Yıllar önce Kerkük’te Kürdistan bayrağı resmi dairelere çektikten sonra Erdoğan’ın gazaplanması üzerine yazdığım bir yazıyı bu günkü Kerkük olaylarına çok uyduğu için bunu tekrardan yayınlıyorum. Okuyucuların okumakta ciddi yarar görüyorum
Çok sayıda kişi, telefon, sosyal medya ve diğer iletişim araçları ile Erdoğan’ın, Kerkük il meclisinin Kerkük’te Kürdistan bayrağının resmi dairelere asılması kararına karşı, “hani sen Ak Parti ve Erdoğan siyasetini öve-öve göklere çıkarıyordun. Erdoğan’ın bu çıkışına bir şey söylemeyecek misin? Ya da bunun izahını nasıl yapacaksın ” diye, benden bu konuda bir şeyler söylememi istediler.
Bende, “tabi ki bir şeyler söyleyeceğim. Fakat herkes eteklerindeki taşları döksün. Ondan sonra elbette söyleyeceklerim olacaktır,” yanıtını verdim.
İşte söyleyeceklerim:
“Adamın biri psikolojik bir hastalığa yakalanmış. Hastalığı da şu: “kendisinin buğday olduğunu zannediyormuş.”
Yakınları adamı hastaneye yatırıyorlar. Epey bir zaman tedaviden geçirildikten sonra bir gün, yakınları tarafından ziyaret ediliyor. Hal hatır sorulduktan sonra adam yakınlarına, çok iyi bir tedaviden geçirildiğini, artık kendini iyi hissettiğini, hastalığına sebep olan evhamlardan kurtulduğunu, artık “kendini buğday” görmediğini, hastane koşullarından çok rahatsız olduğunu, artık orada kalmasına ihtiyaç kalmadığını, kendisini oradan çıkarıp eve götürmelerini istemiştir. Yakınları bu ısrarcı isteklerini doktoruna iletmişler. Doktor her ne kadar, “tedavisi bitmiş değil. Tamamıyla bu hastalıktan kurtulabilmesi için bir müddet daha tedavi görmesi gerektiğini” söylemişse de yakınlarına söz dinletememiş. Israrlara dayanamayıp olur demiş, son bir muayene için hastayı yanına çağırmış. Son bir testten geçirip kendisinde iyileşme yönünde kanaat getirince hastayı taburcu etmiş.
Hasta, yakınları ile beraber dışarı çıktından hemen sonra, yakınlarından izin alıp bir şey sormak için doktora geri dönmüş. ‘’Doktor Bey,” demiş “yaptığınız tedaviden dolayı tekrardan sizlere teşekkür ederim. Müsaadenizle size bir şey sormak istiyorum.” Doktor kendisini oturtarak, “buyurun sorun” demiş. Hasta, “Doktor Bey, tedaviniz sayesinde artık kendimi buğday olarak görmüyorum. Fakat içimde bir kuşku var. O da şu; bizim komşunun iriyarı bir horozu var, acaba eve döndüğümde o horoz da benim buğday olmadığımı anlayacak mıdır?” Der demez Doktor cevap vermeden, “eyvah başa döndük,” demiş içinden. Hemen zile basmış. Gelen görevlilere “bu hastayı alın odasına koyun” demiş.
Ak Parti hükümeti kurulduğu ilk yıllarda Kerkük gündemiyle, Kürdistan Federe Devleti ve özellikle Barzani’nin şahsı hakkında, ağza alınmayacak sözlerle hakaret ettiler. Ta ki Sn. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı oluncaya kadar. Davutoğlu ve bazı aklıselim şahsiyetlerin telkinleri ile olsa gerek, bu hakaretler birden kesilip ilişkilerin stratejik müttefikliğe varacak seviyeye ulaşması sağlandı.
Pekâlâ, bu nasıl oldu?
Bir ara Davutoğlu, Irak Kürdistanı’nda Sn. Barzani’yi ziyaret ediyor. Ümmetçi bir düşünce perspektifiyle Sn. Barzani’ye şu teklifte bulunuyor; “Sn. Barzani, bildiğiniz gibi bütün Ortadoğu’da, özellikle bizimle sizin aramızdaki sınırlar, ne bizim nede sizin rızamızla çizilmiş bir sınırdır. Bu sınırları ortadan kaldırmaya gücümüz yetmeyebilir. Fakat iki kardeş halk olarak gelin hep beraber emperyalistlerin bizim rıza ve onayımız dışında çizmiş oldukları bu sınırları manasızlaştıralım” demiştir.
Bu çerçevede ilişkiler gelişti. Bildiğimiz seviyelere kadar geldi.
Bizim Ak Parti ve liderliğine bakış açımız Ümmetçi ve anti-Kemalist ölçüleri ile ilgilidir.
Davutoğlu’nun Sn. Barzani ile beraber çizmiş oldukları bu milletler üstü ümmetçi çizgi projesi ve Kürt -fobisinden kurtulma şeklindeki bir atılım elbette desteklenmeliydi. Bu görüşümde hala da ısrarcıyım ve bu tavrımı hala da devam ettirmekteyim. Çünkü son 200 yıldan beri Kürtler ne sıkıntılar çekmiş ise, bu Kemalist-ulusalcılığın hâkim olduğu yönetimlerden çekmiştir. Egemen uluslarda bu zihniyet yok edilmediği müddetçe, halklar arasındaki sorunlar da çözülemeyecektir. Bunu bilmemiz gerekir.
Egemen uluslardaki bu zihniyeti ortada kaldırmaya tek başına Kürtlerin gücü yetmeyeceğine göre, o zaman egemen ulusların içerisinde buna muhalefet edecek kesimi desteklemek gerekmez mi? Nitekim bu süreç içerisinde, Ak Parti ve onun lideri Sn. Erdoğan, geleneksel ulusalcı siyaset çizgilerini aşarak devrim niteliğinde adımlar attı. Bu adımlarla en güzel örnek şudur ki, Sn. Barzani’yi Diyarbakır’da bizzat Erdoğan tarafından Kürdistan başkanı olarak anons ederek Türkiye’nin 90 yıllık paradigmasını değiştirdi. Sonra bu ilişki, Sn. Barzani’nin Türkiye’de devlet başkanı protokolüyle karşılamasını sağladı. Hak hukuk bazında ele alsak, Kürtlere yönelik yapılan değişim ve dönüşümleri sayarsam muhtemelen bunun için sayfalar yeterli olmayacaktır.
