Bundan önceki \"Şivan üzerinden yeni proje mi?\" başlıklı makalemizde, genel olarak sözü Şivan\'a bırakmıştık, onun son söylem ve görüşlerini aktarmıştık.
https://www.nerinaazad.org/tr/columnists/yahya-munis/sivan-uzerinden-yeni-proje-mi
Bu gün ise, sakin bir edayla Şivan\'ın o görüşlerine cevap vermeye çalışacağız.
Fakat şunu peşinen belirtmek isterim ki, önümüzde bu birkaç bölümlük yazıda eleştirilerim kesinlikle Şivan’ın şahsına, benim ve tüm Kürt milletinin nezdindeki değerinin düşürülmesine yönelik değildir ve olmayacaktır. Eleştirilerimiz, Kürt milletine yönelik eskide oluşturulmuş ve yeniden uluşturulmaya çalışılan, tüm dünyada “Bit pazarına” sevk edilmiş, geçmişten beri adeta Kürt milletinin ayağına vurulmuş pranga gibi, 50 yılı aşkındır çarpık (Ulusalcı sol-Kemalist karması) zihniyetin, tekrardan Kürt milletine sunulmaya çalışılan ideolojileredir. Sanatsal olarak benim yanımda Şivan aynı Şivan’dır. Emelim de tüm Kürt halkının nezdinde böyle devam etmesidir. Şivan gerçekten de milli ruhla doludur, sanatsal olarak da bir efsanedir…! Bu bir…
İkincisi; sevgili Şivan’ı “Bersisa’ya” benzetmemin sebebi de, onun hakkında beslediğim endişeden dolayıdır. Yoksa kesinlikle başka bir şey değildir…!
Bersisa, \"Beni İsrail arasında bir âbid ve zahitti....\" 40 yıl inzivada yaşamış, hayatının tamamını Allah’a ibadet etmekle geçirmiş, Allah sevgisinde zirveye çıkmış bir Allah velisidir. 40 yıl sonra şeytanlara uyarak nefsine yenik düşüp en sonun da kafir olarak son nefesini verip bu dünyadan göçmüş birisidir.
http://www.risaleforum.net/islamiyet-72/alimler-ve-evliyalar-108/51309-bersisa-quotbeni-israil-arasinda-bir.htm
Vereceğimiz cevapları iki bölüme ayıracağız:
1.Bölümde; Şivan\'ın, Kürtlerin devlet kuramamasının müsebbibi olarak, Kürt toplumunun vazgeçilmez sosyolojik toplumsal yapısının temel unsurlarından olan Şeyh, Seyyid, Mele, soylu aile Aristokratları ve Aşiret Ağalarını görmesinin gerçekliğini, bu kesimlerin tarihten bu güne dünyada devlet kurmuş olan milletlerin devlet kurmalarında oynadıkları rolü ve diğer toplumların benzer geçirmiş oldukları süreçleri anlatmaya çalışacağız.
2.Bölümde ise; “Bayram değil seyran değil, Şivan Öcalan’ı neden öptü?” yani, Şivan\'ın takriben 30-40 yıl sonra Abdullah Öcalan\'a dönüş yapmasını, onu \"Kürt halk önderi\" olarak Kürtlere kabul ettirmeye çalışıp, onun müritliğine soyunmasının sebebini ve olası sonuçlarını yazmaya çalışacağız İnşallah.
Şivan Konuya şöyle başlıyor:
\"Başlangıçta insanlar vahşiydiler. Küçük gruplar kurdular ve birbirleri ile savaşmaya başladılar. Sonra devletler ve imparatorluklar kurdular, (...)\"
\"Sonra feodalizm başladı. Her yerde ağalar çıktı, insanları çiftçilikle topraklara bağladılar. Sonra Avrupa’da burjuvazi gelişti. Burjuvalar feodaller ile savaştı. Feodaller gidince, ulus devletler kurulmaya başlandı. İlkin Fransa’da başladı. 1790’da Kraliyet yerine ulus bir devlet kurdular. Ulus devlet dalga dalga yayıldı. Çin devlet oldu, Japonya devlet oldu.”
