AKP’nin iktidarı yeniden alması bizleri korkutmamalı, aksine çok daha kenetlenip örgütlenmeliyiz. Davamız insanlığın aydınlık yüzünü temsil ediyor. Bu kliğin Türkiye’yi nasıl bir belaya sürükleyeceğini göreceğiz. Çünkü bunca zulüm, katliam ve talana rağmen iktidar olması Nazilerin yükseliş dönemini anıştırıyor. Hangi güç, tüm değerleri elinden alınmış, bilinçlenmiş ve öfke ile uyanan 20 milyon halkı bastırabilir? Üstüne üstlük bağımsızlığa doğru giden diğer parça da varken…
Türkleştirilmek için inkar, toplu katliamlar, aşağılama, işkence ve asimilasyona karşı Kürd Ulusal Hareketi bir ciddi bir itiraz hareketi olarak doğmuştu. Binlerce yıllık zaman içinde oluşan kültürel değerleri ve yaşam kaynakları olan vatanlarının gasp edilmesine karşı yapılan itirazı halk destekledi, sahip çıktı, evlatlarını ve canını verdi. Diyarbakır zindanlarında Kürd halkının ulusal değerlerinin, kimliğinin ve vatanının zor yoluyla gasp edilmesine karşı tarihi savunmalar yapıldı. Gerilla direnişi ve gerillaya katılımlarda bu duygu ve düşüncelerle gelişip güçlendi.
Dünyada hiç bir ideoloji, kurum ve devlet bir halkın anadan doğuş haklarına karşı direk gelemiyor ve hatta hiç bir devlet bir halkın kendi kaderini tayın hakkına karşı da gelemiyor. Ulusların kendi kaderini tayın hakkı Wilson Prensiplerindendir, Marksistler de bu prensibe saygı duyup desteklemişlerdir. Yani doğru doğrudur; kapitalistler elmaya elma dediyse sosyalistler elmaya armut diyemezdi. Bu hak, insanlığın ortak paydası olarak ulusların kendi kaderini tayın hakkı olarak Birleşmiş Milletler’in temel maddelerindendir. Fakat Türkiye Kürdleri inkar ederek, yani onlara Türk diyerek bir an önce asimilasyon yoluyla yok ederek bir sonuca varmak istediyse de gücü yetmedi. Halk davaya sahip çıktı ve dava halka mal oldu. Türkiye seksen yol boyunca “Kürdler yok” sonra “Var fakat eşit vatandaştırlar” dedi. Elbette bunun bilimsel ve sosyolojik bir dayanağı yoktu, fakat sırtını dayadığı Batı’ya jeopolitik konumunu PKK’ye karşı iyi pazarladı ve pazarlıyor. En büyük argümanı ise PKK’yi NATO düşmanı göstererek NATO ve Batı’dan aldığı politik ve üstün sofistike teknolojiyle savaşı düşük yoğunluklu bir düzeyde tuttu. PKK’yi marjinalleştirmek mümkün değildi fakat Türk ekonomisini ve iktidarları sarsamayacak derecede tutmaya çalıştıysa da Ulusal Hareket’in kitlesel olarak büyümesinin önüne geçemedi ve bu günlere gelindi.
Anlayacağınız AKP IŞİD’i de devreye sokarak saldırılarını sürdürüyorsa da bu davadan kurtulamaz ve Kürdler ulusal ve teritoryal haklarına kavuşacaktır. Çünkü Kürdistan dört parçadır ve Güney Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olması kaçınılmazdır. Yanı başında kendisinden çok daha küçük bir parçanın devlet olması Kuzeyli kardeşlerinin teritoryal hak sahibi olmasını cesaretlendireceği gibi PKK’nin de politik ve stratejik parametrelerini çok daha ulusal bir çizgiye zorlayacaktır. Çünkü tarihin akışının önünde bazen hiç bir güç duramaz ve bazen her şeye rağmen bir şeyler olur önünde duramazsınız.
Türkiye uluslararası ilişkilerde Kürd halkının haklarını inkar etmediğini, PKK’nin komünist Stalinist bir devlet kurmak istediği için ezilmesi gerektiği kurnazlığı üzerinden diplomasi yürütüyor. Türk devlet yetkililerinin Birleşmiş Milletler’de ki konuşmaları ve öne sürdükleri argümanların temelini bunlar oluştururken maalesef bu kurumlarda Kürdistan adına kimseyi bulamıyoruz. Zaman zaman konuşmacı olarak çağrıldığım Birleşmiş Milletler’de görüyorum. Devlet olamadan da BM’de ONG (Hükünet Dışı Örgüt) statüsünde yer alınabilir ve bu argümanlar boşa çıkarılabilir. Şu hesap kesin: Başından beri NATO’nun desteği olmasaydı Türkiye Kürd hareketine karşı bu günlere kadar dayanamaz ve diplomatik yollarla çözüme gelirdi; çünkü devletler çok güçlü görünseler de porselen kırılganlığındadırlar. Ekonomisi çöken hiç bir iktidar ayakta kalamaz.
Türkiye 35 yıldır PKK\'yi NATO\'nun tam hedefinde tutmak için PKK\'yi Stalinist komünist gösteren raporları, belgeleri ABD, NATO ve Batı’ya sunarak hep ikna etti ve bunun üzerinden sürekli askeri ve siyasi destek aldı. Türk devleti PKK\'nin içine sızarken de PKK\'yi bu paradigmada tutmaya çok özen gösterdi. Çünkü PKK\'nin bir ulusal kurtuluş hareketi olarak Batı ile müttefik olması Türkiye\'ye kesin kaybettirirdi. İşte Kobanê’de IŞİD saldırırken bir ay sonra sadece bir mahalle kalmıştı elimizde. İttifak güçleri vurmasaydı o tarihin en muazzam direnişine rağmen kaybedeceğimiz kesindi. Ama biz bir basın açıklamasıyla müttefik güçlerine teşekkür bile etmezken içimizdeki sızmalarla Batı düşmanlığını yapmaya devam ettik ve bunla da yetinmeyip Rusya’ya göz kırptık. İşte Türkiye böyle kazanıyor, yani seni ha Stalinist göstermiş ha faşist. Çünkü Batı için ikisi de düşmanlıkta liste başı olarak tam hedeftir. Dünyamızda mevcut haliyle demokrasi en gelişkin ve dünyayı yöneten Batı\'nın düşmanlık listesinden çıkmak için KCK\'nin özel bir çabası var mı? Yoksa Türkiye NATO ile bizi vurmaya devam mı edecek? Çok geçte olsa Türkiye’nin bu silahını muhakkak ama muhakkak elinden alınmalı. Güney Kürdistan’ın doğru seçtiği müttefikleriyle Arap gerici devletleri ve Türkiye’ye karşı kendisini korumaya almış olmasını doğru okumalıyız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.