Fakat şimdi bakıyoruz ki, başkalarının telkiniyle ve üstelik içine sindirilmemiş telkinlerle bir yere kadar gidiliyor. Ufacık bir dürtü ile eski özüne dönülebiliyor. Kendileri, hem canı pahasına (baldıran Zehir’i içmeği dahi göze almak gibi) hem de siyasi hayatına mal olacak riskleri göze alarak sarf edilmiş bunca emek ve çaba bir çırpıda yok sayılıp başa dönülebiliyor.
“İbrahim’i millet ”ten “Türk Milleti’ne, Ümmet çıkarından, Türklük çıkarına” dönüşüm olursa başa dönülmüş olur.
Hep şunu söylüyorum; Anadolu halkı son 200 yıldır İttihat-Terakki ve onun uzantısı olan Kemalist eğitimin cenderesinden geçmektedir. Hepimiz bu eğitimden geçtiğimize göre hiç birimizin bundan etkilenmeden bu safhayı atlatması mümkün değildir. Kimisi %1, kimisi de %99 etkilenmiştir. Türk kesiminde, bazı zatlara bakıyorsun ırki saplantılardan uzaklaşmış adeta evliya seviyesinde bir yaşantıya sahiptir. Kürt meselesi ve Kürtlerin hak-hukuku söz konusu olunca, ümmet bütünlüğü yerine, “Türkiye’nin bütünlüğü ve Türk halkının bekası” zehabına kapılıp, bu konuda bırakın Kemalistlerden farklı düşünmeyi, onları da fersah fersah aşacak bir pozisyona girmekten çekinmiyorlar ve maalesef mensubu oldukları Yüce İslam Dininin bu konulardaki bakış açısını göz ardı edebiliyorlar.
Dini inancını yaşama söz konusu olunca evrensel standartlarda gördüğümüz demokrat olduğunu söyleyenler ise en azılı Kemalistlerden bile daha ileri gitmek konusunda geri kalmıyorlar.
Nitekim bir zaman oluyor Erdoğan, ümmet perspektifi içerisinde; “tüm milliyetçi düşünceleri ayağımın altına alıyorum” diyebiliyor. Fakat aynı Erdoğan Habertürk TV’de Veysi Ateş’e, “hayret ediyorum, Kürt kardeşlerim neden Türk milletinin bir ferdi olmaktan rahatsız oluyorlar? ”Başbakan da mealen; “Irak’ta soydaşlarımızın çıkarı söz konusu olunca diğer her şey teferruat olur” diyebiliyor.
Aynı Erdoğan, bundan epey bir zaman önce, bir televizyon açık oturumunda Irak’ta bağımsız Kürt devleti kurulması konusundaki sorulan bir soruya, “bu Irak’ın içişleri olan bir konudur. Bizi ilgilendirmez” de diyebiliyor.
Yine ayni Erdoğan, “tarihi olarak Kerkük Türkmenlerindir” de diyebiliyor.
Yani demek istediğim şudur: Ak Parti ve Erdoğan’ın Kürtler konusunda kafaları karışıktır. Ümmetçi bir perspektif içerisinde istikrarlı bir politikaya sahip değildirler.
Burada önemli bir parantez açmak istiyorum:
[ Biz Kürtler, ( esasen buna İbrahim’i millet şuurunda olan Türkleri de buna katarak) burada birlikte zor bir seçimle karşı karşıyayız. Ulusalcı Türklerle mi olacağız, yoksa İbrahim’i millet şuurunda olan Türklerle mi? Bu seçim her iki taraf içinde tarihi ve hayati bir seçimdir. Bu seçimde ya, yüz yıldır hayatı bizlere zehir eden ulusalcı Türklerin sistemine eklemleneceğiz, ya da son 15 yıl içinde biz Kürtleri bütün Anadolu'ya taşıyan bir kadro ile hep beraber yani İbrahim’i millet şuuruyla yoğrulmuş Türkiye'yi kurmanın şerefine ve imkânına mı kavuşacağız.
Yalçın Küçük zihniyetinde olan HDP siyaseti, bizi ulusal Türklerle beraber olmaya çağırıyor ve eski sistemin devamını bize dayatıyor!
Biliyoruz (tam ideal ve tatminkâr olmasa da) Ak Parti kadroları, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Kürtler konusunda İslam’ın emretmiş olduğu ümmet bilinci çerçevesinde konuya yaklaşan ve onları devlet nezdinde en fazla meşrulaştıran ve onları temel haklarına kavuşturmaya çalışan en etkili hareket oldu.(Yiğidi öldür fakat hakkını ver!) Bundan sonra da ( son dönemdeki zihinsel ayak kaymasına rağmen) öyle olmasını bekliyoruz. Her şeye rağmen ( ve kabul edilmez olumsuzluklara karşı eleştirilerimizi saklı bırakma kaydıyla ki, onu aşağıda izah etmeye çalışacağım) biz Kürtleri, Kürt olarak bütün Karadeniz, İç Anadolu ve Ege'de ve ülkenin her bölgesinde eşit vatandaş muamelesi görmesini sağlayan, bu ülkedeki farklı etnik kökenden gelen insanların bu ülkenin meşru birer vatandaşı olduğunu onlara hissettiren, Erdoğan'ı desteklemeye devam etmeliyiz kanaatindeyim!
Doğrudur! Erdoğan’ın Kerkük ve Federal Kürdistan hükümeti hakkında yaptığı son çıkışı kesinlikle kabul edilemezdir. Erdoğan bu çıkışla Kemalist ve Apocu olan Kürtler dışındaki Kürtlerin kalplerini ciddi bir şekilde yaralamıştır. Zira bu çıkışın ne dini nede insani bir izahı maalesef yoktur.
Şu da bilinmeli ki, Ak Partinin temel ve ayrıcalıklı özelliği iki kesimden, yani hem Kürtlerden hem de Türklerden güçlü destek almasıdır. Yazının başlığında da belirttiğim gibi Erdoğan bu son çıkışıyla, siyasi hayatındaki yükselişinde katkısı olan kanatlarından birini, Kürt kanadını kesmeye kalkışmıştır. Kendisini seven, zor zamanlarda desteğini esirgemeyen Kürtleri de ciddi şekilde üzmüştür. (Zaten bu yazının eleştirel konusu da bu çıkışla ilgilidir ve inşallah aşağıda bunu geniş bir şekilde ele alacağız!)
