Değerli arkadaşlar; Kürt milleti olarak dünyada 50 milyonluk bir nüfusa sahip olacaksın, coğrafi yerleşim olarak dünyanın ve özellikle Ortadoğu’nun kalbi sayılacak bölgenin tam ortasında yer alacaksın, coğrafi iklim olarak dağ desen dağ, yayla desen yayla, ova desen ova, güneş desen güneş, su desen su, Ortadoğu’nun en büyük iki nehir ve bölgenin en sulu bölgesi, tabii kaynaklar, petrol, doğal gazdan tutunda yer yüzünde bulunan tüm doğal kaynaklara sahip olacak, fakat Ortadoğu’nun en sefil köle yaşamına sahip olacaksın. Varlığın bile kabul edilmeyecek… Hala çocuklarına anadilini ble öğrtecek durumda olmayacaksın. Bu kadar terslik ve olumlukları bir araya getirmek tesadüf olabilir mi? Peki bunun nedeni olabilir?
Bence bunun ana nedeni; Kürtlerin olgun, tecrübeli, milli refleksleri iyi basan, dinde dahil ideolojilerini milli reflekslerinin önüne koymayan, kendi insanlarının yaşam ve geleceklerini önceleyen, özellikle fevri hareket ve kararları akil söz geçinden tartıp geçirebilen devlet ve siyaset aklına sahip olmamaları ve acilen bu özelliklere sahip siyasi önderleri bulmaları ve artık bu tip siyasi kadrolarla yol yürümerine ihtiyaç vardır.
40 yılı aşkındır PKK ve onun siyasi kadroları hala örgüt militanlığından parti olgunluğuna geçiş yapmadılar. Hala insanları coşturan slogan siyasetinden evrensel ve olgun siyasete yönelmiş değildirler. Onun içindir ne medeni dünyada kabul görüyorlar nede Kürtlere bir mesafe kat ettiriyorlar. Bunun içidir her daim Kürtlerin payına düşen ölüm ve sefalet oluyor. Bu ihanetin açık örneğini aşağıdaki yazıda bulabilirsiniz.
Bundan birkaç hafta önce Tayip Erdoğan, partisinin grup toplantısında: “…ama Edirne’deki, en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” dedi ve Türkiye gündemi alt üst olmaya yetti. Peki Erdoğan’ın bu söylemi ne anlamaya geliyor?
Bu sözün temelinden ne manaya geldiğini anlamak için, genel olarak Ak Parti, özel olarak da Tayip Erdoğan iktidarının kendilerini Türk devletinin sahibi olarak gören Kemalistler tarafından nasıl algıladıklarını ve onlar açısında Erdoğan iktidarı ne manaya geldiğini anlamamız lazım. Olayı biraz geriye alarak anlamaya çalışalım.
Osmanlı devletinin son dönem sultanlarından İkinci Mahmut’tan Kemalist Cumhuriyete, Kemalist Cumhuriyetten bu güne kadar Türkiye de kim iktidar olmuşlarsa da hep İngiliz destekli, İslam dini ve Kürt karşıtlığını esas alan İttihat-Terakki ve onun uzantısı olan Kemalist ulusalcı zihniyet muktedir olmuşlardı ve nihai söz ve karar onların olmuştur.
Ak Parti 3 Kasım 2002\'deki genel seçimlerde çoğunluk oyu alıp iktidar olunca, Kemalist Türk derin devletinin iktidarını elinde tutan Avrasyacı–Ergenekoncu kesimin (adeta) etekleri tutuştu, 150 yılı aşkındır ellerinde tuttukları iktidarlarını kayıp etmekle karşı karşıya olduklarını fark ettiler. Tez elden ve işin başında iken bunun önünü kesmek, bu tehlikeyi bertaraf emek için işe koyuldular. Bunun için, ellerinde bulunan ve yaptıkları bir sürü anlaşmayla kendi saflarına çekip müttefiki yaptıkları Abdullah Öcalan ile işe başladılar.
1999 yılında ABD Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiğinde Öcalan bu kesimin eline düşmüştü. Onlar da Öcalan’ı, yüzde yüz askeri olarak kontrollerinde bulundukları İmralı adasına yerleştirmişlerdi. Öcalan da işbirliği içerisinde bulundukları bu kesimin isteği ve de talimatları üzerine (Kürtlerden yana) hiçbir toplumsal kazanç sağlamadan karşılıksız ve tek taraflı olarak PKK’ ye ateşkes yaptırmış, karşılıksız PKK gerillaların tümünü sınır dışına çekmiş ve hatta 2002’de PKK’ye yaptırdığı olağan üstü kongre ile PKK’yi tümden fesih edip sivilleştirmek için PKK ismini bile değiştirip yerine Kürdistan Demokratik ve Özgürlük Kongresi (KADEK’i) kurdurtmuştu. Bu çekilme esnasında 640 gerilla askerler tarafından pusuya düşürüp öldürmelerine rağmen bir sitem ve eleştirileri de olmamıştı.
