Kürt meselesinin kalıcı ve en kısa zamanda çözülmesi için yapılması gereken: Kürt kesimindeki dini cemaatleri, İstanbul ve Anadolu’dakiler gibi toplumun ortak sorunlarına ( özellikle Kürt meselesine ) karşı duyarlı, fikir ve söz sahibi kılmak, mesuliyet yükleyip harekete geçirmeyi sağlamaktır.
Tarihten gelen geleneğe uygun olarak dini önderlere güvence vererek, Kürt halkının temsiliyet barış için sorumluluk verilmelidir. Halkın gerçek temsilcileri olarak, halk adına onlar muhatap alınmalı. Barış misyonu ile Kürtlerden ve Türklerden Akil adamlar topluluğu kurulacaksa bunlardan kurulmalıdır. Onlarda sorunun çözümü için korkusuzca (tarihten gelen geleneğe uygun olarak) halkın öncülüğünü yapmalı.
PKK korkusundan sinmiş olan halkı cesaretlendirebilecek ve PKK’nın itibarsızlaştırma girişimlerinden etkilenmeyecek önder bir kadroya ihtiyaç vardır. Bu da ancak tarikat önderleriyle mümkün olabilecek bir durumdur.
Eğer barış isterse, kullanmak maksadıyla değil de içinden gelerek ve çözümün bir parçası olduğuna inanarak, bunlara örgütleme konusunda yardım ederse, önlerini açarak, bilgi, beceri, konum ve kapasiteleriyle (nicelik ve niteliği ile) bunu gerçekleştirebilecek bu konularda uzman ve aydın bir ekip çok rahatlıkla bulunabilir.
Bilinmesi gerekir ki aydın kişi; “tarihte vuku bulmuş bir olayı alıp mevcut benzer bir olayla karşılaştırıp ileriki için ders çıkarmayı ve öngörüde bulunmayı bilen ve bunu becerebilen kişidir.”
Bu çerçevede olaya bakacak olursak; “İslam ve Türkiye tarihi içerisinde önemli bir yere sahip olan Osmanlı Devleti'nin bu gibi olaylara bakış açısı ve çözüm yolları, idari yapısı, hüküm sürmüş olduğu asırlar boyunca toplumu yönetme şekli ve oluşturmuş olduğu kurumlar itibarıyla insanlığa örnek teşkil etmiş birçok tecrübesinden yararlanmamız mümkün olabilir.”
XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin içeride ve dışarıda çok sayıda huzursuzluklarla mücadele etmiş olduğu bir dönemdi. Bu dönemde devlet, bu huzursuzlukların giderilmesi için devletin yönetim tarzında bazı değişikliklere gitmiş, idari yapıda yeni kurumlar oluşturmanın yanı sıra bazı müesseselerin yapısında da değişiklikler yapmıştı. İmparatorluk bünyesinde çıkan toplumsal ve sosyal huzursuzlukların ve sorunların çözümü için, Şeyhülislamlık kurumu bünyesinde Tarikat şeyhlerinden oluşan “Meclis-i Meşâyih’i” 1866 yılında resmen kurdu. Bu meclis karar verme yetkisine sahip olup, özerk ve icracı bir meclis olmuş, imparatorluğun her bölgesindeki sorunlara müdahale edebilecek kapasiteye sahip olabilmek için çeşitli bölgelerde şubelere sahip olmuştu. Bu meclis tam 50 yıl faaliyetini sürdürmüştür.
Bilmemiz gerekir ki, tarikatlar İslam toplumunun vazgeçilmez birer unsuru olarak her dönemde etkilerini hissettirmiş ve bir yaşam tarzı olarak da varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Halka, dinî, ahlaki ve sosyal alanda hizmet vermeyi amaçlayan tarikatlar bugünde olduğu gibi Osmanlı döneminde de toplum üzerinde her zaman etkili olmuşlardır. Toplumun gönüllü sivil kuruluşları olarak nitelendirilebileceğimiz tarikatlar, tekke ve zaviyeler aracılığıyla halka sosyal alanda hizmet veren müesseseler olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde toplum hayatında tarikatlar önemli roller üstlenmişlerdir. Tarikatlar çoğu zaman devlet ve halk arasında bir köprü görevi görmüşlerdir. Şimdiki mevcut Türkiye'deki Kürt sorununun çözümünde de böyle bir “Meşayih meclisi” kurulabilir, kurulmalıdır da. Bu meclis Kürt sorunun çözümünde görevi üstlenebilecek kurumların başında gelebilir. Nasıl olsa şimdi de (tarihten gelen geleneklere bağlı olarak) Kürt toplumunun belli kesimi tarikat şeyhleri vasıtası ile sorunlarını çözmeye devam etmektedir.