İbrahim’i millet olma şuuruyla Türklerle Kürtler, eğer yukarıda belirttiğim perspektif çerçevesinde Yeni Türkiye'de, yeni Ortadoğu'da yer almak istiyorsak, egemen olan Türkler, Kürt kardeşleriyle (önümüzdeki yüz yılları hedefleyecek, rızaya dayalı ve kardeşlik edebiyatından ziyade, kardeşlik hukukunun yerine getirildiği bir beraberlik için) yeni bir sözleşmeyle, beraber yaşayıp yeni bir diriliş ruhuyla yarınlara taşımanın onuruna sahip olacaklardır. ]
Bütün bu uzun girişten sonra Erdoğan’ın Kerkük çıkışına gelelim:
Zonguldak’taki konuşmasında Sn. Erdoğan şöyle diyor:
Erdoğan'dan Erbil'e:
-“O bayrağı derhal indirin!”
- "Kerkük'te ikinci bayrağın sahipleri bölücülük yapıyor. Bu yanlıştan dönün"
- Erdoğan, "Kerkük'te milli bayrak dışında ikinci bir bayrağın asılmasını kesinlikle yanlış buluyorum. O bayrağın sahipleri şunu bilsinler ki bölücülük yapıyorlar”
- Erdoğan, “Irak Bölgesel Kürt Yönetimine sesleniyorum; bu yanlıştan bir an önce dönün. Hemen o bayraklarınızı indirin, bedeli ağır olur”
- "Irak'ta Sinar’ıyla Tela Fer’iyle Kerkük'üyle yeni tezgâhlar kuruyorlar. Emin olun onları da başlarına geçireceğiz. Bugün buradan ilk defa haykırıyorum. Kerkük'te milli bayrağın dışında, orada ikinci bir bayrağın asılmasını kesinlikle yanlış buluyorum.”
- “Kerkük, Kürtlerindir' safsatasına Türkiye olarak asla uymuyoruz. Kerkük, orada yaşayanlarındır. 'Bizimdir' diyerek, böyle bir iddianın içerisine girmeyin. Onun bedeli de ağır olur. Türkiye ile münasebetlerinizi bozarsınız.”
“Münasebetlerimiz şu anda iyi gidiyor. Bu münasebetleri bozmayın. Hemen o bayraklarınızı indirin. Sadece Irak milli bayrağıyla orada yola devam edin. Yoksa şu anda geldiğiniz noktadan kusura bakmayın, geri adım atmaya mecbur kalırsınız."
NTV-Star ortak yayınında,
Erdoğan,
- "Tarihi itibarıyla baktığımız zaman, birileri kabul eder veya etmez bizi enterese etmez ama biz biliriz ki Kerkük tarihi itibarıyla bir Türkmen şehridir."
"Fakat bütün bunlara rağmen Kerkük'te bugün Türkmen'i ile Arap'ı ile ve tabii Kürtler ciddi bir orada değişime gittiler ve şu anda yaptıkları iş bana göre bir işgal hareketidir. Çok çirkindir ve Irak parlamentosunun aldığı kararı doğrusu ben bu noktada çok çok yerinde buluyorum ve aynı kararı bizler de paylaşıyoruz. Burası bence Irak'ın milli bayrağının dalgalandığı bir meclis olarak çalışmasına devam etmelidir ve kardeşçe burada Arap'ı, Türkmen'i, Kürt'ü birlikte yaşamalısınız. 'Burası benim' diye bir adım atarsanız bunun bedeli gelecekte farklı olur"
Bu ifadelere tek tek bakacak olursak;
Bir kere üslup açısından “üstten bakışı, mütekebbir bir eda”yla söylenmiş ve “tehditkâr, azarlayıcı” bir üslup olup son derece yanlış, güven sarsıcı, ne “İslami ahlak” tarafından nede medeni ve barışçı konumda olanlar tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan bir üsluptur.
Hani Türkler - Kürtler kardeştiler, et-tırnak olup ayrılmaz bir bütündüler! Yoksa bu kardeşlik “tırnağın uzamaması” kaydına mı tabidir. Biraz uzadığında kesilmesi gerekip, ona “parmak” mı sallanması gerekir! Biz (özellikle dindar) Kürtler, aldığımız özellikle tasavvufi ahlak ve eğitim neticesinde, Allah’ın emrine tabi kalarak ve bu emir gereğince “tüm Müslümanlar kardeştir…” Takva haricinde hiç birisinin diğerinden üstünlüğü yoktur” emrini biliyorduk. ( Bu doğrultuda kanaatimce; Müslüman toplumları temsil eden bayrakları bütünü de meşrudur, saygıya değerdir ve birbirlerine üstünlükleri yoktur). Sadece kendimizi bu bağlayıcı emre tabi olmakla mükellef biliyorduk! Meğerki bu emre “Türk olma” ayrıcalığı ve dokunulmazlığı da dâhilmiş de biz bilmiyormuşuz! Meğerki bunun doğrusu (!) şuymuş: “tüm Müslümanlar kardeştir. Takva dışında hiç birinin diğerinden üstünlüğü yoktur, Müslüman Beyaz Türkler hariç. Takva-makva şartına tabi olmaksızın bu “Müslüman Beyaz Türkler” daima üstündür.” Meğerki tüm Müslümanlar da bunu böylece sorgusuz ve sualsiz kabul etmek mecburiyetindeymiş. Bunu da öğrenmiş olduk. Meğerki bundan sonra buna göre kendimizi kontrol etmeliyiz ve böyle davranmalıyız yoksa ilk önce Sn. Erdoğan’ın sonra da Allah’ın gazabına mı uğrayacağız?
Biz Kürtler, bu Kürt nefretine aşinayız! Ne zamandan beri biliyor musunuz?
İsmail Hakkı Bursevi’nin Ruhul Beyan Tefsirinde Enbiya suresinin 68. Ayetini tefsir ederken Kürtler hakkında kullanmış olduğu; "Vallahi Kürtler Müslüman değildir. Sakın bunların en salihleriyle bile arkadaşlık etmeyin ve bunların bastığı toprağa da basmayın!" sözlerini söylediğinden beri!