“Kürtler Avrupa’daki o asaleti ve o ulusal gelişmeyi alamadılar maalesef. Şeyhlik, Ağalık, Seyitlik, Beylik ve Aşiretlerle kaldılar. Aşiretler devlet olmazlar. Ne dediğimi anlıyor musunuz? Bazen bunları söylediğimde, -benim tarih bilgim var-, \"Şivan Şeyhlerle, Ağalarla kavga ediyor\" diyorlar. Baba, devlet olamazlar. Devlet ulusal fikir ve yolla olur. Kürtler ulusçu olmazsa devlet olamazlar.”
\"Kürtlerin ulusalcılığı ilerlememişti\" vesaire...
Biz, tüm dünyada bit pazarına düşmüş, 1960-70’lerin versiyonu olan, Kürt milletin düşmanları tarafından haklı Kürt davasını kösteklemek ve bir birine düşürmek için, 1960-70’lı yıllarda Kürt milletine musallat ettirmiş olan bu tip çarpık zihniyetin bittiğini zan ederken, sanatsal olarak Şivan gibi bir Kürt değerinin bunu yeniden gündeme getirmesi, Şeyhiyle, Aşiret Ağasıyla, Aristokratı, Aydını, Sermayedar ve Burjuvazisi ve tabii ki İşçi ve Köylüsü ile Kürtlerin her kesimini, her katmanını katıksız Kürt milli birlik ve bütünlüğü çerçevesinde yeni bir oluşumla bir araya getirmeye çalıştığımız böyle bir zamanda, Kürt milletinin parçalanmasına sebep olacak böyle hayati derecede tehlikeli bir girişim bizi ve Kürt milletinin ezici çoğunluğunu ziyadesiyle üzmüştür. Kabul etmemiz de mümkün değildir, kabul etmiyoruz da.
Bu girişten sonra konuya girecek olursak;
Her şeyden önce olayları ve kavramları yerli yerine koymamız gerekiyor.
Dünyada ilk kurumsal devlet M.Ö. 4000 yılın da kurulan Akad devletidir. Uluslaşma ise 1790 yılında Fransa devrimiyle Fransa da başladı. Görüldüğü gibi devletlerin kurulması \"uluslaşma\" ile başlamadı. Sol bir terim olan uluslaşma terimi, insani değildir. Çünkü “Uluslaşma, güçlü egemen milletlerin öne çıkarılması ile güçsüz milletler üzerinde egemenliklerini pekiştirmesidir.” Yani güçlü milletlerin güçsüz milletlerin mutsuzluğu üzerinde mutlu olmaya çalışmasıdır. Dünyada en fazla bunun sıkıntısını çeken Kürtler olmuştur. Uluslaşma, güçlü milletlerin güçsüz milletleri yok sayarak, yok ederek varlığını güçlendirmeyi hedefleyen bir sistemdir. Çünkü, \"Ulus devlet modelinde, egemen millet doğrultusunda, egemenliğinde ve ona ait olan, dili, kültürü ve ortak değerleri devleti oluşturan tüm vatandaşlarına paylaştırılmasını ve kabul ettirmesini esas alır.\"
Türkiye de Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan\'ın, ikide bir (Tek devlet, Tek bayrak, tek resmi dil ve tek vatan) teklemeleri bunun kanıtıdır. Kaldı ki eğer bu egemen halk (Türkiye\'deki Türkler gibi Atatürk ilkeleri çerçevesinde Kemalizm’le) zihnen ve düşünsel olarak faşistleştirilmişse, o zaman egemenliklerinde bulunan Kürtler ve diğer halkların vay haline...!
Burada anlatmak istediğim, millileşme ile uluslaşmayı, yani Milliyetçilikle ile ulusalcılığı bir birinden ayrı tutulması gerektiğidir. Ulusalcılığın kökü \"Maddecilik-Materyalist\" düşünceye, yani her şeyin maddeden oluştuğu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün gözlenebilenlerin her şeyin maddi etkileşimler sonucu oluştuğu, hiçbir manevi kavramı kabul etmeyen felsefe kuramıdır. Burada insanın egosu ön plandadır. Maddiyat ve kişisel çıkara dayalı olduğu için, genel olarak \"yurt severlik\" olarak takdim ediliyor. Yurt-toprak, her türlü gelir-çıkar kaynağı olduğu için, bu da maddi ve manevi çıkarı gözeten ve çıkara dayalı bir beklenti ve düşünceyi oluşturuyor.
