Genel olarak Kürt halkı toplumsal yapı olarak dört gruba ayrılır:
Birinci grup; Nitelikli olup, niceliği ( halkta tabanı-karşılığı ) olmayanlar. Bunlar aydın ve (gerek çağdaş okullarda gerekse de medreselerde ) okumuş kişilerdir. Bunlar halkı bir araya getirip bir kitle bilinci oluşturamazlar. Fakat bir araya getirilecek veya oluşturulacak toplum üzerinde “toplumu dizayn etmede ve yönetmede” etkili olabilirler.
İkinci grup; Hem nitelik hem de niceliği olanlardır. Bunlar dini cemaat-tarikat önderleri Şeyhlerdirler.
200 yıldan beri bunlar halkla iç içedirler. ( kendi tarzı ile ) Sosyal dayanışma içerisinde hem halkı eğitirler hem de bölgenin en ücra köşesine kadar, aşiretleri ve tabanları de içine alacak şekilde halkı tarikat bazında örgütlerler. Bir nevi bölgede şemsiye örgütlenme görevini üstlenirler.
Üçüncü grup; Nitelikli olmayıp fakat niceliği olanlardır. Bunlar aşiret ağaları ile toplumda “RûSpi” aksakallı- soylu aile- aristokrat-eşraf-kanaat önderleri olarak tarif edilebilir kişilerdir.
Dördüncü grup; Niteliği ile niceliğe etkisi olmayan halk tabakasıdır.
Kürdistan bölgesindeki halk, toplumunun sosyal hiyerarşisine göre, dördüncü (halk kesimi dediğimiz) grup, üçüncü (yani niceliği olup da niteliği olmayan) gruba bağlıdırlar. Üçüncü grup, dördüncü grupla beraber manevi ve duygusal bağla ikinci gruba bağlıdır. Her ikisi de mümkün olduğu kadar ikincinin söz ve isteklerini kırmaz, saygıda kusur etmezler. Bu durum yani şeyhe bağlılıkları onlar için onur kırıcı olmayıp bilakis halk arasında pozisyonlarını korumada yardımcı bile olunur.
İki yüz yıla yakın bir zamandır, İkinci ile üçüncü gruplar, Kürt halkının % 100’e yakınına saygı ile söz geçirebilecek bir konumdadır. Yani, ( özellikle ikinci grup ) halk arasında bunlara saygı duymak sevgiden öteye bir nevi gelenek halini almıştır.
Kürt meselesinin sorun olmaya başlaması, bu sorunun nedenleri ve PKK’nin Kürt halkı arasında taban bulması
Peki, Kürt halkının mevcut toplumsal ve sosyolojik durumu bu iken, nasıl oldu da, ideoloji ve sosyolojisi ile Kürt halkına taban tabana zıt bir oluşum olan PKK-HDP siyaseti halk arasında bu kadar taban bulabiliyor?
Bunun sosyolojik bir izahı olmalı.
Kanaatimce izahı şudur:
1990’ların ortasında TBMM tarafından kurulmuş olan göç komisyonunun verilerine göre, çatışma nedeniyle bölgede, 4200 köy ve mezra boşaltılmış. Bu köy boşaltmalar neticesinde 1990’ların verilerine göre 4 ile 5 milyon insan yerinden edilmiştir.
PKK- HDP siyasetinin temel ( insan ) kaynağının, köy boşaltmaları nedeniyle oluşan zorunlu göç olduğunu bilmemiz gerekir. Yukarıda belirttiğimiz gibi köy boşaltmaları nedeni ile yerinden edilmiş 4 ile 5 milyon insan sayısının oluşturduğu oy sayısı ile HDP çizgisinin sürekli Kürtlerden aldığı ( 3 – 4 milyon kemikleşmiş ) oy sayısının nasıl da denk geldiğini göz ününde bulundurursak gerçek ortaya çıkıyor.
Genellikle bu konuda siyaset bilimciler ile sosyologların yapmış oldukları siyasi çalışma ve analizlerde bu husus göz ardı ediliyor. Hâlbuki, Ak Parti hükümetinin iktidar süresince bölgeye yönelik yaptığı devrim niteliğindeki sosyal, siyasal ve kültürel faaliyetlerinin (beklendiği gibi marifet iltifata tabidir sözü gereğince) karşılığının alınmamasındaki temel etken budur. Çünkü Ak Parti hükümeti ile siyasetçileri bu göçün; kişisel olarak öfke boyutunu, mağduriyet boyutunu, kayıp boyutunu, bir de bunların yol açtığı suç ve yozlaşma boyutunu da bunlara eklersek) insanların topraklarından koparılması ile insanlarda oluşan travmayı hesaba katmadan bölge insanına yaklaşmaya çalışıyor. Ve mevcut iktidarın hayati derecede risk alarak (Kemalist düzendeki Türkiye şartlarını ve toplumsal yapısını da hatırlarsak) gerçekten de devrim niteliğinde yaptığı hizmetlerin karşılığını alamamaları onlarda bir asabiyet yaratıyor.