Erdoğan;
"Kerkük'te ikinci bayrağın sahipleri bölücülük yapıyor. Bu yanlıştan dönün"
"Kerkük'te milli bayrak dışında ikinci bir bayrağın asılmasını kesinlikle yanlış buluyorum. O bayrağın sahipleri şunu bilsinler ki bölücülük yapıyorlar”
“Irak Bölgesel Kürt Yönetimine sesleniyorum; bu yanlıştan bir an önce dönün. Hemen o bayraklarınızı indirin, bedeli ağır olur” diyor.
Aman Allah’ım! Ne bu hiddet bu celal!
Demek ki Irak bayrağı altında birleşmeyenler bölücü oluyorlar, öylemi! Tamam da, eğer mesele bölücülük ise, o bayrağın (Irak Bayrağı) sahipleri, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yaparak (üzerinde titreyip ahfadın olmakla iftihar ettiğiniz) koca Osmanlıyı parçalayanlar değil mi? Hem de atalarınızı “arkadan hançerleyerek!”
Bizim, sizinle beraber aldığımız “İslami eğitim ve terbiye” ye göre, Asrısaadetin düstur ve adaletine uygun olarak kurulmuş İslam Ümmetinin halifelik bayrağı ancak milli olabilir. Bir tek bu bayrağa isyan edenler asi olup, bölücü sayılırlar. Benim bildiğim, tereddütsüz inandığım ve sadece içerdiği hükümlere itaat etmekle mükellef olduğum bizim kitabımızda böyle söylüyor! Başkasının kitabında farklı söylüyorsa onu da ben bilmem.
İşin ironi tarafı; Emperyalist İngiliz ve Fransızların, (genellikle sözde kalıp, dört dörtlük olmasa da Osmanlı adı altında da olsa İslam halifesi olarak kabul gören) İslam halifeliğini parçalamaları neticesinde kurmuş oldukları Irak devletinin bayrağının Osmanlıların torunu olmakla övünen biri tarafından (mazlum Kürt halkının gönlünde ve yüce Allah katında bulunan Mahkemeyi Kübra’da mahkûmiyeti de göze almak pahasına) milli bayrak kabul edilmesi, bunun bekçiliğini yapması… Gerçekten hazin değil midir? Yâda ırak bayrağı ile Kürt bayrağı arasında kendisini böyle bir tercihe zorlayan dini ve insani bir izah varmadır.
Şu bilinmeli ki Kürtler 90 yıl o milli dediğiniz Irak bayrağı altında birleşme ve bütünleşmenin bedelini tam 640 000 Kürdün canıyla ödedi. Kürtleri buna zorlamakla şerefli ve namuslu bir kızın vahşi ve aynı zamanda cani tecavüzcüsüyle evlenmeye zorlamaktan ne farkı olabilir!?
Şu da bilinmeli ki, “Irak Bölgesel Kürt Yönetimine sesleniyorum;” dediğiniz o yönetimin başında bulunan başkan Barzani, o milli dediğiniz bayrak altında ve o bayrak sahiplerince sadece enfal olayında kendisinin öz ailesinden (başta 4 öz kardeşi olmak üzere) 800, Barzani aşiretinde 10 bin, Irak Kürdistan’ın tümünde ise 182 bin insanını Güney Irak çöllerinde diri diri kumlara gömerek şehit verdi. Bu olay Birleşmiş Milletlerce teyit edilmiş bir olaydır!
Bu vahşi yönetimin bayrağı mı Kürtlerin milli bayrağı olacak! Öyle mi! Adama demezler mi! Eğer bu bayrağa o kadar meftun iseniz buyurun sizin olsun! Canım, ciğerim dediğiniz Kürt kardeşlerinizi nasıl oluyor da buna zorlayıp telkin edebiliyorsunuz! Bu vahşi güruhların (resmen terörist ilan ettiğiniz Haşdi Şabi gibi vahşi örgütlerin) önüne atma iradesini gösterebiliyorsunuz? Yoksa sizin kitabınızda böyle mi emir ediliyor!?
Şu da bilinmelidir ki tehditle Kürtlere geri adım attırmak mümkün değildir. Bir kere bu tehditle olayın daha da kalıcı hale getirdiğine inanıyorum. Özellikle Başkan Barzani’ye! Zaten Sn. Barzani de konuyla ilgili yaptığı açıklamada bu hususa bayrağın indirilmeyeceği şeklinde görüş beyan etmiştir.
Hep deniyor ki “diklenmeden dik duracağız!”
“Allah’tan başkası önünde eğilmeyeceğiz!”
Bu özellikler fazlası ile Sn. Barzani ve! Ailesinde mevcuttur. Almış oldukları tasavvufi (ki büyük dedesi Mevlana Halid-i Bağdadi’nin halifesidir) terbiyelerinde gelen mütevazı duruşları kimseyi yanıltmamalıdır. Yaşamları boyunca, diklenmeden dik durmanın timsali olmuşlardır ve mazlum Kürt halkının tarihinde bu durumu birçok defa sergilemiştir. Ve defalarca Kürt halkına da bunun gururunu yaşatmışlardır!
Kaldı ki bu tehditlerin sadece PKK’nin güçlenmesinden ve Kürt halkını PKK’nin kucağına itmekten başka bir yararı da olmaz! Bu önemle bilinmeli!
Yoksa bu, birilerinin Kemalistlerin eseri olan ve yok olmaya yüz tutmuş PKK’yi tekrardan diriltme operasyonu mu? Hani, bu aykırı fikir bile bugünlerde akla çok uzak görünmüyor.
Hep şunu düşünmüşümdür: PKK her yönü ile Kürt milletinin toplumsal yapısının 180 derece zıddı olmasına rağmen, Kürt halkı arasında neden bu kadar ( kabul ve) taban bulabiliyor/bulmaya zorlanılıyor? Kürt halkı kişiliğine sahip olmasın diye sürekli kendisine yabancı olanların kucağına atılma operasyonları yapılmış! Yoksa Türkiye’de gelenekleşen böyle yeni bir operasyonla mı karşı karşıyayız!