Milliyetçiliğin sevgisi ise; insana yönelik olduğu için manevi yöne de sahiptir. Milliyetçi, sevgisini bir parçası olduğu milletinin her şeyine yöneltir. Bu vesileyle bu sevgi, insanların yurt edindiği toprağına da yöneltilmiş olur. Başka bir tarifle, her Milliyetçi ayni zamanda yurtseverdir, fakat her yurt sever ayni zamanda milliyetçi değildir. Her ikisinde de sevgi vardır. Milliyetçilik sevgisi sınırsızdır. Kendi milletinin her şeyine sınırsız sevgi besler. Yurtsever\'in sevgisi ise çıkar içerikli sevgidir. Şöyle bir benzetmede yapabiliriz; Ana–Babanın çocuklara karşı sevgisi ile çocukların Ana–Babaya karşı sevgileri karşılaştırırsak, Ana–Babanın çocuklarına karşı sevgisi, konum, zaman ve yaşla sınırlı olmayıp ömür boyu ve sınırsızdır. Çocuklarınki ise çıkara dayalı olduğu için Ana–Babaya muhtaç olduğu müddetçe sever. Burada Ana–Baba sevgisi milliyetçiliktir, Çocukların ki ise Yurtseverliktir.
Bu konuyu çok kısa iki anekdotla anlatırsak daha iyi anlaşılır kanaatindeyim:
- Birinci anekdot; Bir adamın oğlu var. Gün be gün zayıflıyor. Hastadır diye bu doktor senin, bu doktor benim gezdiriyor, bir sürü doktora gösteriyorlar. Fakat hiç bir teşhis koyamıyorlar. Adam bir gün, dost cemaatinde bu konuyu açıyor, dert yanarken biri ona, \"kardeş, senin oğlun hasta değildir. Senin oğlun filanın kızına aşıktır. Onunla evlendirirsen hiç bir şeyi kalmaz\" der demez, adam hemen eve gelir, Oğlunu çağırır. \"Oğlum sana bir şey soracağım, fakat doğru söyle.\" Oğlu \"olur baba\" der. \"Oğlum filanın kızını sevdiğin doğru mu?\" Oğlu şöyle cevap verir; \"Baba doğrusu istersen, onların eşeği anırdığı zaman köyün hocası ezan okuduğunu zan ederim. Artık gerisini sen düşün.\"
- İkinci anekdot; Ortada bir çocuk var. Bilinmeyen bir nedenden dolayı ki kadın bu çocuğu sahipleniyor. Her ikisi de çocuğun kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar. Anlaşamayınca kadıya gidiyor. Kadı her ikisini dinliyor fakat Kadı kesin karar verecek kanıt bulamayınca biraz düşünmek için mahkemeye ara veriyor. Aradan sonra Kadı her iki kadını çağırıyor. “Hanımlar düşündük ve karara vardık: Çocuğu iki parçaya böleceğiz ve her birinize birer parça vereceğiz” der demez, çocuğun gerçek annesi olmayan kadın sustuğu halde gerçek anne feryat ederek; “yok yok, aman kadı efendi çocuğu kesmeyin o kadının olsun. Ben davamdan vazgeçtim” der. Kadı bun üzerine; “tamam kadının annelik duygun ortaya çıkmıştır. Mesele anlaşılmıştır. Çocuk senindir” der.
İşte milliyetçi insanın amacı, ne olursa olsun, kim yaparsa yapsın. Önemli olan işin olmasıdır. Genel olarak milliyetçiliğin ölçüsü budur.
Yurt severin amacı ise, olacaksa ben yapayım, yapılacaksa benim egemenliğimde olsun. Böyle olmadığı takdirde bu işte ben yokum veya başkasına köstek olmayı da göze alabilecek kadar bencildir.
