Geçmişi ve bugün yaşananları doğru anlamadıktan sonra, biz Kürtlerin neyle ve nasılda bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu kavramamız zor.
Öncelikle Kürtlere dayatılan PKK örgütünün, Kürt davasını manipüle edip sulandırmak için, Kemalist Türk devletinin karanlık mahfilleri tarafında planlanmış bir yapı olduğunu, geçmişte olduğu gibi halende Kürt düşmanları tarafında Kürt davasına karşı kullandığı ve kullanmaya da devam ettiklerini farkına varmamız, bunu Kürt kamuoyu nezdinde vurgulamamız, bilmemiz ve kabul etmemiz gerek.
Bu anlamıyla biz de bu silsileyi takip ederek bunları anlatmaya ve anlaşılması için çalışacağız. Böylece Kürt davasının özünü ortaya koyup yeni bir başlangıç oluşturmaya ve çözüm yollarını göstermeye çalışacağız İnşallah!
Bu konunun en önemli yanı, Kemalist Türk derin devletinin egemenliğinde bulunan mevcut Kürt siyasetinin iflasını anlamamız, Kürt sosyolojisini ve geleneksel toplumsal yapısını göz önünde bulundurarak ve bu Kürt toplumsal yapısına uygun, Kürt siyasetinde yeniden bir başlangıcın gerekliliğinin kabul etmemiz gerektiğidir.
Öcalan’ın Kürt sahasına inmeden ve çalışmaya başlamadan önce üstün aklın kurmuş olduğu bu “Kürt kıran” sistemin nasıl bir sistem olduğunu, kuruluş amacının ne olduğunu ve nasıl çalıştığını ciddi bir şekilde irdelememiz gerektiği kanaatindeyim.
Milliyetçi Kürt aydının en öncelikli ve yaşamsal görevi;
“PKK hareketi ve bu hareketin ortaya çıktığı günden bu güne kadar, PKK sistem olarak nedir, nasıl gelişti ve bu güne nasıl gelebildi?”
“PKK saldırılarına maruz kalan Kürt hareketleri, Kürt insanı ve bu çalışmada, bu hareketin ilişkileri ile ilgili, arka plandaki sistem” veya güçlerin Kürt halkına karşı hazırlayıp uygulamaya koydukları düşmanca karanlık plan ve tuzaklarına ışık tutmak, deşifre edip ortaya çıkarmaktır. Buna mukabil Kürt halkıda, kendi aydınlarını yalnız bırakmayarak bu samimi ve dürüst çalışmalarını destekleyip arka çıkmaktır.
“Benim kanaatime göre PKK, ne sadece Abdullah Öcalan şahsiyeti, ne de "ajan örgütü" yaklaşımları ile izah edilebilecek bir örgüt değildir.” Tüm bunların ötesinde, bu işin arka planında, millet perver “Kürtlerin içeresinde olmadığı, bir kurmay merkezinde Kürtlerin aleyhinde bu işi yürütme, sevk ve idare etmeyi organize eden uluslararası üstün bir aklın olduğu kanaatindeyim.
Baştan sonuna kadar PKK’nın inşa, yayılma ve güç haline gelme süreçleri ile ilgili, bütün bu süreçlerin arka planında ciddi bir sistemin var olduğu ve PKK kadrolarının bu sistemin organize, kitle-kadro psikolojisi metotları, -devletlerde mevcut olan kitle mühendisliği metotları- izlenerek geliştiği, bu metotlarla örgütlendiği ve örgütlendirildiğidir.” Buna mukabil tüm bunların bilinmesi, açığa çıkarılması gerektiği gibi, top yekûn bu güce karşı konulması için de bu güçte, bu donanımda, Kürt milli mefkurenin dışında hiçbir siyasi ve ideolojiye bağlı olmaksızın ve tüm Kürt halkını bünyesinde toplayabilecek “Kürt toplum sorunları araştırma, strateji belirleme ve çözüm merkezi” acilen kurulmalı…
Yazı hayatımda ve özellikle son iki makalemle Öcalan’ın Kürt liderliğe hazırlanması ve Kürt davasında üstlendiği rol üzerinde yazmaya çalıştığım ve devam etmeye niyetlendiğim bu dizi yazısı, hem ulusal hem de uluslararası çapta okuyucular tarafında son derecede olumlu beğeni toplamasına rağmen çok cüz’i de olsa “benim PKK hakkında bir takıntıya kapıldığım” söylemleri bana ulaştı. Fakat şunun bilinmesi gerekir ki benim mazlum Kürt halkının insani, İslami ve aynı zamanda ahlaki haklarının alımı dışında hiçbir takıntım yok ve olamaz da. Fakat bu yazdıklarımdan maksadım da şudur; “Kürtlük postuna bürünerek Kürtleri kendi süfli amaçları için kullanan, sömüren ve özellikle oyalayıp aldatanları” açıklamak, gerçek hain yüzlerini ortaya çıkarıp Kürt halkını bu tür ihanet şebekelerinin farkına vardırmaktır.