“Irak Bölgesel Kürt Yönetimine sesleniyorum; bu yanlıştan bir an önce dönün. Hemen o bayraklarınızı indirin, yoksa bedeli ağır olur”
Ne demek “bedeli ağır olur”? Kürde, yeni bir “enfal” olayı ile 182 bin ölüyü 282 bin ölüye mi çıkarmak niyetindesiniz?
Bu siyasi uygulamalarla mı hasretini çektiğimiz İslam ümmeti oluşturulacak!
Şu bilinmelidir ki, tarih boyunca Kürtler İslami ve insani bir şekilde özgür yaşam uğruna ağır bedel ödemeye alışıktırlar. Dersim, Ağrı, Koçgiri, Zilan deresi katliamı, Diyarbakır Dağ kapı meydanı katliamı, Mahabat, Enfal ve son olarak Halepçe’de olduğu gibi.
Kürtler de bir atasözü vardır; “Jı bangoranî mezintir ser çukê de nayê!”
“Loğdan daha büyük bir şey serçenin üzerine gelmez!”
Devam edelim;
'Kerkük, Kürtlerindir' safsatasına Türkiye olarak asla uymuyoruz. Kerkük, orada yaşayanlarındır. 'Bizimdir' diyerek, böyle bir iddianın içerisine girmeyin. Onun bedeli de ağır olur. Türkiye ile münasebetlerinizi bozarsınız.
Ama…! Kerkük, sizin dedelerinizi arkadan hançerleyen Irak/Araplara ait olunca buna uyup bir şey demiyorsunuz, sus pus oluyorsunuz!
Hiçbir Kürdün, bırakın Kerkük Kürtlerindir dediğini, Kürdistan Kürtlerindir dedikleri bile göremezsiniz. Kerkük coğrafi olarak Kürdistan’ın bir paçasıdır derler. Siz herkesi kendiniz gibi (Türkiye de A den Z ye kadar her şey Tüktür/Türkündür “safsatası” gibi) zannediyorsunuz.Yok, öyle bir şey! Kürtlerin genelinde tasavvufi terbiye ve ümmet şuuru gelişkin olduğu için o böbürlenme kompleksini Kürt’te bulamazsınız. Hiçbir zaman, “ne mutlu Kürdüm diyene!,” “bir Kürt dünyaya bedeldir” safsatasını hiçbir Kürt’ten işitemezsiniz.
Dikkat edin, hiçbir Kürt, (sık sık tekrar ettiğiniz gibi, damdan düştükleri için) “Kürt peşmergesi” demez. Kürdistan Peşmergesi der. Çünkü o Peşmerge’de Kürd’ün, Türkmen’in, Arab’ın ve tüm gayri Müslimlerin bile payı olduğunun bilincindedirler. Nitekim Peşmerge bünyesinde; Resmi isim olarak, Arap Peşmerge birliği, Yezidi Peşmerge birliği ve Türkmen Peşmerge birliği olduğu gibi.
Kerkük’ün Kürdistan’ın bir parçası oluşuna gelince:
Biz burada Kürdün, Arabın veya dünyanın her hangi bir kaynak ve arşive bakmadan sadece Osmanlının kaynaklarına bakmakla yetinsek bile işin aslı ortaya çıkar. Bu konuda Osmanlı arşivlerinin bu konuda hakem olmasına varmısınız?
Tarihteki ilk Türkçe ansiklopedi kabul edilen Şemseddin Sami’nin Kamusü’l-Alam adlı eserinde; Musul, “ Cezirenin kuzeydoğu bölümü ile Kürdistanın güneydoğu bölümünden oluşan ve Dicle’nin iki yanında yer alan bir il” olarak nitelendirilir ve nüfusu 300.280 olarak verilir.(12) Bu nüfusun 159.680’i Musul’da, 89.000’i Şehrizor’da 51.600’ü Süleymaniye’de yaşamaktadır. O tarih itibarıyla henüz idari yapı değişmeden, Musul’da yaşayan Kürtlerin nüfusu 59.380’i Müslüman, 14.900’ü Yezidi olmak üzere toplam 74.280 olarak verilmektedir. Geriye kalan nüfus ise, Arap, Türkmen, Keldani, Süryani, Yakubi, Yahudilerden ve diğer mezheplerden oluşmaktadır. (age,s.186-187)
Aynı eserde, Kerkük, “ Kürdistanın Musul ilinde Şehrizor sancağının merkezi” olarak nitelendirilir ve halkının yapısı şöyle yansıtılır: “ Halkının dörtte üçü Kürd, geriye kalanları da Türk, Arap vs. 760 Yahudi ve 460 Keldani de vardır.” (age.s.151)
Esasen (Allah’ın Tekasür süresinde ki emri gereğince) işi sayısallara indirmekle hicap duyuyoruz. Fakat madem iş oraya sürüklenmeye çalışılıyor o zaman işte size rakamlar. Bizim söylemek istediğimiz nüfus sayımı değildir. Coğrafi konumdur.
Şöyle ki:
“Kerkük Kürdistan içinde yer almaktadır. Ama Kürdistan’dan koparılmış bir şehirdir. Kerkük’te, Türkmenler, Araplar, Ezidi Kürdler, Asuri-Süryanilar de yaşamaktadır. Bütün etnik yapılar, kendi dillerini, kültürlerini korumakta, kendi ana dilleriyle eğitim yapmaktadır. Bu, Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından yasalarla garanti altına alınmıştır. Bunun aksi bir uygulaması söz konusu olursa sizden önce biz karşı çıkarız! Çünkü biz, “kendin için istediğini başkası için de istemedikçe, hakiki Müslüman olunmayacağı” ilkelerine sonuna kadar inanmışız!
Kerkük, İŞİD’in Kürdistan’a saldırısından beri, yani 2014 Haziran’ından beri Peşmerge tarafından korunmaktadır. Bu uğurda çok ağır bir bedel ödeyen Peşmergedir.
Irak Kürdistan’ında bir Kürt devletinin oluşmasına karşı çıkmak, anti-Kürt politikaları izleyen Haşdi Şabi’nin, İran’ın, Irak’ın yanında yer almak elbette çok yanlıştır.
‘Baas yönetimleri Kürdistan’ın nüfus yapısını değiştirdi’
Saddam Hüseyin yönetimi, 1970’lerde, Kerkük’ün nüfus yapısını değiştirmek için çok büyük çaba harcadı. Bu uğurda Kürtlere katliamlarda yaptı.
