Gazeteci Avni Özgürel, 27.10.2003 tarihli Radikal Gazetesinde, Neşe Düzel’e verdiği söyleşide olayı şöyle anlatıyor:
Avni özgürel:
“Öcalan 1993'te gazetecileri Bekaa'ya basın toplantısına davet etti. Panaroma Dergisi’nin genel yayın yönetmeni olarak ben de gittim. Bizimki haftalık dergi olduğundan, basın toplantısından sonra Öcalan'la dergi için özel söyleşi de yaptım. O özel görüşme sırasında kendisine,
“Güneydoğu meselesi, Kürt meselesi; bir rant, bir para işine dönüştü mü?” diye sordum.”
O da:
“Evet” dedi, Bu iş kolay kolay bitmez. “Bu işi ben bitireyim desem, beni bitirirler. Türkiye tarafından da en yüksek emir verme noktasındaki makamda bulunan şahıs buna karar verecek insan bu çatışma işi bitireyim dese, bitirtmezler, onu bitirirler" dedi.
Görüldüğü gibi PKK’nin kurucu liderinin ta 1993’te bu işin ipinin ucunun, kendisinin elinde olmayıp, elinden kaçtığını, PKK hareketinin yedi başlı dev bir ejderhaya dönüştüğünü, maddi olsun siyasi olsun artık onun rantından beslenen ulusal ve uluslar arası güç ve siyasetçilerin eline geçtiğini, başkaları tarafından kontrol edilip kullanıldığını ve artık mazlum Kürt halkının hak ve hukukunun elde edilme aracı ile ilgisi olmadığını bizzat itiraf ediyor.
Buna rağmen “PKK, hala Kürtlükle Kürtleri kandırmaya devam ediyor.” söylendiğin de ise; iradeleri ve akıları ellerinden alınmış, gırtlağına kadar ihanet bataklığına saplanmış Apocuların hakaret, küfür ve tehditlerinden geçilmez olunuyor. Ve yine buna rağmen bu sorunun körleştirilmesi ile iradeleri ellerinden alınıp adeta aptallaştırılmış ve aldatılmış Kürtlerin durumları o kadar ciddi bir düzeye vardırılmış ki, böyle bir durumda “bazen cellat ile kurbanı, dost ile düşmanı bir birine karıştırabilecek düzeye vardırıldıklarına şahit oluyoruz.”
Evet, “Öcalan tanınmadan, PKK tanınmaz. PKK tanınmadan da şu andaki Kürt siyasi hareketi de tanınmaz ve hangi amaca hizmet ettiği de bilinmez.”
“Kürtlerin bihakkın PKK’yi bilip tanıdıkları kanaatinde değilim. Tıpkı Türklerin, Kürtleri tanımadığı gibi.” Bunu bildiğimiz için de var gücümüzle Öcalan ve PKK’yi Kürt milletine tanıtmaya ve Kürt milletini de Türk milletine tanıtmaya çalışıyoruz.
Kürtlerin bir an önce şunu bilmeleri gerekir:
“Kürt milletinin kanından besleyen Kemalist derin Türk devletinin PKK’si var, İran’ın PKK’si var, Irak’ın PKK’si var, Suriye’nin PKK’si var, Amerika ve Avrupa’nın PKK’si var, yani 7 düvelin PKK’si var fakat Kürt ve Kürdistan’ın PKK’si yok.”
O zaman bir an önce Kürtler; aklını başına almalı, 40 yıldır Kürtlere kıyameti yaşatan, başkasının çıkarları için çalışıp kendilerine yıkım, talan ve katliamlardan başka zerre kadar kazanım sağlamayan, 7 düvele taşeronluk yapmakta beis görmeyen Apocu-PKK tayfasına bedel ödemekten vaz geçmeli, gerekirse bu 40 yılın hesabını da sormayı bilmelidir.