Çünkü dünyaca da bilinen bir kural vardır; Bir hastanın tedavi edilebilmesi için her şeyden önce “hastalığın teşhisi” ortaya konulması gerekir ki tedavisi yapılabilinsin. Yapmaya çalıştığımız da budur. Kürt halkı siyasi ve sosyal olarak hastadır. Onun için acilen tedaviye ihtiyaç vardır. Her şeyden önce Kürtlerin kendileri sorumluluk üstlenerek bu tedavi meselesinde yer almalıdır. Ancak güçleri yetmediğinde dostlarını yardıma çağırabilir ve çağırmalıdır da.
Bu girişten sonra esas konumuza geçecek olursak;
Bu bölümdeki yazımda PKK’li isimlerin tek tek faaliyetinden ziyade PKK sisteminin kuruluş amacını, sistemin çalışma mantığını ve varmak istediği hedefinin üzerine duracağım.
Bu dizi yazısının birinci bölümünde;
“Bir 'Halk Çocuğu' olarak Abdullah Öcalan ve onun liderliği –1” başlıklı makalede,
“Bazı insanlar liderlik genine sahiptirler. Doğup büyüdüğü ortam onlar için liderlik ortamı sağlamıyorsa, ne yapıp edip kendisine bir ortam bulup liderliğini icra etmeye çalışırlar.” Tespiti çerçevesinde Öcalan’ın liderlik anlayış ve arayışını ve de psikolojik yapısını anlatmıştık.
https://m.nerinaazad.org/tr/columnists/yahya-munis/bir-quothalk-cocuguquot-olarak-abdullah-ocalan-ve-onun-liderligi-1
Dizi yazının ikinci bölümünde ise, “Öcalan’ın liderliğe hazırlanması ve kahramanlaştırılması-2”
başlıklı yazıda ise kısaca (1960’larda); "Bu dönemde devlet de, Öcalan da bir arayış içerisindedirler.
Kemalist devlet, 50-60 yıldır Kürtlere dışarıdan müdahale etmekle başarı elde edemeyince, içten müdahale etme arayışındadır. Bunun için yetenekli, her türlü iş birliğe hazır ve fakat lider ruhlu biri lazım…”
“Liderlik aşkı ve hırsıyla yanıp tutuşan Abdullah Öcalan da, ne olursa olsun lider olma peşindedir. Bu arz ve talep bir araya gelince, Öcalan ile devletin antlaşması kolay oldu.”
En sonun da ”Kemalist devlet aradığı adamını bulmuş, Öcalan da lider olabilme imkan ve desteğine kavuşmuştur.”
https://m.nerinaazad.org/tr/columnists/yahya-munis/ocalanin-liderlige-hazirlanmasi-ve-kahramanlastirilmasi-2
Öcalan liderliğe hazırlanıp Kürdistan sahasına inmeden öce has adamlarına mealen şunu söylüyor:
“Bu mücadeleyi başlattığımız zaman önümüze aşılması çok zor iki engel çıkacaktır. Din ve Barzani faktörü. Kemalist düzenin Kürtlere yaptığı korkunç baskılara rağmen Türk dindarların ses çıkarmamaları nedeniyle bu mücadelede Kürtler din tercihine fazla takılmadan bizi tercih edebilirler ve böylece din faktörü aşa biliriz. Fakat Barzani faktörünü aşmak bizi çok zorlar ve aşmaya biliriz de.”
1998 yılında Bursa da TOSAV’ın (Toplum Sorunlarını Araştırma Vakfı) bir çalıştayında yaptığım konuşmada PKK ile ilgili şu tespitte bulunmuştum:
“Ben ve tüm Kürtler küçüklüğümüzden beri, Kemalist devletin Kürtlere yaptığı korkunç baskı neticesinde oluşan ruh ve düşünce atmosferi; “bir polisin ya da askerin düğmesini koparmanın suçu idamdır korkutmalarıyla büyüdük. PKK ise değil düğme koparmak, askerleri ve polisleri öldürdü. Bu biz Kürtlerin korku dolu bilinçlerini alt üst etti. Çok açık söylüyorum, ben PKK’lı değilim ve bu öldürmeleri de hiçbir zaman onaylamadım. Ama olup bitenler karşısında, demek ki polis de asker de öldürülebilirmiş diye düşündük. İçinde biriken öfkeyi bilince dönüştüremeyen kimi Kürtler PKK’yı intikamlarını alan bir güç olarak gördüler. Böylece Kürtler örgütün din ve ideoloji sorgusunu yapmadan (deyim yerinde ise) kucağına oturdular.
