Şunu bilmemiz gerekiyor ki, şu anda Türkiye (kuzey) Kürdistan’ında Kürt’ün sokağına iki güç hâkimdir:
1- PKK
2- Tasavvufi Tarikat Şeyhleri.
Her iki kesim de örgütlemede şehirlilerle beraber ağırlıkla kırsal kesimdeki insanları hedef kitle seçmektedir. Nakşibendi tarikatının medreselerinin ezici çoğunluğu kırsal kesimde kurulmuş ve müritlerinin ezici kesimi bu insanlardan oluşmaktadır.
Esasen, 1800’lerin ilk yarısından itibaren, yani Şeyh Mevlana Halid-i Şehrezorî’den (D.1779, Süleymaniye - Ö.1827, Şam, Türkiye’deki meşhur adı: Mevlana Halid-i Bağdadî) 1990 yılına kadar, genel olarak bölgenin hâkimi, dinî tarikatlardı. Meleler onların danışmanlığı, ağalar ve onların aşiretleri de onların (bir nevi kolluk kuvveti) yaptırım gücü görevini görüyorlardı. Bölgenin istisnasız tüm sorunları onların emriyle çözülürdü. Kürt Milli davalarının öncülüğünü de, örneğin, Şeyh Ahmedê Xanî–Hani, Şey Abdusselam Barzani, Seyyid Taha – Abdulkadir-i Nehriler, Şeyh Mahmud Berzenci, Şeyh Said-i Piran, Kadi Muhammed ve Mele Mustafa Barzani gibiler başta olmak üzere (%90’nı) Kürdistan’daki tasavvuf önderleri yapmışlardır. Yine istisnasız Kürtlerin yaşadığı her dört ülkede, son yüzyılın tüm Kürt hak arayışlarında (PKK hariç) öncülüğü tasavvuf önderleri yapmışlardır. Onun için, halen de tasavvuf önderleri, Kürt halkı nezdinde, gerek sosyal bazda, gerekse milli siyaset bazında, daima saygınlığını ve dokunulmazlıklarını korumuşlardır.
Şunu da göz ardı etmeyelim; Kürt tarihindeki ana akımı oluşturan mücadeleler çalışmalarını hep bu potansiyel üzerinde sürdürmüşlerdir. Örneğin; Azadi hareketi kurulduktan sonra, harekete taban bulmaları için sonradan Şeyh Sait’i çağırıp hareketin başına getirmeleri gibi, Dersim'deki hareketin başına Seyit Rıza’yı, Mahabat’ta dini önder olan QadiMuhammedi, KDP kurulduktan sonra Nakşibendi tarikatının postnişinliğini yapan Barzani ailesinden Şeyh Ahmet Barzani ve Mele Mustafa Barzani’yi partinin başına geçirme ihtiyacını duymaları (Irak'ta tüm Kürt hareketinin çekirdek kadrolarının bu tabandan meydana geldiğini unutmayalım) ile Sol olarak bildiğimiz YNK Ekolünde mücadele edenlerin bile siyasetlerine taban bulmaları için Soran bölgesindeki en büyük Qadiri tarikatın postnişini Şeyh Husameddin Talabani’nin oğlu olan Celal Talabani’yi hareketin başına geçirmek istemeleri gibi…
Nitekim PKK, şimdiye kadar kendi dışında çıkan tüm muhalefet girişimlerini, büyük bir ustalıkla, itibarsızlaştırmayı başarmıştır. Fakat Tasavvufi harekete yönelik tüm itibarsızlaştırma girişimleri sonuçsuz kalmış olup, halk nezdinde (tam istenilen seviyede) karşılık bulamamıştır. Bunda, dinî saygınlığın etkisi olduğu gibi, tasavvuf Şeyhlerinin 1850’lerde ortadan kalkan, Osmanlı zamanındaki Kürt beyliklerinin başında bulunan Bey veya Mirlerin yerine geçmiş olmaları, onların ortadan kalkması ile oluşan siyasi ve sosyal boşluğu doldurmuş olmalarının da etkisi vardır.
