Memleketim Cizre de yaşarken, 1984 yılında PKK silahlı mücadeleye yeni başlamıştı. Buna mukabil devlet de, PKK ile mücadele etmek için, Jandarma komutanlığı bünyesinde; kısa adı “JİTEM olan “Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı” adında, İçişleri Bakanlığı'nın onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığı'ndan görüş alınmadan Jandarma Genel Komutanlığı'nın kendi inisiyatifiyle kurulan ve terörle mücadele kapsamında faaliyet yürüten bir birim kurdu. Bu komutanlık, yaptıklarından sorgulanmaz yetkilere sahipti. Cizre bölgesinin komutanı ünlü JİTEM komutanı Cem Ersever’di. “Ya bizdensiniz, yada PKK’den yanasınız” emri yağdırıyordu. Gözüne kestirdiklerini ya kendisine yanaştırıyordu ya da, gözünü kırpmadan faili meçhul cinayetlerine kurban ettiriyordu.
Bir yerde beni buldu, (PKK yandaşı olmadığımı bildiği halde) bizzat kendisi beni tehdit etti. Artık Cizre de rahat yaşamayacağımı anladım. 1986 yılında Mersin’e göç ettim.
Mersin’e geldiğimde, insanları örgütlemede ki fıtri yeteneğimle sahada, Mersin’e göç eden Kürtleri araştırdım. Yaptığım araştırma da, Mersin şehir merkezinin yüzde altmışının Kürtlerden meydana geldiğini, bu nüfusunun coğrafi dağılımı olarak istisnasız (Türkiye’ye bağlı Kürdistan bölgesinin, yani) Kuzey Kürdistan’ın tamamını kapsadığına şahit olduk. Fakat siyaset bazında, tamamına yakını “Sol–Kemalist” siyasetin öncülüğünde yürüdüklerini görünce, bu duruma el atmak, halkı bir dernek altında toplama kararını aldık. Bunun için destek aramaya giriştik. Siyasetten bize yakın gördüğümüz için Erbakan hoca dan yardım ve destek istemek için bir heyet oluşturup Ankara’ya gitme kararı aldık. O esnada, Batman dan Refah Partisi–RP Güneydoğu Anadolu Bölge müfettişi olan Musa Okçu Ankara’ya giderken Mersin’e gelip bana misafir oldu. Mersin’in siyasi ve toplumsal durumunu enine boyuna müzakere ettik. Mersin ile ilgili projemizi anlattık. Bu konuda Erbakan hoca ile görüşme istediğimizi kendisine anlattık. Bizim için Erbakan hocadan randevu ayarlamasını istedik. O da Ankara’ya gider gitmez randevuyu ayarladı. Bizde hemen bir heyet oluşturduk.
Heyetimizde; Siirt eski Milletvekili Şeyh Selahaddin Oran, Erzurum eski Milletvekili Şeyh Fuat Fırat, Şeyh Misbah Yaruk, Refah Partisi Güneydoğu bölgesi parti Müfettişi Musa Okçu ve ben vardık.
Ankara’ya gittik. Erbakan’ın konutunun bulunduğu Aşağı Ayrancı, Gül apartmanın zemin katında bulunan ofisine misafir olduk. Sırayla oturduk. Karşımızda Erbakan hoca içinde bir koltuk yerleştirdiler. Heyetin sözcülüğünü de Şeyh Selahaddin Oran yapmasını kararlaştırdık.
Erbakan hoca gelip karşımızda oturdu. Teker teker tanıtma faslına geçildi. Musa Okçu; “Siirt’ten Şeyh Selahaddin Oran, Erzurum’dan Şeyh Fuat Fırat, Diyarbakır’dan Şeyh Misbah Yaruk ve Cizre’den Şeyh Yahya Munis” diyerek teker teker bizi tanıttı. Fakat heyetin en küçüğü bendim. Ve o güne kadar hoca ile yakından tanışmışlığımız da olmamıştı.