Kürtleri, Kürdistan’dan, Kerkük’ten zorla, devlet terörüyle kopardı, Irak’ın güneyine, Arap çöllerine sürgün etti. Arapları da, Kürtlerden boşalan alanlara yerleştirmeye başladı. Bu söylediklerimiz Irak resmi devlet arşivlerinde de mevcuttur. Irak Anayasasının 140. Maddesine bile sirayet etmiştir.
Gerek Irak’ta, gerek Suriye’de, Baas yönetimlerinin çok önemli icraatlarından biri, Kürdistan’ın nüfus yapısını değiştirmek olarak görülmektedir. Irak Kürdistan’ı, Güneybatı Kürdistan’ı Arap anavatanı içinde göstermek hususunda Baas yönetimlerinin, gerek Irak’ta, gerek Suriye’de, çok büyük çabası olmuştur.
11 Mart 1970’te Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mele Mustafa Barzani ile Irak Devrim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı (Başbakan) Saddam Hüseyin arasında, Kürdistan’ın özerkliği anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşmada, Kerkük’le ilgili bir madde de vardı. Bu maddeye göre, 1974 yılına kadar Kerkük’te nüfus sayım yapılacak, o nüfus sayımının sonuçlarına göre Kerkük, Kürdistan’a veya merkezi Bağdat yönetimine bağlanacaktı. O nüfus sayımı yapılmadı. Nüfus sayımının yapılmamasının temel nedeni, sayımda Kürt nüfusun şüphesiz fazla çıkacağı endişesiydi. Nüfus sayımı yapılmadı ama Kürtleri Kerkük’ten, Kürdistan’dan devlet terörüyle koparma, boşalan yerlere Arapları yerleştirme politikası kararlı bir şekilde sürdürüldü.
20 Mart 2003’te ABD’nin Irak’a silahlı müdahalesinden sonra, Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Bu dönemde, Saddam Hüseyin tarafından Arap çöllerine sürgün edilen Kürtlerin bir kısmı yerlerine yurtlarına dönmeye başladı.
Aynı zamanda Irak’a ABD müdahalesinden sonra, yeni bir Irak anayasası yapıldı. 2005 tarihli bu anayasanın 140. Maddesinde, 2007 yılına kadar, Kürdistan’dan koparılmış alanlarda sayım yapılacaktı. Bu sayıma göre, Kerkük, Şengal, Xanekin, Çemçemal gibi alanlar ya Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne katılacak ya da merkezi Bağdat yönetimine bağlanacaktı. Bu istek halka sorulacaktı. Anayasanın 140. Maddesi de yerine getirilmedi. Irak hükümetleri, (özellikle el-Maliki hükümetleri) bu sayımı yapmamak için büyük çaba harcadı. Böylece 10 yıldır Irak anayasası çiğnendiği halde (Kürtler canımdır-ciğerimdir diyen Kürtlerin Türk kardeşleri başta olmak üzere) hiç kimseden bir ses çıkmadı.
Üstelik Başbakan Maliki, Saddam Hüseyin tarafından Kerkük’e yerleştirilmiş Arapların, Arap ailelerin, orayı terk etmemeleri hususunda ısrarcı bile oldu, olamaya da devam ediyor.”
"Tarihi itibarıyla baktığımız zaman, birileri kabul eder veya etmez bizi enterese etmez (emri vaki olarak mademki ben söylüyorsam o zaman doğrudur) ama biz biliriz ki Kerkük tarihi itibarıyla bir Türkmen şehridir."
Hani Zonguldak’ta yapılan konuşmada; “…Kerkük, orada yaşayanlarındır. 'Bizimdir' diyerek, böyle bir iddianın içerisine girmeyin…” denilmemişmiydi? O zaman nasıl oluyor da Kerkük Türkmenlerin oluyor?
Bakın bu konuda, yani Türkiye hükümetinin Kerkük /Türkmen sevdasına kapılırken, 17 Şubat 2003 yılında, ABD Irak’a saldırmadan bir ay önce, yani bundan 14 yıl üç ay önce,
“ABD’nın Irak’a saldırısı ve saldırıdan sonra olacak muhtemel gelişmeler” başlığıyla
Yazdığım makaleye bu linkte ulaşılıp okunmasını tavsiye ederim…
http://212541.forumromanum.com/member/forum/forum.php?action=std_show&entryid=1045777903&USER=user_212541&threadid=2
Bilindiği gibi Irak’ta 12 tane Türkmenlere ait resmi siyasi parti vardır. Provokatör-ajan (ki %100 MHP güdümünde olup Türkmenler tarafından dışlanmış ve azınlıkta) olan Türkmen cephesi hariç bu partilerden 11 tanesi halinden memnun olarak kendilerinin öz iradeleriyle ve tamamıyla rızaya dayalı Kürdistan hükümetinin yanında yer alıp, hükümetin bayrak ve referandum kararını Türkmenlerin de çıkarına uygun olduğunu söyleyip destekliyorlar.
Bu konuda sözü Türkmenlerin temsilcileri şu görüşleri dile getiriyor:
KARDEŞLİK Listesi’nden Kerkük Vilayet Meclisi’ne seçilen Türkmen Millet Partisi Başkanı İrfan Kerküklü, bayrak krizinin büyütülmemesi gerektiği görüşünde.
Kerküklü’nün açıklaması şöyle: “2014 yılında DEAŞ’ın Musul’da yaptıkları ortada. O zaman burada Irak ordusu vardı. Irak ordusu, silahını üniformasını atıp Bağdat’a gitti. Kerkük savunmasız bir şekilde ortada kaldı.
Burada Peşmerge Kürdistan bayrağı altında insanların hayatını kurtardı. Biz bayrak önerisini kardeşlik için kabul ettik. Zaten Irak bayrağı duruyor. Irak bayrağı indirilmedi.
Biz Türkmeniz ama burada Kürtlerle yaşıyoruz. Tarih boyunca beraber yaşadık. Bu bayrağın altında Kürtler, Hristiyan, Araplar, Türkmenler beraber yaşıyoruz.”
Türkler ve Kürdlerin temel görevi:
Problem aslında yalnız Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Kürtler arasındaki bir sorun değil.
