Hayatta hiçbir ihtirası olmayan, Ülkesizlikten sarındıkları yoksulluğun girdabında inatla çocuk yetiştiren, kadim anadilimin, kültürümün ve düşman katlederken körpe evladını, yüreği parçalanan ülkemin kadınlarının acılarını nasıl duyumsuyoruz? O kadınlar ki bizi yoksulluklar içinde var eden, modern çağın tüm nimetlerinden yoksun ama vakur bakışlarıyla yüreğimden yaralarlar beni. Yaraları, gülüşleri otlarla iyileştiren o hisli kadınlar en çokta ölümün anlamsızlaştırılmasından korkarlar. Çünkü Zweing Nazilere karşı direniş zayıflayınca ölümün anlamsızlaştığından korktuğu için eşiyle intihar etmişti ülkesinden çok uzaklarda… Paris’te Kral’a karşı gelen isyancıların kelleleri kesilirken Concort Meydanına hücum ederek “Bizim de kafalarımızı kesin, biz erkeklerle ölümde de eşit olmak istiyoruz!” diyen o yiğit kadınlara ve Rojava’da tüm zamanların en karanlık güçlerine karşı aydınlık saçan, en derin denizlerde yıkanmış güneşe benzeyen kadınlara, yağmur yüklü bulutlara benzeyen, istediklerinde en kıraç toprağa hayat veren o kadınlara aşığım ben, en lümpen erkeklerin kopyası olmuş kadınlara değil. Aslında bu Eylül’de ölecektim aşık olduğum o yiğit kadınlar erteledi ölümümü.
Ah çocuklar, birer ay parçası çocuklar… Cizre’de abisinin tabutuna sarılmış ağlayan vatanı işgal altında minik kız, sen beni yüreğimden yaraladın bu Eylül’de. Ben zaten bu Eylül’de ölecektim yiğit kadınlar erteledi ölümümü. Yüzyıllar önce Kürdlerin aşkını içini kanatarak ve ihaneti lanetleyerek yazan ve kurtuluş için mutlak bir vatan isteyen Ahmede Xani’nin yarasını, Seyit Rıza’nın düşmanına lanetler okuyarak heybetle idam sehpasına çıkışını, Mazlum’un şahadetinden önce yaktığı o üç kibrit çöpünü, Sakine katledilirken ruhumuza sinen o hüznünü, idama giderken Leyla Kasım’ın Saddam’ın yüzüne tükürüşünü anlayabiliyor muyuz? İşte ben bunun için sevdim hayatı.
Hiçbir değer ruhumuzu satmaya ve hiçbir değer kişiliğimizi hiçe saydırtmaya karşılık gelmez. Çünkü ruh ve kişilik bizi biz edendir. O halde sahi kimiz biz? Öncelikle bireyiz. Birey olmak nasıl bir şey? Öz ve yalın biçimiyle, kendin olmaktır; yani özgür düşünen, düşündüğünü özgürce konuşandır. Dünya halkları halkı için ne istediyse onu özgürce ve cesurca halkı için isteyendir. Toplumsal sorumluluk hissi taşıyan ve topluma söyleyecekleri olan bir entelektüel ise çok daha kendisi olmalı, özgür düşünüp düşündüklerini özgürce yazan ve ifade edebilendir.
Sahi birey olmanın neresindeyiz? Dağ başlarında halkının insanca yaşam ve özgür bir vatan uğruna yıllarını ve yaşamlarını feda eden Şervanları hangi umutları, hangi amaçları ve hangi hasretleri çıkardı onları dağlara? O dağlar ki alev alev yanıyor şimdi. Öldürülüşlerimiz yetmezmiş gibi kahramanlarımızın mezar taşlarına da saldırdılar.
Söyleyin hangi kardeşlik, hangi barış, hangi seçim yaralarımı iyileştirir şimdi? Eşitlik olmadan barış bir anlam ifade edebilir mi saftirik Kürdü kandırmaktan başka… Talancı mirastan beslenen toplumların, günümüzde müzakereye oturma güçleri var mı? Biz önce birliğimize bakalım, yani aksakallı tarihin bizden ivedilikle istediklerine… Ve nihayet, iç ve dış ihanete inat bir antlaşma sağlandı. Pesmergeler ile YPG Rojava’da birlikte savaşacaklar kara yüzlü, kara bayraklı, kara yüreklilere karşı. Böyle güzel haberler kadınların ve çocukların çığlıklarıyla yaralanmış yüreklerimize biraz da olsun su serper bu hüzünlü Eylül günlerinde. Aslında bu Eylül’de ölecektim ama yiğit kadınlar erteledi ölümümü.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.