Erbakan, misafirlerin tamamının Şeyhlerden oluştuğunu görünce, konuşmasını Kur’an dan ayetler ve hadislerden başlattı ve sürdürdü. Sıra bize gelince, adımıza Şeyh Selahaddin Oran konuştu. O da tıpkı Erbakan hoca gibi konuşmasını Kur’an’dan ayet ve hadislerle süsledi.
Konuşma sırası tekrardan Erbakan Hocaya geldiğinde, hoca konuşmasını tekrardan ayet ile başlayınca, dayanamadım, elimi kaldırdım. “Hocam müsaadenizle bir şey söyleye bilir miyim?” deyip sözünü kesince, hoca şaşırdı bana baktı, “buyur oğlum” dedi ve sözü bana verince,
Şunu demeye başladı: “Hocam heyet olarak sizin vaazınızı dinlemek için buraya gelmedik. Gördüğünüz gibi hepimiz şeyh ve meşayih ailelerdeniz. Sabahtan akşama kadar biz insanlara vaaz veriyoruz. Hepimiz on binlerce müritleri olan ailelere sahip kimseleriz.” deyince, hoca gerçekten irkilircesine kendini toparlayıp şaşırarak “buyurun oğlum, neye gelmişsiniz?” dedi. Bende; “hocam müsaade ederseniz geliş sebebimizi anlatayım.” Hoca da; “buyurun anlatın” dedi.
Ben mealen: “Hocam siz diyorsunuz ki; RP–Refah Partisi İslamcı bir partidir.” Hoca “doğrudur.” “Yine siz diyorsunuz ki Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzu Müslümandır.” Hoca yine “doğrudur” deyince; “madem Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzu Müslümandır ve sizin partiniz de İslamcı bir parti ise, neden seçimlerde yüzde beşten fazla oy almıyorsunuz? İşte biz bunun sebep ve sonuçlarını tartışmaya geldik. Bırakın vaaz vermeyi, bunu tartışalım” deyince, toplantının havası yüz seksen derce değişti. Hoca işin ciddiyetini fark etmiş olacak ki tamamıyla sözü bana bıraktı. Bende sözümü şöyle sürdürdüm:
“Hocam ben Cizreliyim. Cizre’yi bilir misiniz?” Hoca “evet bilirim” dedi.
Devam ettim;
• “Cizre öyle bir yer ki, kadınların yüzde sekseni çarşaflı ve peçelidir. Fakat dini hassasiyeti olan bu halk size değil de, sol partilere oy veriyorlar.
• Cizre de içki içen vardır. Fakat Tekel bayileri de dahil Cizre de hiçbir yerde açıktan içki satan biri bulamasınız. TEKEL ana bayii perakende satış yapar. O satış da gizlilik içerisinde yapar. Fakat dini hassasiyeti olan bu halk, size değil de sol partilere oy veriyorlar.
• Cizre öyle bir yer ki, nüfus oranına göre en fazla caminin oldu şehirdir denilebilir. Cizre’nin her hangi bir yerinde cami sorulduğu zaman, hiç kimse cami adresini tarif etmez. Etrafına baktığı zaman mutlaka bir camiyi görecektir.
Fakat dini hassasiyeti olan bu halk, size değil de sol partilere oy veriyorlar.
• “Cizre’de Ramazan ayında halkın gözü önünde ve açıktan oruç yiyen tek bir insan bulamazsınız. Fakat dini hassasiyeti olan bu halk, size değil de sol partilere oy veriyorlar.
• Cizre de ki halkın ezici çoğunluğu, aralarında davalık sorunlarını genellikle Kemalist mahkemelere değil de din alimlerine götürüp Şeriata göre hal ederler. Yani demek istediğim, Cizre de şeriat hukuku fiili olarak yürürlüktedir. Fakat dini hassasiyeti olan bu halk, size değil de sol partilere oy veriyorlar.