Şu ana kadar söylediklerimizi göz önünde bulundurarak Kürt sorunun Çözümü için yapılması gerekenler:
İlk başta şunu belirtmekte fayda var. Öncelikle hiçbir tasavvuf önderi ve tarikat mensubu; Türkiye hükümetinin sadece PKK veya uzantılarının, Kürt sorunu konusunda muhatap kabul edilmesine ve Kürt halkının kaderine ipotek konulmasına razı olmamaktadırlar. Fakat, halkın önderleri olarak, (TC’nin kuruluşunda olduğu gibi) ikinci bir defa aldatılmamaları için, yeteri kadar güvence almadan da kendilerini ortaya atma girişiminden sakınmaktadırlar.
Yapılması gereken, halkların çıkarlarını gözeterek ve belli bir ilke çerçevesinde sorunun taraflarını bir araya getirmek, bu kısır döngüyü kırarak hakkaniyet üzere barışı sağlamaktır. Yoksa 80 yıldır Kürt halkının İttihatçı ve jakoben düzenle yaptığı mücadele yetmiyormuş gibi, bir 80 yıl daha, İttihatçı ve jakobenin Kürt versiyonu olan Apoculukla mücadeleyle mi ömürlerini geçirecekler?
Yapılması gereken: Kürt kesimindeki dini cemaatleri, İstanbul ve Anadolu’dakiler gibi toplumun ortak sorunlarına ( özellikle Kürt meselesine ) karşı duyarlı, fikir ve söz sahibi kılmak, mesuliyet yükleyip harekete geçirmeyi sağlamaktır.
Tarihten gelen geleneğe uygun olarak dini önderlere güvence vererek, sorumluluk verilmelidir. Halkın gerçek temsilcileri olarak, halk adına onlar muhatap alınmalı. Akil adamlar topluluğu kurulacaksa bunlardan kurulmalıdır. Onlarda sorunun çözümü için korkusuzca (tarihten gelen geleneğe uygun olarak) halkın öncülüğünü yapmalı.
PKK korkusundan sinmiş olan halkı cesaretlendirebilecek ve PKK’nın itibarsızlaştırma girişimlerinden etkilenmeyecek önder bir kadroya ihtiyaç vardır. Bu da ancak tarikat önderleriyle mümkün olabilecek bir durumdur.
Eğer taraflar (yani Türkler ile Kürtler) isterseler, kullanmak maksadıyla değil de içlerinden gelerek ve çözümün bir parçası olduğuna inanarak, bunlara yardım ederse, bilgi, beceri, konum ve kapasiteleriyle (nicelik ve niteliği ile) bunu gerçekleştirebilecek gerçek halk önderleri olan bu zatlar, yanlarına almak için bu konularda uzman, aydın ve gerçekten toplum mühendisi olan bir ekibi de çok rahatlıkla bulup oluşturabilirler. Bilindiği gibi böyle devasa ve hayati bir sorunu ancak bir ekiple çözüle bilir.
Bilinmesi gerekir ki Aydın kimse; “Tarihte vuku bulmuş bir olayı alıp mevcut benzer bir olayla karşılaştırıp veya çarpıp ileriki için ders çıkarmayı, ön görüde bulunmayı bilen” ve bunu becerebilen kişidir.
Bu çerçevede olaya bakacak olursak; İslam ve Türkiye tarihi içerisinde önemli bir yere sahip olan Osmanlı Devleti'nin bu gibi olaylara bakış açısı ve çözüm yolları, idari yapısı, hüküm sürmüş olduğu asırlar boyunca, toplumu yönetme şekli ve oluşturmuş olduğu kurumlar itibarıyla, insanlığa örnek teşkil etmiş birçok tecrübeden yararlanmamız mümkün olabilir.
XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin içeride ve dışarıda baş etmekte epey zorlandığı çok sayıda huzursuzluklarla mücadele etmiş olduğu bir dönemdi. Bu dönemde devlet, bu huzursuzlukların giderilmesi için devletin yönetim tarzında bazı değişikliklere gitmiş, idari yapıda yeni kurumlar oluşturmanın yanı sıra bazı müesseselerin yapısında da değişiklikler yapmıştı. Bunlardan biri, belki de en önemlisi olacak İmparatorluk bünyesinde çıkan toplumsal ve sosyal huzursuzlukların ve sorunların çözümü için, Şeyhülislamlık (ki bu korumun başındaki zat genellikle Kürt olurdu) kurumu bünyesinde Tarikat şeyhlerinden oluşan “Meclis-i Meşâyih’i” 1866 yılında resmen kurdu. Bu meclis karar verme yetkisine sahip olup, özerk ve icracı bir meclis olmuş. İmparatorluğun her bölgesindeki sosyal ve toplumsal sorunlara en kısa zaman zarfında müdahale edebilecek kapasiteye sahip olabilmek için çeşitli bölgelerde şubelere sahip de olmuştu.
Bu meclis Cumhuriyetin ilanına kadar tam 50 yıl faaliyetini devam etmiştir.
Bilmemiz gerekir ki, tarikatlar İslam toplumunun vazgeçilmez birer unsuru olarak her dönemde etkilerini hissettirmiş ve bir yaşam tarzı olarak da varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Halka, dinî, ahlaki ve sosyal alanda hizmet vermeyi amaçlayan tarikatlar, bugünde olduğu gibi Osmanlı döneminde de toplum üzerinde her zaman etkili olmuşlardır. Toplumun gönüllü sivil kuruluşları olarak nitelendirilebileceğimiz tarikatlar, tekke ve zaviyeler aracılığıyla halka sosyal alanda hizmet veren müesseseler olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde toplum hayatında tarikatlar önemli roller üstlenmişlerdir. Tarikatlar çoğu zaman devlet ve halk arasında bir köprü görevi görmüşlerdir. Şimdiki mevcut Türkiye'deki Kürt sorununun çözümünde de böyle bir “Meşayih meclisi” kurulabilir, kurulmalıdır da. Bu meclis Kürt sorunun çözümünde görevi üstlenebilecek kurumların başında gelebilir. Nasıl olsa şimdi de (tarihten gelen geleneklere bağlı olarak ) Kürt toplumunun belli kesimi tarikat şeyhleri vasıtası ile sorunlarını çözmeye devam etmektedir.
Osmanlı döneminde olduğu gibi 200 yıldan beridir, Kürtler arasında meydana gelen tüm sorunların çözümünü, tasavvuf önderleri sağlamışlardır. Bu durum hala da devam etmektedir. Çünkü Tarikatlar ve onların medreseleri tarih boyunca (doğal olarak) Kürtlerin kültür ve eğitim yuvası, en büyük üniversiteleri, örgütlenme merkezleri ve sivil toplum kuruluşları olmuştur.
Kürt Tasavvuf Şeyhleri, ilk önce (silahlı mücadeleyi devre dışı bıraktırmak için) devlet ile PKK arasındaki (tarihten gelen misyon ve geleneğe uygun olarak) barış misyonuyla inisiyatifi ele alarak, (PKK’ye silah bıraktırmak amacıyla) çatışmaya müdahale etmeleri için bir araya getirmeliyiz. Hiç kuşkusuz bunun için de bu yapıyı çok iyi bilen hatta bu yapının içinden gelen ve hem halk nezdinde hem tasavvuf önderleri nezdinde itibarı olan doğru insanları bulmak zorundayız. Bu gibi insanların bulunması hiçbir zaman imkansız değildir.
Bu konuya devam edeceğiz İnşallah.. Yorum ve irtibat için [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.