Belki PKK, devlet korkusunu ortadan kaldırdı ama onun yerine kat be kat kendi korkusunu koydu. Oysa Kürtlerin en fazla korkusuzca yaşamaya ve özgürce karar vermeye ihtiyaçları vardır.”
Pratiğe bakıyoruz, sözüm onlara, görünüşte “Kürtleri özgürleştireyim ve başkaları tarafında gasıp edilen ve el konulan haklarını alayım diye” yola çıkan ve temelleri 1973 yılına kadar giden ve 1978 yılında kurulan PKK’nın ilk ve devamında ezici kurbanların çoğunluğu bölgede yaşayan yoksul Kürtler olmuştur. PKK hareketinden önce Kürt halkı her ne kadar Kemalistlerden dayanılmaz zulüm ve baskı görüyorlarsa da, yine kendi toprakların üzerinde yaşayıp, sosyal, kültürel ve toplumsal gelenek ve görenekleri devam ettiriliyorlar, saf ve arı bir şekilde kendi dilini konuşup milli inançlarını yaşıyorlardı ve gayri resmi de olsa, medreselerdeki Kürtçe eğitimden tutun, aşiretsel güvenlik koruması ile kısıtlı imkanlarla ve resmi olmasa da kendi kendini idare ediyordu. Fakat PKK hareketiyle Kürt halkı, bin yıldır oluşturmuş olduğu toplumsal değerlerinin hemen tümünü sıfıra indiren tehlikeli bir yapı ile karşı karşıya bırakıldı.
Kürt halkı, bu talihsiz PKK hareketi ile madden ve manen, iyi–kötü, ellerindekilerini de tamamıyla kayıp edip sefil bir şekilde yerinden ve kökünden koparılarak Anadolu şehirlerinin varoşlarına göç ettirilip, hem sefalete hem de asimilasyona mahkum edildiler. İşin en kötüsü, derin merkezden haberi olmayan saf yerel PKK’li uygulayıcıların kendilerine attırdıkları adımların nereye varacağını, bu adımların hiçbirisinin hesap-kitabı yapmadan, her yönüyle Kürt toplumunu aldata aldata, hep kayıp ede ede, Kürt toplumun beklediği kazancı ve özgürlüğü bir türlü elde etmeyince, moral çöküşüne, Kürtlüğünden nefret eder duruma düşürülmesi ile özellikle yoksul Kürt kitlesini bir an önce bu sıkıntılı hayattan kurtulmak ve ileride çocukları bu tür sıkıntıları yaşamaması için Türkleşme yoluna koyulmalarına sebep olundu.
Bunun nasıl da İngilizlerin beslemesi Kemalistlerin “Hınzırca” bir planı olduğunu aşağıdaki belge anlatımıyla rahatça anlayabiliriz:
“CIA eski Başkan Yardımcısı Graham Fuller ile Ortadoğu uzmanı, akademisyen ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Politika Planlama Bölümü çalışanı Henri J. Barkey’in birlikte yazdıkları; “TÜRKİYE’NİN KÜRT MESELESİ” adlı kitabının önsözünü yazan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz bu kitabın önsözünde ABD Türkiye Büyükelçisi görevini sürdürürken Turgut Özal’la Kürt meselesini görüşürken görüşme içeriliğiyle ilgili şunları anlatıyor:
“Son derece basiretli ve zeki bir şahsiyet olan Cumhurbaşkanı Özal’a 1993 yılında ölümünden bir ay önce “Kürt meselesinde Ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye sormuştum.
Özal; “Güneydoğu halkının yarısının çoğunlukla ekonomik nedenlerle zaten bölgeden göç etmiş.” Yatırımcılar bölgeye gitmiyordu; ne de olsa bölgede yatırım yapmak çok tehlikeli ve maliyetli bir iştir ve Türkiye’de çok daha verimli, daha kolay imkânlara sahip sayısız yer vardır.
Özal, “halkın geri kalan kısmının da bölgeden batı şehirlerine göç etmelerini sağlayacak gerçeklerin/gerekçeleri yaratılması gerektiğine inanıyordu.”
Özal ne şaka yapıyordu ne de zorluklardan bihaberdi.
“Güneydoğu’daki Kürtleri batıya göç ettirmek projesinden” bahsetmişti.
Abramowitz, Özal “Kürtleri batı kentlerine yoğun göç ve engin Türk denizinde eriyecek, asimile olacak Kürt azınlık” mesajını veriyor.