Peki hiç mi bunun sebebini merak edip araştırmadınız?” deyince, kendisi; “sizce bunun sebebi nedir? diye sorunca, şöyle cevap vermeye çalıştım:
Mealen ve özet olarak, “Hocam; Kürtler Osmanlı yönetimindeki ikinci Mahmut–ittihat Terakki’den başlayıp Kemalist Türk Cumhuriyetinde zirveye ulaşıp dayanılması güç ve açık bir şekilde devlet yönetiminden ihanet ve baskılar gördüler. Ve bu baskılar artarak bu günde devam etmektedir. Bu ihanet ve baskılardan kurtulmak için nereye ve kime gittiyseler de hiçbir karşılık görmediler. Özellikle (Kemalistler tarafından ayni mağduriyetlere uğramalarına rağmen) “devlet tapıcı” ve ilkesizleştirilmiş İslamcı dindar Türklerden zerre kadar yardım ve destek görmedikleri için, Kürt halkı İslami inanç ve yaşantısından taviz vermeden SOL siyasete yöneldiler.
Bu gün buraya gelişimizin sebebi, dindar Kürtler olarak, İslam’ın pak ve adil ilkelerinden taviz vermeden ve bu ilkeler çerçevesinde Kürtler için yeni bir hak arayışı hareketini başlatıyoruz ve bu harekete desteğinizi almak için size gelmiş bulunmaktayız. Kürtler olarak Türklerle aramızda Kur’an hakem olmasını istiyoruz. Kur’an Kürtlere ne veriyorsa yüzde on aşağısına da razıyız.
Eğer bunu kabul ediyorsanız ve samimi olarak bunu destekliyorsanız, Hakkari’den İstanbul’a, Kars’tan İzmir’e kadar Kürtlerin desteğini almazsanız (Ankara’nın) Ulus meydanında beni idam etmenize razı olacağımı size taahhüt ediyorum” dedim.
Hocanın bu özet sonumdan çok etkilendiği yüz ifadesinde belliydi. Ve bana şu soruyu sordu: “Oğlum sen ne iş yapıyorsun?” “İmamım” deyince , şaşırmışçasına “İmammm” deyip, şöyle cevap verdi:
“Bir kere sen yanlış meslek seçmişsin. Senin İmam değil de siyasetçi olman lazım.
ABD’de Demokrat Partinin iktidara gelebilmesi için 400 bin kadrolu eleman çalıştırıyor. Türkiye’de Refah Partisinin iktidara gelmesi için 40 bin kadrolu elemana ihtiyaç var. Bırakın 40 bin elemanı, elimizde 400 eleman bile yok. Bu bilinçte ise 10 elemanımız bile yok. Hemen istifa et gel bana danışman ol” dedi.
Bende, ”Hocam istifa edip gelmek kolaydır. Önemli olan bu söylediklerimi kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz?”
Hoca, “(Kürtçülük) bölücülük çok azmış, korkarım ki önünü alınmaz bir hal alır” deyince,
Bende mealen; “Hocam hiç merak etme, bu işi sahiplenen çok var. (Müslüman) Kürt siyasi temsiliyet tamamen Kemalist–Sol cenahın eline geçmiş. Zan etmek ki bu işe el atmazsan bu iş sahipsiz ve atıl kalıp ortadan kalkar. Burada bizim amacımız ve yapmak istediğimiz, meydanı tamamıyla Kemalist–Sol cenaha bırakmayıp Kürtlerin fıtrat ve toplumsal yapısına uygun yeni bir temsiliyet oluşturmaktır.”
Burada bir parantez açıp bir not düşmek istiyorum:
Hem bir Kürt, hem de bir İslamcı–Şeriatçı olarak Erbakan hocanın üzerinde titrediği ve parçalanmaktan son derce endişe ettiği devlet, Allah ile savaşarak ve tüm yönüyle İslamiyet’i kendine düşman belleyip Kemalist bir devletin Müslümanlar tarafından yıkılmasına neden endişelenir, olmasıdır.