Ne zaman ki (Ergenekoncular tarafında geçmişi ve gelecekteki niyet ve siyasi yönetim projelerini çok iyi bildikleri) Erdoğan başbakan oldu, onlarda kolları sıvayıp Erdoğan hükümetine darbe yapmak için harekete geçtiler ve ilk başvurdukları kişi de ellerinde bulunan Öcalan oldular.
Öcalan’a; “Erdoğan hükümetine darbe yapmak istiyoruz. Darbe bahanesini oluşturmak için PKK savaşı başlatmalıdır. Bunun için PKK’ya talimat ver. Öcalan da PKK’ya talimat veriyor. PKK’da Erdoğan hükümetine karşı savaşı başlatmak için Öcalan’ın Avukatı olan Av. Mahmut Şakar gözetiminde PKK olağan üstü sekizinci kongre topluyorlar. Delegelerin ezici çoğunluğun itirazlarına rağmen Öcalan adına Av. Mahmut Şakar; “beni buraya gönderen irade ateşkesin bitirilip savaşın başlatmasını istiyor ve bu yönde karar almanız gerekiyor” deyip kongreden savaş kararı aldırtıyor. Ve savaş başlıyor.
https://www.nerinaazad1.com/tr/columnists/yahya-munis/hdpye-kemalistler-tarafindan-kayyum-atanirken
Erdoğan buna aldırmadan, daha 1991 yılında Refah Partisi İstanbul il başkanıyken danışmanlarına hazırlattığı “Kürt raporu ve çözüm projesi” ni hayata geçirmeye kararlı olduğunu kafaya koyan biri olarak, bu Kürt sorununu çözüm kararlığını göstermek, bunu yüz yüze Kürtlere anlatmak için 12 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır’a gidiyor ve Kürt milletinin önüne çıkarak “Kürt sorunu herkesten önce benim sorunumdur ve bunun bedeli ne ise onu ödemeye hazırım ve bu sorunu çözeceğim” taahhüdünde bulunuyor. https://www.nerinaazad1.com/tr/columnists/yahya-munis/erdoganin-muhatapsiz-cozum-sureci
Erdoğan bu taahhütten sonra hummalı bir yöntem arayışına giriyor.
“Erdoğan 2005 yılında Diyarbakır da Kürt meselesi ile ilgili çözüm taahhüdünden sonra, eski bir Norveç Başbakanı Avrupa’daki uluslararası bir toplantıda bulunan Erdoğan ile bir araya geliyor. Norveç eski başbakan, “Kürt hareketi ile Türkiye arasındaki sorunun çözümü için inisiyatif almak istediklerini Erdoğan’a söylüyor ve kendilerinin bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum” diyor.
Erdoğan, önceki girişimlerden söz etmeyerek, “böyle bir girişimin olumlu olacağı”nı belirtiyor. Erdoğan, muhatabını dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’e yönlendiriyor.
Norveçli siyasetçi Erdoğan’dan “olumlu sinyal aldıktan sonra” PKK Avrupa yönetimiyle görüşerek aynı talepte bulundu. Bunun üzerine Norveçli aracılar Kandil’e giderek Murat Karayılan ve Duran Kalkan ile bir görüşme gerçekleştiriyor.
Norveç heyeti Emre Taner ile iki defa görüşüp PKK’lı muhataplarını konu hakkında bilgilendiriyor ve bu diyalog böylece devam etti.
Türk devleti ve PKK arasındaki ilk Oslo görüşmesi Eylül 2008\'de yapıldı.
Bu görüşmeye katılacak PKK heyeti Hewler üzeri Viyana aktarmalı Oslo’ya ulaşmış, burada devlet tarafından karşılanmış ve görüşmelerin yapıldığı otele götürülmüştür.
Bundan sonra O trafik herhangi bir aksamaya uğramadan 2011’in yazına kadar sürdü. Bu süre zarfında heyetler arasında 7-8 defa görüşmeler yapıldı.