Aslında bu tip Kürtleri göç ettirme projeleri Osmanlı döneminin son demlerine kadar uzuyor.
“İttihat Terakki, Kürtleri batıya göç ettiren ve her köyde 5 Türk’e 1 Kürt oranını hedefleyen bir uygulama başlatmıştı. Ancak sürdüremedi. İttihat Terakki’nin başları ülkeden kaçmak zorunda kaldılar.”
Bu Proje o zaman yarım kaldı.
Cumhuriyet döneminin en ses getiren, iz bırakan zorunlu Kürt göçüne 27 Mayıs ihtilalcileri imza attılar. 484 Kürdü tutukladılar, bölgede gücü ellerinde tutan 55 ağayı sürgüne yolladılar.” Ama bu projelerin hiç birisi başarılı olmadı. Çünkü tüm bu projelerde Türk – Kürt karşılıklı cepheleşmişlerdi. Kürtler İttihat Terakki ve onun uzantısı olan Kemalist devletinin kütü niyetini çok iyi biliyordu. Ekonomik nedenlerle batı Anadolu’ya göç edenler bile gittikleri şehirlerin kenar bölgelerinde Kürdistani adet ve geleneklerini de götürerek, buralarda gettolar oluşturarak, Kürdi geleneklerini yaşatıp tamamıyla saf Kürtçe konuşarak, adeta küçük birer Kürt ve Kürdistani bölgeler oluşturdular. PKK hakimiyetinden önce durum bu iken, PKK hakimiyetinden sonrasına bakacak olursak; bu dönemde, evvelden beri Kemalist Türk devletinin Kürtlere yönelik var olan korkunç baskısına rağmen Kürtler genel olarak Kürdistan’ı, özel olarak da köylerini boşaltmamışlardı. Fakat Kürtlerin içinden çıkarılmış “Kürt kıran PKK” devreye girince bu sefer işler değişti. Kürt evi içten yıkılıyordu. Adeta hırsız evin içindeydi. PKK, burada önceden üst akıl tarafından hazırlamış olan Kürdistan’ı boşaltma planının başarısı için ilk adım olarak Kürtlerin geleneksel dayanak ve değerleri olan Aşiretler, dini ve toplumsal değerleri olan Tarikat ve medreseler, milli Kürdi siyasi kurumları hedef alınca korkunç katliamlar meydana geldi. Kürtler büyük kitleler halinde köylerini ve topraklarını terk ederek Batı Anadolu’ya göç ettiler ve böylece yukarıda bahis etmiş olduğumuz (Kemalistlerin çok önceden hazırlayıp) Turgut Özal’ın planı PKK eliyle hayata geçilmiş olduğu gibi Kürt davası da manasızlaştırılmış oldu.
“Pek sizce, PKK silahlı mücadelesinin başladığı 1980’lerin sonundan 2000’lerin başına kadarki köy boşaltmaları, Kürt nüfusunun şiddet ve planlı bir şekilde oluşturulmuş ekonomik zorluklar nedeniyle büyük kentlere, batıya akması sizce gerçekten rastlantı mı?”
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/ozal-in-kurt-formulu-1446793
PKK, 1984 yılından 2020 yılına kadar gerçekleştirdiği saldırılarda, (en az) 5 bin 716 masum sivili katletti. Kadın, bebek, çocuk, işçi, öğretmen, korucu, Kürt-Türk demeden binlerce masumu öldürdü. Burada Kemalistlerin planı olan “Kürdistan’ın boşaltmasını” hedeflenmişti. Ve neticede, 1990’lı yıllarda, her ne kadar Kürt yerleşimciler tarafında beklenmedik ve belirlenmedik bir zamanda (onlara göre) plansız, zamansız ve hesapsız–kitapsız olsa bile, devlet ve PKK planlamaları neticesinde zorunlu olarak 4200 köy ve mezra boşaltıldı. Bu (1990’larda ki hesaba göre) köy boşaltılmalarla 5 milyondan fazla Kürt insanı hazırlıksız Anadolu yollarına düşürüldüler.
İşte bunlardan dolayı, geçmişi ve neticede bugün yaşananları doğru anlamadıktan sonra, biz Kürtlerin nelerle, İngiliz beslemeleri olan Kemalistlerin hangi ihanet ve planlı oyunlarıyla karşı karşıya olduğumuzu kavramamız zor.
Her şeyden önce, PKK’nın planlı ve Kemalistlerin görevlisi “Kürt kıran” bir yapı olduğunu kabul edip vurgulamamız gerek. Bunu kabul ettikten sonra hep beraber külahlarımızı önümüze koyup bu badireden kurtuluş yollarını aramamız gerekir.
Allah nasip ederse buradan devam edeceğiz
İrtibat ve yorumlar için:
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.