Kanaatimce, Ak Parti yetkilileri zorunlu göç vakıasını doğru okuyup anlamadığı için, olayın sosyal ve psikolojik boyutunu anlamıyor. Anlamadığı için de toplumsal olarak yaptığı hizmetlerin karşılığını almadığı zaman da öfkeleniyor. Hâlbuki zorunlu göçün meydana getirdiği tahribatlar genellikle kişiseldir.
Şunu bilmemiz gerekir ki, toplumsal tedavilerde başarılı olanlar, bireylerin kişisel hastalıklarını tedavi etmekte yetersiz kalabiliyorlar. Birinin evini başına yıkmışsanız, buna mukabil o kişinin bulunduğu şehre duble yol yapmakla o kişinin kalbini kazanamazsınız.
“Devlet bu zorunlu göçe hep ( gelmiş-geçmiş ) bir dönem olarak bakarak, insanların sadece maddi şeyler ( tabii ki bunu da tam manası ile telafi etmeyerek ) kaybettiklerini düşünerek hata etmiştir.” Hâlbuki bu zorunlu göçle toplumun adeta toplu intihara sürüklenmiş olduğu görülmedi. Çözüm Süreci de bu hata üzerinden işledi. Kürt açılımı ile yapılan toplumsal hizmetlerin, zorunlu göçle ilgili oluşan kişisel ve toplumsal travmalar hesaba katılmadan, Kürt halkından karşılık beklendi. Halbuki Kürt toplumu fert fert geçirmiş olduğu ve halen de yaşamakta olduğu ve zorunlu göçle ilgili travmayı yaşarken, Ak Parti tarafının yaptığı hizmetleri bihakkın algılama fırsatı bulma imkanına ve rahatlığına sahip olmadı.
“Zorunlu göç sırasında çok ağır olaylar yaşayarak ruhen çok örselenmiş bir kitle oluştu.” Özellikle genç bir kitle. Bu kitle öyle bir kinle büyümüş ki, Kemalist düzenin kendisine yaptığı zulmün intikamını alması için düzen şahsında kazanımı umursamadan, sadece düşmana kaybettirmeyi hedefleyerek her önüne gelene saldırmasını kendine hak gördü.
Bununla beraber; “konunun acı olan tarafı, bu kitlenin çoğu zaman bir beklentisinin olmaması. Tümü ile umudunu yitirmesidir. Acılarını anlatmalarına rağmen, şöyle olsun veya devlet bizim için bunu yapmalı gibi isteklerini ifade etmiyorlar. Adeta devleti zihinlerinden silmiş ve devletten bir beklentileri de kalmamış…”
Hayata karşı umutlarını ve her şeylerini kaybetmiş bir konumda oldukları için çok fazla bir beklentileri de kalmamıştır. İşte buna adeta “toplu cinnet geçirme” safhası denilebilir. Kobani olaylarında olduğu gibi hıncını almak için her önüne geleni yakıp yıkmaya girişebiliyor olması...
Buna karşılık Ak Parti hükümeti de kendi açısında çözüm süreci esnasında yaptıkları, bihakkın görülüp takdir edilmiyorsa öfkeleri kabarıyor. Bu da bin bir türlü riskleri alarak, liderinin deyimi ile; “baldıran Zehir’i içmeyi” bile göze alarak ve deyim yerinde ise kelleyi koltuğa alarak yaptıklarının takdir edilmemesi, Ak Parti tarafında öfkeye sebep oluyor ve “ben bu işte yokum” diye biliyor. Bin bir emek ve oluşmuş beklenti bir anda heder edile biliyor.
Devlet tek taraflı sulhnamelerle cüz’i bir miktar tazminat ödeyerek köye dönüşleri sağlamaya çalıştı. Fakat derman olamadı. Sulhnameler asla dört başı mamur olmadığı gibi, devlet, işin sosyolojik, psikolojik ve siyasi yönüne bakmadan hareket etti. Adeta bir miktar para verip baştan savmalar oldu.
Şunun gibi; bir çocuğun elinden en sevdiği oyuncağı alıp parçaladıktan sonra, yeniden yapıştırıp vermek gibi… Çocuğun ne yaşadığına bakılmadı.”