Bundan daha da ilginç olanı; “Allah ile savaşarak, Allah’ın evi olan camileri yıkarak, fuhuş, içkili ve fiili kerhane mekanlarına çevirip içinde tam 18 yıl Allah’ının ezanını okumasını ve en önemlisi Allah’ın şeriatını yasaklayarak, (ve üstelik Türk devleti kuruluyor diye buna karşılık kayda değer Türklerden itiraz edenler olmadan) buna mukabil, buna itiraz eden Kürtleri de idam ederken, Türkler ise bunu yapanı kendine ata seçerek ATATÜRK ismini koyarak ve üstelik bunu yapana “GAZİ” unvanı vererek, halen de bu söylemlerini devam ederek (Allah ile savaşanı nasıl razı olabiliyorsa? Buda ancak Türk İslam’ı olabilir her halde) ve bu temel üzerinde Kurulan Kemalist Türk devletini kuruluş gününü resmi ve anayasal olarak bayram ilan eden sözde bazı “Kemalist Müslümanlar;” (ki bu Türker’in yüzde doksan dokuzu (%99) nu kapsamaktadır.)
Konumuza dönecek olursak;
Erbakan hoca ile anlaşmayınca başka dostların yardım ve destekleri ile Mersin’e Göç Edenler Derneğini kurduk. Kürt siyasetin de yeni ve milli bir siyasi harekete başladık. Bu hareket bu güne kadar devam etmektedir.
Yahya Munis'in Kürt siyaseti için yaptığı diplomatik ve sosyal faaliyetleri video:
https://www.youtube.com/watch?v=wF8iQMJuNJo
Kürt siyaseti için diplomatik ve sosyal faaliyetleri: Mazlum, mağdur, gerçekten İslam "Ümmetinin yetimleri" olan, iyi niyetlerinden dolayı sürekli aldatılan Kürt milletinin kurtuluşu için bir ömür adayan ve adamaya devam eden Yahya Munis'in öz geçmişi, Kürt siyaseti uğruna diplomatik ve sosyal faaliyetleri:
https://nerinaazad2.com/yahyamunis.php
Erbakan hoca ile Kürtlük tartışmamız bu hatıratımız ile oluşurken,
Erbakan’ın Kürtlüğü konusuna gelecek olursak;
Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil’de yayınlamakta olan Rudaw TV 14-01-2024 tarihinde Rahmetli Şeyh Sait’in torunu Şeyh Abdülillah Fırat ile tarihi bir röportaj yaptı ve Rudaw’da yayınladı. Bu röportajın ilgili bölümü ve linki aşağıdadır:
ERBAKAN’IN AŞİRETİ KÜRD
Rûdaw: Erbakan’dan bahsettiniz. Erbakan’ın Kürd olduğu doğru mudur?
Abdulilah Fırat: Evet. Erbakan’ın aşireti Kürd bir aşiret. Kozan’dan.
Rûdaw: Kendisi Kürd olduklarını söylüyor muydu?
Abdulilah Fırat: Babası Kürd olduklarını söylemişti. Kendisi de kökeniyle ilgili konuşunca (Erbakan hoca bana)“Hayatta olduğum müddetçe Kürd (Kurmanc) olduğumu söyleme. Zulüm yapılıyordu de. Ben öldükten sonra da söylersen söyle” dedi.
Rûdaw: Yani sizinle iken Kürd olduğunu itiraf etti mi?
Abdulilah Fırat: Evet.
Rûdaw: Ama Kürdçe bilmiyordu?
Abdulilah Fırat: Kürdçe bilmiyordu, çünkü İstanbul’da büyümüştü. Babası Erzurum’da kadıydı.
https://www.rudaw.net/turkish/interview/14012024
Okuyucuların yorum iletişimi için:
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.