Türkiye\'de yapılan seçimler nedeniyle Abdullah Öcalan tarafından verilen talimatla PKK, 15 Temmuz 2011 tarihine kadar ateşkes ilan etmiş, ateşkes süresi bitimine bir gün kala, (sanki sırf çözüm süreci bitsin diye) yani 14 Temmuz 2011\'de PKK Silvan kırsalında askere pusu kurup saldırı yapılıyor.
PKK militanları ile askerler arasında çıkan bu çatışmada. 13 Türk askeri yaşamını yitiriyor, 7\'si yaralanıyor. Böylece 4 yıldan beri sürmekte olan Oslo barış sürecide sona eriyor.
Fakat Erdoğan’ın barış arayışları devam ediliyor.
Öcalan’ın da içinde olduğu Oslo barış süreci Kandildeki PKK merkezi tarafında bozulduktan sonra (Öcalan, Erdoğan’ın bu işte samimi ve kararlı olduğu inanmış olacak ki) bu sefer bizzat kendisi devreye girme kararını alıyor ve 26 Eylül 2012 tarihinde Abdullah Öcalan Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’a bir mektup gönderiyor. Öcalan çok özet olarak ve mealen Mektubunda;
Dünya güçleri tarafından Ortadoğu’da yapılacak değişimlerle ilgili yaptığı bazı analizlerden sonra işin pöf noktası olacak şu tespitlerde bulunuyor: “Bölgede çok sarsıcı büyük değişmeler oluyor ve olacak. Eğer birlikte Kürt meselesinin çözümüne el atmasak ve bu konuda inisiyatifini ele almasak bu güçler beni de sizi de tasfiye edecekler. Onun için gelin ikimiz el ele verelim beraber bu sorunu çözerek Türk–Kürt birlikteliğini sağlayalım.”
Nitekim Öcalan, 1993\'te Lübnan’ın Bekaa vadisinde gagazeteci Avni Özgüren’e verdiği röportajda; “Bu iş, bu çatışma kolay kolay bitmez. “Bu işi ben bitireyim desem, beni bitirirler. Türkiye tarafından da en yüksek emir verme noktasındaki makamda bulunan şahıs buna karar verecek insan bu çatışma işi bitireyim dese, bitirtmezler, onu bitirirler\" dedi. (Buna bakarak dünyada ve özellikle Türkiye de bazı güçlerin elbirliği yaparak Erdoğan’a cephe alması mandar olması gerek.)
Konumuza dönecek olursak; Erdoğan Öcalan’dan gelen bu mektubu alır almaz bunu danışmanları ile istişare ettikten sonra bakanlar kurulu ve Ak Parti Merkez Karar ve Yürütme Kurulu – MKYK da görüştükten sonra bunu Milli Güvenlik – MGK dan geçirildikten sonra yürürlüğe koymaya karar veriyor. Bunun ardınd çıktığı bir TV programında (canlı olarak) Öcalan üzerinde yeni bir çözüm sürecini başlatacağını kamuoyuna açıklıyor. Ve böylece Oslo’dan sonra ikinci bir çözüm süreci daha başlıyor. Bu iş için Kürt siyasi kesimde oluşturan aracı heyetler İmralı Ankara, Ankara (PKK merkezinin bulunduğu) Kandil dağı arasında mekik dokuyorlar. Erdoğan’ın talimatıyla 4 Nisan 2013 tarihinde Türk ve Kürt toplumun çeşitli katmanlarından oluşturan 63 kişilik “Akil insanlar heyeti” Türkiye’nin 7 bölgesine dağıtılıyorlar. Toplumu bu çözüm ve barış sürecine ikna ederek toplumu kabul etmeye hazırlıyorlar. Bu atmosfer çerçevesinde genel olarak tüm Türkiye, özel olarak da Kürt bölgesi bir bahar havası yaşanıyor. Gerçi asayiş konusunda PKK’nin açtığı veya sebep olduğu PKK ile devlet, PKK ile Kürt milleti arasında çok can sıkıcı olaylar olmuyor değil, fakat barış süreci bozulmasın diye hem hükümet hem de Kürt milleti bu olayları görmezlikte geliyorlar.
Türkiye de görünen durum bu iken, kamuoyu tarafından merak edilen Öcalan cenahından da bilgi almak ve orada da ne olup bittiğini öğrenmek için 23 Şubat 2013’te, içinde HDP milletvekillerinden Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan ve Pervin Buldan’dan oluşan bir heyet İmralı adasına gidip çok rahat bir ortamda bu konuyu 3 Saat’i aşkın Öcalan’la enine boyuna müzakere ediyorlar. Buradan 10 sayfalık bir görüşme tutanağı ortaya çıkıyor. Fakat bu on sayfalık tutanağı değil de Öcalan’ın Türk devleti–Hükümeti ile vardığı mutabakat–anlaşmanın can alıcı noktalarını buraya almakla yetineceğim.