Nitekim Abdullah Öcalan, Ekim 2013 ortalarında İmralı görüşme heyetinde bulunan İdris Baluken’e yaptığı açıklamada (ki bu açıklama 18/10/2013 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı.) şöyle diyor:
“Ben Mahir Çayan’ın çizgisiyle (Komünist Stalinist), onun sempatizanlığıyla başladım bu mücadeleye. 40 yıldır Mahir’in çizgisinin (Komünist Sitalinist) kavgasını yürütüyorum. Bu, Mahir’in bana verdiği bir emanettir ve ben 40 yıllık süre içerisinde bu emaneti kavga boyutu ile en iyi şekilde yerine getirmek için uğraştım. Şu anda da bu emaneti (Mahir Çayan'ın varisi Ertuğrul Kürkçü'ye) teslim ediyorum.” diyor ve nitekim teslim etti de.
(http://www.radikal.com.tr/turkiye/ocalandan-mahir-cayan-mesaji-1156126/)
Peki Mahir Çayan'ın kim olduğunu biliyor musunuz? Mahir Çayan, Kürt milletinin imhacısı Kemalist düşüncesinin katıksız "müridi" ve şaşmaz taraftarıdır. Nitekim Mahir Çayan, 1970’lerin başında bir konuşmasında şöyle diyor:
"Kemalizm, emperyalist boyunduruğu altında bulunan yarı sömürge ülkelerin devrimci milliyetçilerin bir kurtuluş bayrağıdır. Kemalizm’e ruh veren, onu yaşatan, milli kurtuluşçuluğun (yani antiemperyalist ve anti feodal) tavır alışıdır." "Kemalizm soldur, Kemalizm milli kurtuluşçuluktur, emperyalizme karşı isyandır. Milli kurtuluşçu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. O'nun milli kurtuluşçuluk bayrağını, hayatımız da dahil, her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz."
https://www.youtube.com/watch?v=OZxWWVR86Ec )
Peki, varlığı Kürtlerin yokluğu üzerinde kurulmuş olup, tavizsiz Kürt düşmanı Kemalist rejimin hakim olduğu mevcut Kemalist Türk devletinin en büyük, en yakıcı ve çözülmesi en zor olan Kürt meselesinin Türk devlet ricali tarafından nasıl karşılanıyor ve bu konuda ne gibi önerileri olmuş, oluyor ve bu sorunu çözmeye yönelenlerin akıbetleri ne oluyor ve ne gibi bedeller ödemeyle karşı karşıya bırakılıyor?
Bu yazımızda objektif olarak bunu irdeleyip yorumlayacağız İnşallah.
Kemalist Türkiye'de, yeminli Kürt düşmanı Kemalistlere nazaran Türkiye’yi epeyce demokratikleştirip liberalleştiren, buna rağmen Kürt köylerinin boşaltılması projesinin fikir babası olması münasebetiyle kötünün iyisi sayılabilecek Turgut Özal, ilk defa Kürt varlığını tanıdıklarını ilan etmesi ve sonraki günlerde “Federasyon da dahil, her konu tartışılmalıdır” denmesinden sonra, yaşamının son döneminde Kürt meselesiyle ilgili kafasındaki projeyi, “Türkiye için yapacağım en son hizmetim Kürt meselesinin çözümü olacak.” demesinin karşılığını canıyla ödedi.
Süleyman Demirel mealen: “Kürt meselsini hep hasıraltı ettik. Buna rağmen baktık ki bu meseleyi hasıraltı etmekle bitiremiyoruz. Bundan dolayı Kürt realitesini tanıyoruz.” der demez, onu da susturdular. Bir daha da bu konuda laf edemez oldu.
Bir ara Tansu Çiller, İspanya’nın “Baks bölgesi modeli”nden, Mesut Yılmaz ise, “Türkiye’nin Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır’dan geçiyor.” sözleri, söylemlerden öteye geçmeye müsaade edilmeyince hepsi de susmak mecburiyetinde kaldılar.
Kemalist rejimin taşeron çocukların iktidarlarının durumları bu iken, Kemalist rejimin (Kürtlerden sonra) en büyük mağdurları olan dindar – islamist Türklerin bu konuda durumlarına bakacak olursak; bu konuda en iddialı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı görüyoruz.
