilasyon yoluyla yok oluşu felaketlerin en dehşetlisidir. Dil, ulusun en önemli varoluş nedenidir; O’nun asıl sınırlarını ve demografyasını dili belirler. Ve dil uzun tarih, derin bir sosyoloji ve antropolojidir de aynı zamanda. İşte o dilin kaybolması ile tüm değerler silsilesi birlikte kaybolur.
Dilini yitirmiş ve ulusal bilince sahip olmamış ulusun insanlarının sağlıklı olmaları beklenemez; başkalaşmış, kompleksli, ruhsal olarak büyük yara almış, aidiyetsel farkındalığını da yitirmiş, artık kendisi olmayan hasta insancıklar vardır karşınızda. Bundan ötürü sömürge halklarda düşürülmüş, kişiliksiz, hain unsurların oranı çok fazladır. Tüm bunların farkında olanların sömürgeciliğe ve ihanete karşı öfkesi de bir hayli büyüktür. Bir dil binlerce yıllık zaman içinde oluşan, doğada her şeye sesi ve mantığıyla bir ad koyarak zenginleşen ulusal iletişim ve kimliktir. O dilde hikayeler, söylenceler, masallar, ağıtlar, ezgiler, şiirler, romanlar ve insanlık mirasına dahil olmuş kadim bir kültür oluşmuştur; işte bunun için ulusal bilinç her insan için çok önemlidir. Ulusal bilinç kendin olmaktır. Ulusal değerlerini bilenler başka ulusların değerlerini bilirler. Tüm bunların büyük insanlığın değeri olduğunu bilerek hepsine eşit mesafede yaklaşırlar. ‚Alt-Üst kimlik‘ tartışmalarına ancak Türkiye’de rastlanır.
Bu ırkçı ve çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Ulusal kimlik derken başka uluslardan üstünlük duygusu tehlikeli olduğu kadar kimliğini savunmamakta bir o kadar tehlikelidir. Egemen ulus milliyetçiliği ezici olduğu için faşizme götürürken ezilen ulus milliyetçiliği ise ilericiliktir. Zira baskı ve zulüm altında tutulan bir halka ait değerler silsilesinin özgürlüğünü ve egemen ulusla eşit olmasını savunuyorsun. Bu anlamda insanlık değerlerininim eşitliğini savunmak ilericiliktir. Hatta buna lutufsal sıfatlar yüklemeye de gerek yok, tehdit altındaki dilleri ve kültürleri savunmamak faşizan bir tutumdur.
Ulusal Biliç Ve Aydınların Tavrı
Her ulusal mücadelede aydınların tavrı tarihsel önemdeydi. Partiler mücadeleyi ve başarıyı esas alırken aydınlar kurtuluşun yol açıcılığını yaparlar. Teritoryal ve siyasal egemenlik hakkımızı oluşturmayıncaya kadar sömürgecilerin “küçük guruplara böl ve sonra gurupları teker teker imha et“ yöntemi ulusal hareketler arasında çekişmeler ve çatışmaların kaynağını teşkil eder. Birakuji Kürdlerin en büyük trajedisiydi. Kurtuluş hareketleri, isyanlar ve örgütsel mücadeleler olumluluklarının yanı sıra, çoğu zaman parçalanmayı ve ayrışmayı beraberinde getirirken, bizlere düşen en önemli görev: siyasal yaşamımıza ilişkin geniş bir bakış açısı oluşturmak, kimliğimizin sınırlarını ve gücünü düşünce yapımızla destekleyip, birlik ve beraberlik içinde başka ulusları aşağılamadan ulusal çıkarları esas almaktır.
Dürüst aydın ve politikacı olmanın gereği de budur.
Demokraside çoğulculuk, farklı sınıf ve katmanları temsil eden partilerin varlığı esas alınır. Bu anlamda Kürdistan davasını her şeyin üstünde tutan her parti ve kurumun varlığı meşrudur fakat Hukukunu oluşturamayan toplumların hukukunu ve vicdanını aydınları oluşturur. Bir toplumun gerçek aydınları ulusunun çıkarlarına ters düşen her düşünce ve eylemi eleştirme hakkına sahiptir. Eleştiri ve düşünsel çatışmaların olmadığı toplumlarda düşünsel ve zihinsel geriliğin başlaması kaçınılmazdır. Bu tür toplumlarda Levinas, “Etik ve Sonsuz” adlı eserin önsözünde “etik bir felsefedir” der. Tarih bize etiğin esas alınmadığı siyasetin, yolsuzlukların girdabında kanlı karanlık ve kirli olduğunu gösterir. Koşullar ne olursa olsun, hangi hatalar yapılırsa yapılsın, takım tutmak gibi bir tutum gerçek aydın ve düşünür tavrı olamaz. Lamartin muhafazakardı ve aktif siyasette önemli bir rol oynadı, Baudelaire sosyalizme inandı yaşamı boyunca mücadele etti. Fransız aydın ve yazarlarından Sartre, Boris Vian, Faucault, İlya Ehrenburg ve daha niceleri farklı ideolojik tutumlar içinde olsalar da yaşadıkları toplumun gerçekliğine asla sırt çevirmediler. Aydınlarda, toplumsal sorumluluk sahibi, bilimin yol göstericiliğini savunan, halkına karşı yanlışları sorgulayan, tehlikelere işaret eden, insanların özgür ve bağımsız kimlik kazanmalarında, tüze ve türelere önem veren, aydınlatıcı, düşünce derinliği olan, ilkeli davranan, tevazu sahibi saygılı kişidir. Kürd halkı gibi tarihin en büyük haksızlıklarını yaşayan bir halkın aydınlarının ulusal bilincin geliştirilmesinde ve kurtuluşu için mücadele eden partilerin bir anlamda balans ayarı olmalıdır.
(*** Yazarımız Aydın Dere\'nin bu yazısı, yazarımızın nerinaazad.com\'da yayınlanması için Zernews\'te Faruk Bedirxan tarafından gerçekleştirilen röportajdan derlenmiştir.)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.