Bence asıl sorun Türk halkı ile Kürtler arasında bir sorun var. Türkler 90 yıldan beri Kemalizm ile zehirlenmişler. Onlar Kürtleri eşitleri görmüyor. Komşuluk hukukunu uygulamıyor. ''Kardeşiz'' diyor ama kardeşini eziyor, hor görüyor. Kendisi için hak gördüğünü komşusu olan Kürde hak görmüyor.
O nedenle Türklerin genelindeki bu hastalığı yıkmak ve aşmak devrimciliktir.
Bence Kürt-sever Türkler ile, Türk-sever Kürtler her yerde ortak komuşuluk-Ciran hukuku içinde dayanışma dernekleri kurmalı ve bunu Türkler başlatmalı. Hatta CİRAN KÖPRÜSÜ; Kürdler, Türkler, Araplar,Ermaniler, Yahudiler arasında hemen kurulmalıdır.
Ve Kürdistan Kürdistanılılarındır, diyebilmeliyiz.
(...)
Barış sürecini nasıl yıktı(rdı)klarını. Erdoğan, her türlü bürokratik ve sosyolojik engele rağmen (barış süreci başlatıldığında toplumda oluşturduğu tepki ve refleksi anımsayın) aynı zamanda belki de siyasi hayatına mal olabilecek bir girişimde bulundu. Kürt meselesini siyasi, sivil ve insani bir zeminde çözüme kavuşturmak maksadıyla elini, bedenini taşın altına koyup barış sürecini başlatan, Cumhuriyet tarihi boyunca biz Kürtler’in, yapılacağına ihtimal dahi vermediği adımları atan Erdoğan'ı HDPKK eliyle Kürtlerin gözünde şeytanlaştıran Batı(l) konsorsiyumu, Kobanê süreciyle birlikte barış sürecini akim bıraktı(rdı) ve emeline ulaştı. Barış sürecinin selametle nihayete ermesi, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada tartışmasız “hüküm” sahibi olmasının yanında, küresel dizayn grubuna “ayak bağı” olması demekti!
Hâlihazırda aynı plan Kerkük üzerinden de yürütülüyor. Ancak bu planın birincil hedefi referandumdur. "Ne alaka?" diyenler olacaktır.
Şöyle ki; Kerkük'ün Valisi, Barzani muhalifi ve ABD'nin emrinde olan Necmettin Kerim’dir. Bayrağı çekerek: (ki bayrağın uzun zamandan beri Kerkük'te olduğu bilgisi var. Referandum arifesinde gündeme getirilmesi manidar değil mi?)
1- Erdoğan'ın buna tepki vermesini sağlamak ve bu bağlamda Türkiye Kürtlerinin Erdoğan'a karşı tutum sergileyip referandumda aleyhinde oy kullanmasını sağlamak. Müslüman Kürtlerin desteğini kaybeden Erdoğan'ın Kürt coğrafyasında yalnızlaşmasını sağlamak, referandum “evet” lehinde geçse dahi meşruiyetini sorgulamaya açmak.
- Hadisenin Irak Bölgesel Kürdistan boyutu ise kanaatimce şöyledir. Başkan Mesut Barzani'nin buna itiraz edemeyeceklerini biliyorlar. Zira Barzani "bayrağı indirin" dediği anda, kendi iç kamuoyunda tepki çekecek ve yapılacak seçimde Barzani'nin kaybetmesini sağlamak. Bayrağı indirtmemesi ise Türkiye/Erdoğan ile olan iyi ilişkilerinin zedelenmesine yol açar ki öncelikli gayeleri bu.
Elbette bütün bu sürçte, etnik ve ırkçı söylemlerden uzak durmak faydalı olacaktır. Tepkilerde ölçülü olmalı, incitici ifadelerden imtina edilmelidir. Akl-ı selim bir şekilde bu planları akim bırakmazsak, planı yapanların ekmeğine yağ sürmüş oluruz.
Türkler ile Kürtler ne zaman ittifak edip güç birliği yapmışlarsa hem bu ittifak ve güç birliğinin mensupları hem de bu mensupların mensubu olduğu Din-i İslâm ve Müslümanlar güç kazanmıştır. Ve ne zaman tefrikaya düşmüşlerse her biri topal kalmış, Din-i İslâm, Müslümanlar ve yaşadıkları coğrafya eziyet ve zulme uğramıştır. Tarih bunun misalleriyle doludur; akdedin! Şamanizm ve Marxizm bu toprakların, milletin zehridir. Ondandır ki "Bir Müslüman Türk'ü bin fasık Kürd'e; bir Müslüman Kürd'ü bin fasık Türk'e değişmem" diyoruz…
DAİŞ geldiğinde Türkmen Çözüm Partisi neredeydiniz?
Türkmen Çözüm Partisi Başkan Yardımcısı Muna Kahveci Kürdistan bayrağına saygı duyduklarını ve Peşmergeye destek verdiklerini söyledi.
Kürdistan bayrağına karşı Kerkük’te yürüyüş düzenleyen Türkmen Cephesi taraftarı gençlere seslenen Kahveci, "DAİŞ gelip Kerkük'e dayandığında neredeydiniz?" diye sordu.(…)
PDK ve YNK’nin Kerkük’teki Türkmen Cephesi’ne haddinden fazla değer verdikleri eleştirisinde bulundu…(…)
Muna Kahveci, “Kürdistan bayrağı göndere çekilmeden önce Türkmen Cephesi bilgilendirilmişti. Bilgilendirilmelerine rağmen bayrağın asılacağı son güne kadar sesiz kaldılar. Bayrak dalgalanmaya başlar başlamaz karşı duruş sergileyip karara karşı yürüyüşler düzenlemeye başladılar.” dedi.
Türkmen Cephesinin Kürdistan Parlamentosunda sadece bir sandalyesi bulunduğunu hatırlatan Muna Kahveci, bu sandalyedeki Aydın Maruf’un kendisini tüm Türkmenlerin temsilcisi olarak gördüğünü ve kendilerinin bunu kabul etmediklerini söyledi.