Tayip Erdoğan 1991 de Refah Partisi İstanbul il başkanı iken ve hükümette uygulayıcı bir yetki ve makama sahip olmadığı halde adeta “Kürt meselesinin” ruhuna ve en önemeli püf noktalarına vurgu yapılarak bir “Kürt raporu”nu hazırlatıyor. Kendisi, raporu onaylayarak kendi eliyle kendi partisinin genel başkanı Necmettin Erbakan’a sunuyor.
Rapor, ön sonumla beraber bir çok maddeden oluşuyor. Söz konusu Rapordan altını çizdiğim bazı maddeler şöyle:
“Kemalist devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir.”
Bugün “Doğu” veya “Güneydoğu Sorunu” olarak adlandırılan sorun, aslında bir “Kürt Sorunu”dur...
Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir...
Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçeyle ilgisi olmayan müstakil bir dildir...
1985’te başlayan PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür yanda da PKK terörü arasında sıkışıp kalmaktadır. Bölge halkı PKK’ya bir biçimde arka çıktığı gerekçesiyle sürekli baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Özel Tim’in bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ve ne de can güvenlikleri söz konusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde “bok” bile yedirilmektedir.
… Bölge insanları bulundukları yerlerden, özellikle kırsal kesimlerden şehirlere doğru akın etmektedirler. Şehirlere doğru başlayan bu göçün iki nedeni vardır: En temeldeki neden siyasidir.
Yerel parlamentoların oluşturulması ve merkezî devletin küçülmesi Türkiye’de tam demokrasinin yerleşmesi için atılacak önemli adımlardır.
PKK Terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınıyoruz, Devlet- PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; “Bölücü”, “Terörist”, “Ayrılıkçı” vs...
Kürtler ne mi istemektedirler? Çoklarının zannettiği gibi Kürtler, Türkiye’den kopmak istememektedirler. En azından Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyorlar.
Kürt halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini istemektedirler. Dahası ve en önemlisi, ne zamandan beridir kendilerine yönelik baskıların son bulmasını dilemektedirler. Yaşadıkları bölgenin iktisadi ve siyasi açıdan kalkındırılmasını beklemektedirler…” V.s.
8 Temmuz 1996 tarihinde, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan başkanlığında, RefahYol Hükümeti korulunca Erbakan’ın Başbakan olarak ilk işi; bu rapor çerçevesinde, Kürt meselesinin çözümüne el atmak oldu. Bunun için dönemin Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ı, Abdullah Öcalan’la irtibat kurmak için aracı olarak devreye soktu ve hatta iş ciddileşip mektuplaşmaya kadar varınca, Erbakan Hükümeti meşhur 28 Şubat Askeri Darbesi'yle bir yılını doldurmadan istifaya zorlandı.
Bundan sonra, bu konuda çözüm – mözüm konuşulmadı, ta ki Ak Parti 2003 yılında tek başına iktidar oldu, Erdoğan da Başbakan oldu. Erdoğan 2005 yılına kadar iktidarını nispeten tahkim edince, artık kendisinin yıllar önce hazırlattığı Kürt raporu uygulama imkanı bulduğunu var sayarak kulları sıvayıp uygulamaya karar verdi.
Erdoğan bir sürü hazırlıklardan sonra kendi hükümet erkanlarını da yanına alarak 2005 yılında Diyarbakır’ı ziyaret edip, "Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün adresi biziz, baldıran zehiri içme pahasına da olsa bu sorunu çözmeye kararlıyız." demesiyle bu meselesinin çözümü için ilk adımı attı atmasına, fakat yeni ve hayati derecede hem çok önemli hem de çok tehlikeli bir süreci de başlatmış oldu.