Osmanlı döneminde olduğu gibi 200 yıldan beridir, Kürtler arasında meydana gelen tüm sorunların çözümünü, tasavvuf önderleri sağlamışlardır. Bu durum hala da devam etmektedir. Çünkü Tarikatlar ve onların medreseleri tarih boyunca (doğal olarak) Kürtlerin kültür ve eğitim yuvası, en büyük üniversiteleri, örgütlenme merkezleri ve sivil toplum kuruluşları olmuştur.
Kürt Tasavvuf Şeyhlerini, tarihten gelen misyon ve geleneğe uygun olarak ilk önce silahlı mücadeleyi devre dışı bıraktırmak için devlet ile PKK arasındaki çatışmada inisiyatifi ele alarak PKK’ya silah bıraktırmak amacıyla çatışmaya müdahale etmeleri için bir araya getirmeliyiz. Hiç kuşkusuz bunun için de bu yapıyı çok iyi bilen hatta bu yapının içinden gelen ve hem halk nezdinde hem tasavvuf önderleri nezdinde itibarı olan doğru insanları bulmak zorundayız. Bu gibi insanların bulunması hiçbir zaman imkânsız değildir.
Kürt meselesinin çözüm PROJE TASLAĞI
Kürt meselesinin çözümünde Tarikat Şeyhleri ve Âlimlerin halkı çözüme hazırlanmasında yapacakları organizatörlüğün önemi ve bu organizatörlüğünde alacakları rolün önemi.
Kürt bölgesinde ve Kürtlerin bulunduğu bölgelerde bulunan Şeyh ailelerin etkinlik bakımından üç kısma ayrılırlar:
1- Ulusal ve uluslararası etkinlikleri olan Şeyh aileler,
2- Ulusal etkinlikleri olan Şeyh aileler,
3- Etkinlikleri yerelle (bulunduğu bölge ile) sınırlı olan şeyh aileler.
Kürt toplumunun tüm tasavvuf önderleri olan Şeyhler, meleleri de yanlarına alıp onlarla bir araya gelerek, çevresini ve müntesiplerini bu konuda bilgilendirmelidirler. Mele/Mollaların yüzde 90’nı aşkın bu önder şeyhlerin medreselerinden mezun olanlardır ve aşağıda bunların rolü ile ilgili açıklama olacaktır. “Müntesip”ten kastımız ise salt tasavvuf önderlerine doğrudan bağlı kişiler değil, etki alanındaki tüm gruplardır.
Şöyle ki: “Bildiğiniz gibi halkımız arasında, başta kan davası ve her türlü husumet olmak üzere, tüm toplumsal sorunların çözümü için tarih buyunca her zaman bizler inisiyatif alıp devreye girmişiz, şu anda da giriyoruz.
Şu anda bölgemizde 40 yıla yakındır tarihimizin en büyük sosyal ve toplumsal felaketiyle karşı karşıyayız. Olay, değil çözüme, gitgide büyük bir toplumsal felakete doğru yol almaktadır. Bu işe el atmadığımız takdirde, hepimiz bu felakette boğulup gideriz. Bunun Allah nezdinde vebali ağırdır. Bunun önünü almamız için hep beraber elimizi taşın altına koyarak müdahil olmalıyız.