PKK, Son 20 yıldır köylerin boşaltılması nedeni ile zorunlu göçe maruz kalan yukarıda bahis ettiğimiz bu dördüncü grubu, yani halk kesiminin mağduriyet ve nefretini kullanarak, halk üzerinde yandaş taban oluşturmaya uğraştı. Bu grup PKK vasıtası ile ceberut Kemalist düzene karşı kinlerinin intikamını bulma fırsatına kavuştular. Bu vesile ile PKK, bu grubun nefretini kullanarak bir nevi yine, yukarıda bahsettiğimiz ikinci ve üçüncü grupların (dini cemaat- tarikat önderleri, aşiret ağaları ve toplumda “Rûs–pı” aksakallı- aristokrat-eşraf-kanaat önderleri dediğimiz halkın gerçek temsilci ve önderlerinin) altlarındaki halıyı çekmeye çalıştı. Ve çeke bildiği kadar da çekti de!
Bununla beraber; muhafazakâr ve dini konumlarına duyarlı olarak bilinen Ak Parti hükümeti, kendisinin doğal müttefiki olan ve halk nezdinde güçlü karşılığa da sahip olan bu grubu siyasi ve ideolojik olarak kendisinin doğal müttefiki olarak görüp tüm gücü ile destekleyip, tabanlarına karşı güçlenmelerini sağlayacağına, PKK’yi muhatap alıp, onları muhatap almayarak itibarsızlaşmalarına sebep oldu. Bunlar güç kaybedince yüz yıllardan beri gelen mahalli otorite zayıfladı. Bu otorite zayıflaması ile toplumda ciddi yozlaşma meydana geldi. Saygıya dayalı aile bağı çözüldü. Aile bağının çözülmesi ile PKK için atını rahatça koşturabilecek meydan oluştu. Böylece direkt olarak PKK’nın ekmeğine yağ sürmüş olundu.
İkinci ile üçüncü gruptakilerle zaman zaman bire bir yaptığımız görüşmelerde istisnasız hepsi de Ak Parti’den şiddetli bir şekilde şikâyetçi olduklarını ifade edip aynen şunu dile getirdiler: “Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir hükümet döneminde Ak Parti dönemi kadar kendimizi dışlanmış, hükümet nezdinde itibarsızlaşmış bir konumda görmüş değiliz. Adeta Ak Parti, PKK’lıların önünü açmak amacı ile bizi bitirmek için uğraşıyor gibi bir hisse kapılıyoruz.( Ki bu görüş yörede yaygın bir şekilde ciddi olarak kabul gören bir görüştür ) Hâlbuki halk Ak Partiyi en şiddetli PKK karşıtı olarak biliyor.”
Bu iki grup Ak Parti hükümetinden de yüz ve destek görmeyince taban ve bağlılarına karşı sorumluluklarını yerine getirmemeye, tabanlarının sorunlarına yardımcı ve yararlı olamama sıkıntısına girdiler. Böylece onların taban kaybı PKK’nin de taban kazanmasına vesile oldu.
Peki bunun nedeni ne olabilir?
Türk devleti, Kürt siyasetinin temsilcisi olarak görünün PKK, ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde hazır terörist damgasıyla itibarini kaybetmişken, bunun şahsında Kürtlerin talepleri konusunda kendilerini sıkıştıracaklarda olmayacağını bildikleri olsa gerek, PKK'nin bu temsiliyet konumunu devam etmesi kendi devletinin bekası için uygun gördüler. Devamı için adeta yardımcı oldular.
Rahmetli Mir Dengir Fıtat’tan dinlemiştim; Erdoğan özel bir konuşmasında mealen; "Bakıyorum bu Kürt meselesinde ne çıkıyorsa bu Kürt aristokrat–soylu ailelerin altından çıkıyor. Ben onları Kürt halkı nezdinde itibarsızlaştırabilirsem bu meseleyi de kökten hal etmiş olurum."
Kendilerine göre devletinin geleceğini önceleyerek, 2007 seçiminden sonra kendi doğal, saf ve samimi bu kesimdeki dostlarını (onlara yüz vermeyip tek başına ) bırakıp, hiçbir niteliği ve niceliği olmayan kesime yöneldi. Yani adeta BDP olmaya çalıştı. Halbuki Kürt siyasi hareketi 2007 seçim yenilgisinden sonra Ak Parti siyasetini taklit ederek yani AK Partileşmeye, dindarlara yaklaşmaya çalışarak oylarını arttırmaya çalıştı. Ve başardı da.
Hâlbuki bu kitlenin bir sahibi vardı. Sahibi de PKK'dır. Böylece Ak Parti bunlara sahip olamadığı gibi dostlarını da küstürdü. Ve oy yüzdeleri de dramatik bir şekilde düştü...
Adeta önlü Kürt komutan ve siyasi deha Ebu Müslim-i Horasani’nin şu sözü tecelli etti:
“Bir kişi veya iktidar, kadim dostlarını bırakıp düşmanlarına yönelirse, görecek ki düşman dost olmayacak, dostlarına geri döndüğü zaman artık dostlarını da dost olarak bulmayacak ve yıkım mukadder olacak.”
Allah nasip ederse devam edeceğiz...
Yorum ve irtibat için [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.