Kürt mücadele tarihindeki başarısızlığın ana etkenlerini oluşturacak, Yurtseverliğin benciliğini doğrulayacak bariz ve çarpıcı bazı örnekleri burada aktarmak istiyorum.
1. Talabani ile İbrahim Ahmet olayı; Güney (Irak) Kürdistan’ında 961 Eylül devrimini (Şureşa Eylulê) başlatan Mele Mustafa Barzan Irak’ı ciddi bir şekilde sıkıştırıldığı bir dönemde, önlü Kürt sosyalist yurtseverler, Celal Talabani ve Kayın pederi İbrahim Ahmet (Cehşên 66) “1966 cahşları” olarak Irak askerlerinin önüne düşerek Büyük Barzani’ye karşı savaşıyor ve yeniliyorlar. Fakat 3000’nin üzerinde Peşmergenin ölümüne sebep oluyor.
2. Sait Elçi ile Sait Kızıltoprak (yani iki Sait) olayı.
Sait Elçi milliyetçi, Dr. Sait Kızıltoprak ise Yurtsever Sol düşünceye sahip. Başta yakın dostum rahmetli Şerafettin Elçi ve başka bir çok arkadaşların itirazlarına rağmen, Sait Elçi Sait Kızıltoprak’ı aktif Kürt siyasetine alıyor ve bu siyasetin üst kademesine yerleştiriyor. Onu Türkiye Kürtlerin temsilcisi olarak Mele Mustafa Barzani’ye gönderip orada da üst kademede yer edinmesini sağlıyor. Hata ona kamp açıyor ve kampa da eleman sağlıyor. Fakat gel gör ki bizim bu aydın Kürt yurtseverin egosunda müthiş bir kabarma baş gösteriyor, Sait Elçi’nin yerine göz dikiyor ve kısa zamanda (veli nimeti olan) Sait Elçi’ye bir komplo düzenliyor ve Sait Elçi’yi öldürtüyor.
3. Abdullah Öcalan olayı; Öcalan, 1980’ların başında İdris Barzani ile temasa geçiyor. Irak Kürdistan’ında PKK’ye yer vermesini ve yardım etmesini istiyor. Oda olur deyip yer veriyor. Onlara kamp kurdurup her türlü lojistik yardımı sağlıyor. Bu yardım 1987 yılına kadar devam ediyor. Kemalizm’in taşeronu olan bu Kürt yurtseverler ayaklarının altını sağlamlaştırdıktan sonra Irak’la işbirliği yaparak Barzanileri ortadan kaldırmak için hazırlanan planın taşeronluğunu üstleniyorlar. Bunun detayını ileriki makalelerde Öcalan bölümünde yer verceğiz
4. Son Kerkük ihaneti olayı; Yakın tarihte Kürdistan Yurtsever birliği YNK, GORAN ve PKK’ın birlikte Kerkük ihanetinin içeresinde nasıl yer aldığını hepimizin malumu olduğu için burada sözü fazla uzatmak gereğini bile duymuyorum. İnşallah bu konuyu detaylı bir şekilde ileriki yazılarda ele almayı düşünüyorum.
Bu anlatım çerçevesinde Şivan\'ın ; \"Kürtler Avrupa’daki o asaleti ve o ulusal gelişmeyi alamadılar maalesef. Şeyhlik, Ağalık, Seyitlik, Beylik ve Aşiretlerle kaldılar. Aşiretler devlet olmazlar.\"
\"Kürtlerin ulusalcılığı ilerlememişti.\" \"Devlet ulusal fikir ve yolla olur. Kürtler ulusçu olmazsa devlet olamazlar.”