Taban bundan haberdar edildikten sonra, ilk etapta ulusal ve uluslararası çapta etkileri olan tarikat şeyhleri kendi aralarında bir birliktelik oluşturup örgütlenmeye gitmeli. Bu örgütleme sağlandıktan sonra başat konumda olan Şeyhler, bölgelerindeki mahalli şeyhleri ve melleleri bir araya getirmeye çalışırlar. Bu da sağlandıktan sonra her Şeyhin bölgelerinde bulunan aşiret ağalarını ile toplumda “Rih-spi” aksakallı, bölgenin ve mahalli kanaat önderleri, eşraf ve Malbat–Hanedanlar Aristokratları kendi başkanlığında bir araya getirmeleri sağlanır
Bunlar bir araya geldikten sonra, Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt meselesinde müdahil olma isteklerini kamuoyuna beyan ederler.
Bu çalışmanın iki ayağı olmalı:
Kürtlük ayağı Halkın günlük yaşamını kolaylaştırma amacı ile faaliyet yapacak sosyal ve siyasal ayağıKürtlük ayağı:
Kürt siyasetini PKK’nın tekeline bırakmamak ve PKK’nin şiddetine maruz kalmamak için bir heyet oluşturulup bölge coğrafyasında etkinlik sahibi olan oluşumları tespit edilmeli, bunlarla temasa geçilmeli ve onların desteğinin sağlanması lazım.
Örneğin, destek almak için öncelikle Barzani’yle görüşmek üzere Erbil’e bir heyet gönderilmelidir. Barzani ile birlik görünümü, tabanda PKK’ye karşı ciddi bir güven iklimi oluşturur. Bu mutlaka sağlanmalıdır. Zira Kürtlük sembolü olan Barzani ailesinin ülkemiz Kürtleri üzerinde ve kalplerinin derinliğinde ciddi bir muhabbeti, saygınlığı ve etkisi bulunmaktadır. Kaldı ki Kürt davasını sembolü olan Mele Mustafa Barzani’nin büyük dedesi, Şeyh Abdusselam Barzani hem büyük âlim, hem de Mevlana Halid’in seçkin halifesi olup, bu aile (baba Barzani de dahil olmak üzere) tasavvuf öğretisinin önderliğini yapmışlardır ve hala yapmaya devam etmektedirler. Kürt hareketinin önderlik gücünün büyük bölümünün Nakşibendi tarikatındaki konumundan aldıklarını söylemekten de çekinmiyorlar. Halen de Irakta Nakşibendi Tarikatının postnişinidirler.
Ondan sonra, Türkiye’deki (Anadolu’daki) diğer Türk dini cemaat ve kanaat önderleri ile temasa geçip onlardan da bu konuda bir birlik oluşturmaları talep ederler. Onlardan da, bir birlik oluşturduktan sonra, ikinci merhalede, Türk ve Kürt Tasavvuf, Mele, Cemaat ve kanaat önderlerinin “Dünya İslam Âlimler birliği” başkanlığında bir araya gelmeleri için bir barış konferansı düzenlerler. Barış için birlikte hareket etme, ortak bir program ve takvim oluşturma kararını alırlar. Karar alındıktan sonra, “ortak bir yürütme kurulu” oluştururlar. Bu yürütme kurulu, hükümetle bir araya gelip şiddetin durması ve barışın sağlanması için iyi niyetlerini beyan etmelidirler.
Bundan sonra hükümete bir yazı göndererek, her iki taraftaki halkı memnun ve mutlu edecek, “kardeşlik edebiyatından ziyade, kardeşlik hukukunu teminat altına alacak” barışın sağlanması için, kısa, orta ve uzun vadede hükümetin yapmak istediklerini ve tekliflerini kendilerine yazılı olarak iletmelerini isterler.
Aynı heyet PKK ile sadece silah bırakma konusunda temasa geçer. Ondan da silahı bırakıp, barışın sağlanması için istek ve tekliflerini yazılı olarak isterler. Alınan teklifleri (Türk ve Kürt Tasavvuf, Mele, Cemaat ve kanaat önderleri) kendi aralarında tartışırlar. Her iki tekliften (örgüt ve kurumların değil) Türk ve Kürt halkların memnuniyetini göz önünde bulundurarak, iki kesimi, asgari müşterekte buluşturacak bir metin ortaya çıkarırlar.