Öcalan giden heyete şunu söylüyor: “Özal’dan beri teşebbüs içerisindeyim, akim (akamete uğradı, kesintiye uğradı) kaldı. Şimdi (bu çalışma) akamete uğramaması lazım. Uğrarsa, tırnak kesilirse felaket olur… hepimizin hayatı söz konusudur… Kesin başarı hedefi ile sonuçlanması lazım… Halkımızın eski kalıp mücadeleleri bir kenara atmaları lazım. (Halkımız) Eski yaşam alışkanlıkları top yekun bırakmak gerekir. Neden, çünkü bu bir rejim değişikliği olacak. (Bu değişiklik) Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, 1950 çok partili hayata geçişten çok daha önemli, bu hepsinden daha derinlikli olacak. Başarılı olursak, yepyeni bir Cumhuriyete… (gidilecek...) Radikal demokrasi, tam demokrasi, Anadolu ve Mezopotamya’nın tam demokratikleşmesi, hazırlığım bu yönde. Şimdiye kadar olanlar ısınma hareketi idi. Bütün felsefi ve örgütsel birikimimi bu yönde PKK’yi hazırlamak ve dönüştürmek için kullanıyorum. Bu en köklü adım. Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci. Ben bu deyimi rast gele seçmedim.”
- Öcalan: “Hükümet kesin vesayetten kurtuldu mu hesaplaşma tam olarak yapıldı mı? Sayın Başbakan (Erdoğan) zekice bu mekaniği teşhis etmiş ve iyi kullanıyor. Komplonun bir parçası değil.” – “CHP ve MHP paralel devletin izdüşümleridir, basit aletleridir;”
– “Süreç başarısız olursa ‘Apo öldü’ diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem.”
– “Ergenekonun bizden beklentisi ( Ak Partinin iktidara geldiği) 2002’den itibaren savaşı tırmandırmamızdı.”
“Hakan Bey’i (MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı) yalnız bırakmamak gerekir”
(Sırrı’ya dönerek) Kolektif haklar ve Kürt reformu yasası yapılacak…”
- Sırrı: Sizin konumunuz ne olacak? - Öcalan: (Gülerek) Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası.”
– “ Şunu iyi bilin devlet de ben de vazgeçemeyiz. Tarihi bir barış ve demokratik yaşama geçiş…(olacak)
- Sırrı: Başkanım her şeyi konuştuk. Bir de başkanlık meselesi var.
- Öcalan: “Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız Başkanlık ABD’deki gibi olmalı, devlet meclisi gibi bir senato, bir de halklar meclisi…”
- Peki biz (Kürtler) ileride ne yapacağız?
Öcalan: “Kürtler kendilerini özgürce ifade edecek ve yönetecektir. Şu anda yasa dayatırsak büyük alerji yaratır. İleride olabilir. Mesela AB yerel yönetim özerklik şartı ki buna şerhi kaldırırlarsa bu mesele önemli ölçüde çözülür…”
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/iste-imrali-gorusmesinin-tutanaklari-406516
İmralı’ya giden HDP heyetiyle Öcalan arasında çözüm sürecinde Ak Parti hükümeti Öcalan arasında yapılan anlaşma bu minvalde anlatımları devam ederken şimdi Erdoğan cenahına bakalım bu süreci o nasıl yürütüyor?
Erdoğan 12 Kasım 2013 tarihinde, Irak Kürdistan bölge yönetimi başkanı Mesut Barzani’yi de davet ederek Diyarbakır da bir toplu nikah merasimi düzenliyor. Bu merasimde yukarıdaki Abdullah Öcalan’ın anlatımlarını destek ve onaylarcasına Barzani ve çok kalabalık Diyarbakır halkının huzurunda “Kürdistan” kelimesini ilk kez telaffuz eden Erdoğan: Misafiri Barzani’yi selamlayarak; “Sizin şahsınızda Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi Bölgesi’ndeki kardeşlerimizi selamlıyorum” diyerek Kürdistan kelimesi üzerinde yıllardır süren yasağı fiilen kaldırdı.