Yukarıda aktardığımız gibi, insan haklarına uygun olmamasına rağmen, çıktığı günden beri ulusallaşan egemen milletlerin boyunduruğunda bulanan güçsüz milletler için felaket olmasına rağmen “ulusçuluk 1790 yılında Avrupa’da Fransız devrimiyle ortaya çıktı” ve \"Kürtler bundan yararlanmadı\" deniliyor. Fakat Kürt tarihinde, Kürtler açısında son derece güçlü bir şekilde \"ilk Milli Kürt Devlet istemi\" o borun büktüğün şeyhlerden geldiğini unutulmamalı. Buda Kürt milliyetçiliğin babası sayılan Şeyh Ahmed–î Xanî\'nin (Hani\'nin) Fransız devriminden tam yüz sene önce yazdığı Mem û Zin kitabında; “Eğer birlik nasip olsaydı bize, arka çıksaydık birbirimize, Kürde baş eğerdi (hizmet ederdi) tüm Rumlar (Türkler) Araplar ve Acemler, dinimizi tamamlardık, devletimizi de kurardık. Böylece ilmimizi ve hikmetimizi de öğrenirdik, o zaman hüner sahipleri ortaya çıkardı,” hasretle dile getirdiğini bilmiyormusunuz? Peki bunlara rağmen bu cahilce söylemlere ne oluyor?
Şivan: \"Avrupa’da burjuvazi gelişti. Burjuvalar feodaller ile savaştı. Feodaller gidince, ulus devletler kurulmaya başlandı. İlkin 1790’da Fransa’da başladı. Kraliyet yerine ulus bir devlet kurdular\" diyor. Peki adama sormazlar mı? 1790 yılından önce Avrupa da ve tüm dünyada devletler yok muydu ki 1790 yılındaki uluslaşmayla devletler kuruldu diyorsun? Bu gibi cahilce ve kasıtlı sözler ve yönlendirmelerin tamamı gerçeği yansıtmıyor. Burada devlet kurmak ile kurulmuş olan devletin rejim değişikliği bir birbirine karıştırılıyor. Hâlbuki Uluslaşmaya giden tüm devletlerde, mevcut olan devletlerin rejim değişimiyle uluslaşmaya gidilmiştir. Kürtlerin sorunu ise, dünyanın merkezi sayılan çetin bir coğrafyada, üçüncü bin yılın olayı sayılabilecek ve tüm dünyada ki güç dengesini bozacak sıfırdan bir devlet kurulmasıdır. Bu da Kürt toplum katmanlarının tek bir tanesi dışarıda bırakılmaksızın milli bir bütünlük oluşturulursa ancak sağlanabilir ve asrın olayı olacak Kürt devleti kurulabilir. Evet ve evet…! Söz konusu olan budur.
Türkiye de dahil, dünyada tek bir devlet bile başta -sol bir jargon olan- ulusallaşarak kurulmuş değildir. Çünkü sol, düşüncesel olarak her daim başta Din, Şeyh, Ağa–Aşiret, soylu aile aristokratları, burjuvazi ve kapitalizme karşıdır. Oysa her millette (inanç ve toplum yapıları farklı olsalar bile) bu saydıklarımız, her daim ulusal ve uluslararası bazda, güvenilir sınıf olarak, toplumun ezici ekseriyetini yönlendirme potansiyeline sahiptirler. Oysa devletleşme amacını güden milletler, bu saydıklarımızı da işin içine katarak milli bir birlik oluşturmadan nasıl devlet kurabilirler? Bunun en bariz örneği Türk devleti ve PKK\'dir.
Mustafa Kemal istiklal savaşı başlatırken ilk yaptığı iş, Erzurum ve Sivas\'ta Anadolu ve özellikle Kürdistan\'ın Tarikat Şeyhlerini, din adamlarını, Aşiret ağa ve soylu aile aristokratlarını bir araya getirip, asgaride olsa Kürtlerin millet olarak isteklerinin kabulüyle beraber, önlerine dini yönde duygularını okşayacak bir hedef de koyarak, desteklerini elde etmek oldu. Devlet kurulduktan sonrada iktidarını sağlamlaştırıncaya kadar da, bu kesimleri el üstünde tuttu. Birinci meclis üyelerin ezici çoğunluğu bu kesimden oluşturuldu ve 1921 anayasasını da bunların gönüllerine göre yapıldı. Fakat (tıpkı savaş stratejilerinde, taktik olarak uygulandığı gibi, askerler köprüyü geçtikten sonra, düşman kuvvet kullanmasın diye köprüyü imha ediyorlar ya) Mustafa Kemal, İktidarını pekiştirdikten sonra, 1926 da ve akabinde, bu Tarikat Şeyhlerini, din adamlarını, Aşiret ağa ve soylu aile aristokratlarını “bir daha hiçbir siyasi güç ve olası bir Kürt hareketi bunların gücünden yararlanmasın diye” bunların tümünün fermanlarını çıkararak ya idam ettiler, ya Anadolu’nun içlerine, ya da yurt dışına sürgün ettiler ve sefil bir hayat yaşamalarına sebep oldu ve ettirdi de.