Her iki kesim de, barış için mutabık oldukları metni açıklamadan önce, halkın da katılımıyla ikinci bir barış konferansı düzenlemek için tabanlarından ve mensuplarından toplayabildikleri en azami sayıda kitleyi bir araya getirerek (tahminime göre yüz binlerce insanı) ortak bir bildiriyle barış için ortak metin ve isteklerini bir deklarasyonla görkemli bir mitingle halka açıklarlar.
İş bu merhaleye geldikten sonra ve (üçüncü bir yol olarak) Kürt halkının gerçek temsilcileri devrede olduğu için, artık PKK’nin kendi örgütsel çıkarını gözeten şartlarını dayatma lüksü kalmaz. Ya barışı kabul eder ya da (halkın da desteğini arkalarına alarak tasavvuf Şeyhleri, Mele ve aydınların telkinleriyle) halk tarafından kınanırlar ve böylece halktan soyutlanmış olurlar.
Bu arada, bu çalışma esnasında, Kürt halkı arasında oluşacak hareketlenme ve oluşacak potansiyel, (üçüncü bir yol olarak) yeni bir örgütlenme zemini de oluşmuş olur. Bir yanda barış çalışması devam ederken, bir yandan da kalıcı barışın sağlanması için (muhafazakâr-demokrat düşünceye uygun yeni bir muhatap oluşumu için) yeni bir örgütlemeye gidilir. Bu hareketliliğin ülke siyasetine en büyük katkısı ise alternatif bir Kürt siyaseti yapabilecek kadronun ve anlayışın da oluşmasıdır.
Tabanı ve halk desteği olan bu harekete, destek ve katılmaları için aydınlara ve bunların yönettiği kurumlara çağrı yapılır. Bundan sonra aydın kesimler ve tüm PKK muhalifleri de bu harekete yönlendirilirler. Bu yönelmeleri ancak böyle bir çalışma neticesinde değer ifade eder. Çünkü çoğunluğu aydınlardan meydana gelmiş olsa bile, sokaktaki halk desteği olmayan herhangi bir oluşum ve birliktelikten, şu ana kadar hiçbir fayda görülmemiştir. Dahası bu birliktelik bir sonuca da ulaşmamıştır. Nitekim Bediüzzaman’ın şu enfes tespiti dikkat çekicidir “Türkiye’de aydınların "en küçük" bir tarikatın şeyhi kadar olsun kalıcı tesiri yoktur.”
Şu ana kadar en popüler aydınların bile, bir araya gelerek, tek başına kurmuş oldukları oluşum ve birlikteliklerin de bir faydası görülmedi. Bundan sonra da olmaz. Tabii ki mele ve aydınların hiçbir faydası ve değeri yoktur demem mümkün değil. Fakat şu misalle bu konuyu somutlaştırabiliriz: Kendi dalında dünyanın en iyi mühendisini getirseniz ve halkın ihtiyaç duyduğu bir malı üretmek için ona en modern fabrikayı kurdurtsanız bile, “ham madde” olmadıktan sonra fabrikanın ve mühendisin yaptığının bir kıymeti yoktur; veya sanatıyla yaptığı çalışmanın halkı memnun edebilme imkânı yoktur.
Ancak böyle görkemli bir halk hareketi oluşursa aydın ve meleler, bu toplumsal harekete ilim ve irfanlarıyla katkı sağlayıp, yönlendirirler. “Toplum Mühendisliği” diye bir söylem vardır. Toplum olmadıktan sonra mühendis ne yapsın?
Unutulmamalıdır ki, önemli olan söylenenlerin ne kadar doğru olduğu değil, tabana ne kadar sirayet ettiğidir. Nice aydın, sanatçı ve bilim adamı PKK'yi çok doğru sözlerle eleştirmiş, ama tabanları olmadığı için hiç bir sonuç alamamışlardır. Günümüz koşullarında PKK haricinde, kendi gerçek tabanı olan yegâne kurum tarikatlar ve bunların başında bulunan tasavvuf önderleri olan şeyhlerdir.
Devam edilecek
İrtibat ve yorum için; [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.