2010’lardan itibaren Türkiye devletinin anti Kürt düşüncesi değişiyor. Türklerle Kürtler karşılıklı saygı çerçevesinde (düşmanları çatlatırcasına) dost ve müttefik oluyorlar. Olması da gereken budur ve acilen kırılan kalpler onarılıp tekrardan bu sürece dönülmelidir. Yoksa onarılamaz büyük bir facia ile karşı karşıyagelinebilir!
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
Başbakan Yıldırım’ın Şırnak mitinginde mealen söylediği şu söz çok önemli, hatta meselenin püf noktasını oluşturuyor:
“Tarih boyunca Türklerle Kürtler ittifak kurduklarında büyük atılımlar yapılmıştır”
Bu doğrudur. Örneğin; Malazgirt ittifakıyla Türklere Anadolu kapısı açılıyor,
Yavuz Sultan Selim- İdrisi Bitlisi ittifakında Çaldıran savaşı ile Osmanlılara Ortadoğu kapısı açılıyor,
İstiklal Savaşı esnasında Mustafa Kemal’in Kürtlerle yaptığı ittifakla Türkiye cumhuriyetin kurulması sağlanıyor.
Buradan, yönetici ve halk kesimi olarak tüm Türk halkına seslenmek istiyorum:
“Kürt halkı sizin düşmanınız değildir.” Yukarıda da belirttiğimiz gibi “başınız her dara düştüğünde” her daim Kürtler sizin yardımınıza koşmuşlardır. Tarihinizdeki bütün atılımlarınız bu işbirliği sayesinde mümkün olmuştur.
“Siz Türkler Anadolu’ya geleli bin yıl bile olmadı. Oysa Kürtler on iki bin yıldan beri buradadırlar.” Siz geldiğinizde şu anki Kürtlerin ataları sizin atalarınızı misafirperverlikle karşıladılar. Anadolu’yu yurt edinmenizde büyük katkıları var. Kürtler sizinle İtalyanlara, İngilizlere, Fransızlara, Ruslara, Araplara ve Yunanlılara karşı birlikte savaştılar. I. Dünya Savaşı’nda bütün dünya Osmanlıya karşı savaşırken sadece Kürtler yanınızdaydı. Yalnızca Çanakkale’de Kürtler yüz yirmi bin şehit verdiler. Kürtler 1. Dünya savaşında İngilizlerin ve Fransızların tekliflerini geri çevirdiler. Türkiye’yi bölmek isteseydiler o zaman bölerlerdi. Şimdi siz, sizi arkadan vuran Arapların bile yollarına kırmızı halı serip karşılıyorsunuz. Şimdi Kürtler doğuştan gelen Allah’ın verdiği doğal haklarına bile kavuşmasın diye (Osmanlı’yı parçalayan Araplarla ve emperyalist dediğiniz güçlerle işbirliği yapacak bir gözü karalılıkla) mani olmaya çalışmanızı anlamak mümkün mü? Allah’ın verdiği hakka karşı çıkmak kimin haddinedir! Kürtler, egemenleri Allah’ın çözümüne davet ediyor!
“Kürt anasını görmesin” diye herkesle işbirliği yapıyorsunuz. Bu olacak şey midir? Kürtlere yapmaya çalışılan bu vefasızlık hangi insaf ölçülerine sığabilir?
Hani “bir kahvenin 40 yıl hatırı vardı?”
Bir fıkra vardır; bilirsiniz: Bir Kürt ile bir Türkü idam sehpasına götürüyorlar. Sırasıyla son isteklerini soruyorlar. Kürt’e son isteğini soruyorlar. “Kürt, anasını görmek istiyor.”
Sıra Türk’e gelince, Türkü’n isteği, “Kürt anasını görmesin yeter” oluyor. Sizce bu insani, İslami ve ahlaki bir davranış mıdır?
İttihat-Terakki zihniyeti hâkim olduğundan beri Kürtlere karşı bu zihniyet devam etmektedir. Ak Parti iktidara gelince büyük bir umutla bu İttihat-Terakki-Kemalist zihniyetin değişeceğini umarak Ak Parti ve onun liderliğine dört elle sarıldık. Ölümüne destekledik. Fakat bakıyoruz onlarda bu zihniyetin dümen suyuna kapılıyorlar. Bir noktadan sonra tek dertleri Kürd’ün anasını görmemesi olmaya başlıyor.
Benim aklımın almadığı konuların başında gelen şudur; dindar ve mütedeyyin bir iktidar, nasıl oluyor da, “mazlum bir milletin mutsuzluğu üzerinde başkalarının mutluluğunu tesis etmeye kalkışabiliyor!”
Ak Partinin önünde iki yol var: Ya İslami referansla Osmanlı yolunda ümmetçi bir yol seçecekler, ya da İttihat-Terakki uzantısı Kemalist ırkçı-Türkçü bir yolda yürüyecekler. Yoksa biraz bundan, biraz şundan( yani biraz Kemalizm’den, biraz İslamiyet’ten biraz da Osmanlılıktan) karman çorban bir anlayışla bir yere varılmayacağını geçmiş uygulamalar bize göstermiştir.
Şunu da önemle belirtmek isterim; “İslamiyet bir bütündür.” Ancak bir bütünlük içerisinde uygulama olursa başarı sağlanır. En büyük tehlike Allah adına yanlış ve pragmatik uygulamalara gitmektik! Allah bunu asla ve asla af etmez!
Eğer “hakiki İslami” referansla Osmanlı yolunda ümmetçi bir yol seçeceklerse Kürtler onlarla 4. Türk Kürt ittifakını kurup kardeşçe beraber yol almaya hazırdırlar.
Yoksa Kürtler, (200 yıldan beri Türklerin batıyla yapmaya çalıştığı ittifak ve birliktelik gibi,) (kerhen de olsa) bıji Bush, bıji Obama, bıji Trump mecburiyetinde kalıp yollarına böyle devam ederler!
Allah katında çıkacak faturayı da mevcut iktidar karşılamak mecburiyetinde kalacaktır. Bunu akıllarından çıkarmamalıdırlar! Mahkemeyi-Kübra’daki yargılama bunun cabası…!
Allah şahittir tebliğ ettik…!
Tercih Türk kardeşlerimizindir!
12 Nisan 2017 Çarşamba
Okuyucuların Yorumları ve irtibatları için;
[email protected]
http://kovarabir.com/yahya-munis-kerkukun-kor-testeresi-ile-kurtleri-kesmeye-kalkismak/
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.