“1926 yılında Botan bölgesinde fermanları çıkarılan üç Şeyh aileler arasında biri de benim ailem diğer ikisi de birinci derece de akrabalarımdı. Bu ferman öyle şiddetli bir fermandı ki, analar koçaklarındaki emzikli çocuklarını tek başına dağlardaki her hangi bir mağaraya atıp can havluyla yurt dışına kaçacak şekilde şiddetliydi. Bu atılan çocuklarından biri de öz be öz teyzemdi.”
Gerçek durum bu iken, şimdi; “Atatürk’ü kendine rehber eden ve Kemalizm’in taşeronluğuna soyunan” birileri çıkacak, tıpkı Aleviler gibi; Atatürk’ü ve onun banisi olduğu Kemalizm’i biz Kürtlere şirin gösterip, biz Kürtleri “Celladına aşık ettirme” ye çalışacak…! Öylemi? Adama derler; “Geçti Kürdün pazarı sür eşeğini layık olduğun yere…!” İleriki bölümlerde bu konuya devam edeceğiz İnşallah.
PKK ilk çıktığından itibaren; tarikat şeyhleri, din adamları, aşiret ağaları, soylu aile aristokratları, Kürt aydını, Kürt sermayesi ve burjuvazisine ilaveten, konu olarak din, Kürtlerin toplumsal yapısal temelini oluşturan geleneksel aile yapısı hedef alındı. Yani; \"PKK 40 yıldır kuzey (Türkiye) Kürdistan’ın da Sosyalizm ve devrimcilik fantezisi uğruna, Aristokrat Soylu aileler, nitelikli ve nicelikli aydın insanlar etkisizleştirildi.
Yerlerine “Lümpen,” niteliksiz ve niceliksiz sıradan kişiler yerleştirildi. Emir verecek donanımı olmayanlar emir vermeye başladılar. Ve böylece Kürt siyasetinde İflas mukadder oldu.”
Bu konunun geniş açıklamasını, ileriki, “Bayram değil, seyran değil Şivan Öcalan’ı neden öptü?” başlılık makalede açıklayacağız İnşallah.
Bunların dışında, Şivan iddiaların tamamı kurulmuş olan devletlerin rejim değişimi ile ilgilidir. Dünyada kurulmuş olan devletlerin tek biri bile, toplum ulusallaştırıldıktan sonra kurulmuş değildir. Ancak ayırım yapılmaksızın, toplumun maddi ve manevi tüm kutsal ve toplumsal değerli gözeterek ve toplumu, bu hareketin öncülerin samimiyetine güvenlerini sağladıktan sonra ancak milli kurtuluş mücadelesini merkeze alarak üçüncü bin yılın olayı olacak Kürt devleti kurulabilir. Aksi halde, Kürt toplum yapısının fıtratına 180 derece aykırı olan Kemalist–Stalinist artıkları olan sol devrimcilik oyunlarıyla bu tarihi değişimin olması imkanı var mı?
Buradan devam edeceğiz İnşallah
İrtibat ve yorumlar için:
[email protected]
NOT: Bundan önceki makalemizde Şivan’ın söz konu olduğu 2 Videoların linkleri çıkmamıştı istek üzerine bunları buraya alıyoruz:
Video:
https://www.youtube.com/watch?v=Kn3U1cEF818 Video:
https://www.youtube.com/watch?v=6jxE5VrP0N4 Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.