Erdoğan'ın bu süreci başlatılmasıyla da yazını başlığındaki Öcalan’ın bahis ettiği ve söz konusu ettiği; “Bu çatışma bitmez. Bu çatışmayı bitireni bitirirler” deyip işaret ettiği güçler, karşı tarafta çözümün muhatabı yapılan BDP/HDP–PKK’yi Kürt meselesini Erdoğan’a çözdürmemek için harekete geçirtip huysuzlaştırdı ve onlarda karşı koymalar başladı. Öyle ki Erdoğan’ın Kürt meselesinin çözüm niyetini açıklamak için gittiği Diyarbakır da BDP/HDP–PKK Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretini protesto etmek için şehrin genelinde boykot başlattılar, iş yerleri kapattırdılar. Onların elinde olan Belediye Erdoğan’ın yol güzergahlarına çöpler düktüler, Erdoğan’ı karşılamamaları için Diyarbakır halkına çağrıda bulunduğu gibi Erdoğan’ı karşılayanları tehdit ettiler.
Bu esnada Öcalan avukatları vasıtasıyla FETO Cemaati'ne hem Türkiye'de hem de Ortadoğu da işbirliği teklifinde bulundular.
Bu esnada, hem Kemalist – FETO Cemaati, hem de onların tahrikleri ile BDP/HDP ve PKK tarafında Erdoğan'a ve sürece karşı söz ve eylemsel saldırıları başlıyor. Bunlar elbirliği yaparcasına ülkenin dört bir yanında taraftarlarını “Katil Erdoğan” sloganlarıyla sokakları hareketlendiriyorlar.
Değerli arkadaşlar, şu çarpık zihniyete bakarmısınız; 200 yıldan beri yakın Türkiye tarihinde ilk defa Kemalist rejimle yönetilen bir Türk Devlet Başbakanı, 2005 yılında halkın önüne çıkıp büyük bir cesaretle ve korkmadan: “Kürt sorunu vardır. Bu sorun benimde sorunumdur. Baldıran Zehir'i içme pahasına da olsa bu sorunu çözeceğim.” diyor.
Ve yine bu süreç zarfında ilk defa (üstelik Kürt düşmanlığını kendine birinci görev bilen Kemalist rejimle yönetilen) Erdoğan’ın yönettiği bir Türk devleti hükümeti, bu sorunun çözümü için Kürt siyasi hareketiyle masaya oturuyor. Kemalistleri anlıyoruz da peki sözüm onlara, Kürtlük için mücadele ettiğini söyleyenlere ne oluyor ve neden kraldan daha kralcı kesilerek Kemalistler adına Kürt meselesini çözmek için kolları sıvayan bir hükümete cephe alıyor?
Hem de ve fakat, ayni Kürt siyasi hareketi, Erdoğan’dan önceki Kemalist iktidarların “bir çavuşun muhataplığını ve bu Kemalist devletin taşeronluğunu yapmayı” bile kendine minnet kabul eden bir siyasi hareketin öncülüğündeki Kürt siyaseti, neden Erdoğan /Ak Parti karşısında cephe alıyor ve Ak Parti iktidarını yıkmayı kendine görev biliyor?
İşte tüm bu soruların cevabını, bu sürecin tarihi seyri ile beraber çözüm sürecinin başlamasına kimler vesile olduğunu, nasıl başladığını, bu süreç esnasında neler yaşandığını, sürecin nasıl bozulduğunu, çözüm sürecinin bozulmasına kimler sebep olduğunu, bunun nedenini ve bundan sonra bu sürecin nereye varacağını, gerçekten bu savaş tümden “Kürt Siyasetini” ortadan kaldırmayı mı amaçlıyor, yoksa çözüme en yakın olduğuna inanılan bir zamanı mı yaşıyoruz? Şimdi olanların sadece Pkk ve onun rantından beslenen siyasetçileri (çözüme engel olmayacak derecede) etkisizleştirmek mi isteniyor ve amaçlıyor?
Tüm bu ve daha fazla soruların cevapları ve yorumlamaları gelecek yazımızla tarihi belgeler ışığında analiz edip, yorumlayarak gözler önüne sereceğiz İnşallah.
İnşallah, bu konuyu buradan devam edeceğiz.
İrtibat ve yorumlar için:
yahyamunisü[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.