Son aylarda tüm değerleri inkar edilen, varlığı esaret altında olan Kürd halkının “özyönetim” talebinin mücadelesi sürüyor. Çünkü devlet ona dünyayı zindana çevirmiş, fakat tarihin bu şafağında özgür olmak O’nun en doğal hakkıdır. Sormazlar mı sömürgeciliğe, sen bu halka ne verdin de ne istiyorsun? Kasabalarda süren direniş şimdi de kentlere sıçradı, kentler ateş altında. Peki Ankara bu totaliter yöntemiyle nereye kadar gidebilir? Onlar saldırdıkça Kürdlerde haklı olarak direniş ve ayrılık düşünceleri hızlanıyor.
Sömürgecilik, zenebofik faşist bir karakterde oldu mu bütün iğrençliklerin, katliamların ve kör bir savaşın sürmesine neden olur. İşgal ettiği ülkenin, halkın köleleştirilmesi, teritoryal kaynaklarını talan, halkı korkutma, sindirme ve asimile yoluyla yok etmenin sınırları yoktur artık; çünkü o varlığını inkar ediyor, canına, malına göz koymuş, yani seni yer yüzünden silmek istiyor, çıplak sömürüyü kendisine hak, işkenceyi olağan görüyor ve binlerce yıldan kalma değerleri tar û mar ediyor. Onların hiçbir değere saygısı olamaz. Bu durum ancak direniş ile caydırıcı bir boyuta vardığında, zararlarının kârlarından fazla olduğunu gördüklerinde belki dururlar. Onlar bir takım kapitalist sömürgecilerin sömürgesini elinde tutabilmek için yaptıkları ekonomik yatırımları ve verebilecekleri bir kültürleri olmadığı gibi var olanı da çalarlar. Keyfi tutuklamalar, yargısız infazlar yapar, kent ve kasabaları yıkıp yakmaya başladılar; çünkü her hangi bir uygarlık gelenekleri yoktur. Sahtekârlığa dayalı bir İslamcılığı komşusu Alevi’yi yakacak kadar acımasız, halkın malını aleni çalacak kadar hırsızlık yaparlar.
Sömürgeciliğe karşı ulusal bilinçlenme, aidiyet duyguların gelişimi, kadınların uyanışı, mücadelede ki yeri elbette devrimsel niteliktedir, fakat yetmiyor; Caydırıcı bir takım yöntemler bulmalıydık. Sömürgecilerin basınında kalemşorluk yapan köy korucusu Kürd unsurlar ve yüz bini aşan köy korucuları hala kanayan yaramız; çünkü ihanet bir halk için bir iç kanamadır.
İşgal askerleri mahalleleri, kasaba ve kentleri kuşatır, yakıp, yıkar direnenleri işkenceye götürür, tecavüzler, hatta soygunlar yapar, medya ve akademisyenler bunları gerekçelendirirken de bir takım Kürdler de bunların sözlerini tekrarlarlar ve mazeret üretirler. Oysa kendi barbarlarımıza demokrasiyi, insanlığı öğretmek zor iştir, barış ve kardeşlik söylemleri güzel ama havada kalıyor. Özgürlükçülüğü savunan birtakım sömürgeci aydıncıklar sadece kem-küm eder, karınlarından konuşur, bazen de “Kürdlere zülm ediliyor” derlerken insanlık için büyük bir değer taşıyan kadim bir dilin özgürlüğünü bile savunmazlar. Çünkü bunların yetiştiği okullarda çok önemli bilim alanlarından tarih, sosyoloji, antropoloji ve güncel politika tamamen yalana ve inkara dayalıdır. Yalana dayalı bu okullardan çok az insan evrensel değerler üzerinden kendisini bağımsız yetiştirebilir; gerisi Kemal Sunal ve Malkoçoğlu filmlerinin bilgi düzeyinden de geridirler.
Prof’u dışkı yedirmenin işkence sayılmadığını söyleyecek kadar aşağılıktır. Çünkü yalan kanıksanmıştır, haberler çarpıtılmış, bilim değerini yitirmiştir. Medya gerçeği yazamaz, yazanlar ya öldürülür ya da kodese atılır. Üniversite araştırmaya bile ihtiyaç duymaz, çünkü o bir bilim kurumu değildir. Eh, varsa itiraz eden birkaç kişi işinden olur, aşağılanıp kovulur. İşte bu koşullarda sömürgecilerin vahşetinin açtığı derin yaralar kangrenlenmişken, sömürgecinin de vücuduna sıçramış ve ırkçı hastalığıyla vahşetin esiri olmuş; körlüğü ve uygarlıksızlığı seni de, kendisini de perişan etmiştir. Çünkü burası bilim ve sanat devrimlerini gerçekleştirememiş, dinde reform yapamamış, politik dinciliklerle üstü betonlanmış Ortadoğu’dur.
Peki ya kardeş bildiğimiz halktan niye ses çıkmıyor? Filistin ya da başka bir yer için gösterilen duyarlılık neden Kürd halkı için gösterilemiyor? Bu beyin zehirlenmesi değil de nedir? Bu dava mutlaka ama mutlaka zafere ulaşacak ve kaybeden ise tekçilikte, ırkçılıkta, düşmanlıkta ısrar edenler olacaktır. Hani keşke bu kadar acı çekilmeseydi, bu denli yıkımlar olmasaydı. Şiddet şiddeti doğursa da Kürd halkı özgür halklar gibi hak ettiği yerini bulacaktır…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.