“1920’de TBMM’de Kürt, Türk, Laz, Çerkez nasıl bir ve beraber olduysa, cumhuriyet nasıl birlikte kurulduysa yeni Türkiye’yi de o öz ruhla yeniden imar ediyoruz. Biz annelerin, babaların gözyaşlarını dindirmeye son vermeye ahdettik. İnkar, ret ve asimilasyon politikalarına biz son verdik.” Kürt halkına dönerek;
–“Eğer siz bu sürece sahip çıkarsanız bu süreç kalıcı olacaktır…” – Erdoğan Öcalan’ı desteklercesine; “Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun bir olduğunu, beraber olduğu birlikte büyük Türkiye (ve özellikle) yeni Türkiye olduklarını göreceğiz” şeklindeki sözleri ise Genel Af ihtimalinin yeniden gündeme gelebileceğini gösterdi.
–“100 yıl önce bu topraklarda cetvellerle sınır çizildi. Türkü Kürt’ten, Kürt’ü Türk’ten ayıramazlar…”
Peki bu tarihi gelişmelerden sonra ne oldu? Yukarıda Öcalan’ın söylediği gibi Kemalistlerin cumhuriyetin kuruluşundan beri iktidar ve muktedir oldukları iktidarını 2002 Erdoğan’a kaptırmışlar. Seçimle bunu geri almalarından da umutları kalmadığı için olsa gerek, bir umut olarak Kürtlere yöneldiler. 2008 yılına kadar egemenlerinde olan Öcalan’ı kullandılar. 2008 yılından itibaren Erdoğan Öcalan’ı da onların elinde alınca Öcalan yerine Selahattin Demirtaş’a yöneldiler. Kemalistler Demirtaş’a; “eğer Erdoğan’ın başkan olmasına mani olabilirsen, Öcalan yerine seni Kürtlerin lideri olarak kabul ederiz, tüm propaganda imkanlarımızı kullanarak senin Kürtlere lider yaptığımız gibi başkanı olduğun HDP’yi de seçimde destekleriz. Demirtaş da Kemalistlerin bu “Kürtlere başkan yapma-lider yapma taahhüdün şehvetine ve verilen gaza gelerek, sürmekte olan çözüm sürecine rağmen düşmanca Erdoğan’a cephe aldı ve meydan okurcasına; “seni başkan yaptırtmayacağız” deyince ortada ne çözüm süreci kaldı nede barış masası ortada kaldı. Her şey allak bullak oldu. Peki Erdoğan başkan olmazsa Kürt sorununu nasıl çöze bilir ki? 150 yıldan beri ilk defa mazlum ve iliklerine kadar mağdur edilmiş Kürt milletinin önüne gelmiş tarihi özgür olma fırsatı da Demiştaş’ın liderlik hırsına kurban olarak yere serilip, yerle yeksan oldu.
Nitekim Türkiye’deki derin Kemalist – sosyalist - ulusalcı hareketlerin HDP ve Demirtaş’a gönderdikleri mesajla:
“Başbakan Erdoğan, başkanlık sistemini getirmek için bu Kürt açılımı başlattı. Sizin destek ve yardımıyla Kürtleri yanına alarak başkan olmak istiyor” dediler.
2013 yılında çözüm süreci tüm hızı ile devam ederken, İmralı, Ankara ve kandil arasında ki heyetlerin geliş gidişleri tüm hızı ile sürerken, Kemalist ulusalcıların emrine giren Demirtaş onlara şu ibretlik cevabı veriyor: “BDP eş başkanı olarak açık söyleyeyim: Anayasada özerk Kürdistan deseler (ve yazsalar), Kürtçe anadilde eğitim serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında da anayasanın bir maddesinde başkanlık sistemi yazsalar, biz o anayasaya evet demeyiz. Daha nasıl açık söyleyeyim ki!” (22.04.2013 tarihli Odatv.com)
Değerli arkadaşlar; şimdi eğri otursak da, fakat doğru konuşalım. Sadece Türkiye de ki 25 – 30 milyonluk Kürt milletini bile göz önünde bulundurursak, bu 30 milyonluk kitlenin geleceğini ve 40 yıldır yakılıp yıkılan 4200 köy ve buna ek olarak yüzlerce yerleşim birimleri, Kürt sermayesinin yüzde 80’sanı, aydın ve okumuş kesiminin yüzde 70’şinin, Kürt nüfusunun yüzde 60’şını (ki 12 milyona tekabül ediyor) Anadolu’ya göç ettirmekle beraber bu uğurda verilen yüz bine yakın ölü ve yaralıyı, bir çırpıda kendi nam ve şöhretine kurban etmenin bedeli sizce ne olmalı?
İrtibat ve yorumlarınız için
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.