Türkiye Kürdistanı'n da, Kürt milli mücadelesi çerçevesinde siyasetin tıkandığını, hatta tıkanmanın ötesinde mevcut aktörler tarafından kısırlaştırıldığını, bu kulvarda çalışan aklıselim sahibi herkes tarafında da kabul görmektedir.
Bu tıkanmanın sebebini, aktörlerin iç yüzünü ve bu tıkanmanın giderilmesi için yapılması gerekenleri dile getirmek için, bir kaç bölümden oluşacak bir yazı dizisi yazmaya karar verdim.
Bu tıkanma ve kısırlaştırılmaya sebep olan aktörlerin; Hizbullah-HUDAPAR, diğerini de PKK-HDP olduğunu kendimizce tespit etik.
Burada bir parantez açıp kısa bir hatırlatma yapmak isterim;
Ben Kürdüm ve Müslüman’ım. Kim ki bu iki konu hakkında yazılı ve sözlü, teori ve uygulamalarıyla bir şey söyler, yazar, teori ve uygulamalarıyla hayata geçirirse veya geçirmeye çalışırsa, iyi ise takdir edip destekleriz. Yanlış ise, karşısında dururuz. Çünkü her iki konuda da tarafız.
Konumuza dönecek olursak; burada ki amacım (sitem ve ikaz etmekle beraber) hiç kimseyi, fert ve kurum bazında rencide edip küçük düşürmek olmadığı gibi, saldırmak da değildir. Olaya açıklık getirip, net ve objektif olarak Kürt halkının gözü önüne sermektir.
Bununla beraber, bu yazacaklarımda ki bir diğer amaç ise, aile içerisinde olan münakaşa çerçevesinde kalarak, kendi değerlendirmemizi de ortaya koymak, durum tespitinde bulunup tıkanmanın giderilecek yol ve yöntemi bulup, Kürt kamuoyunun önüne koymaktır. Belki de söz konusu aktörler de bundan bir şey öğrenip, bundan ders alır.
Fakat gel gelelim işin uygulamasına.
İlkyazım Hizbullah'la ilgili oldu. Yazı yayınlanır yayınlanmaz sosyal medyada maskeli ve ahlaksız, sözüm onlara "Hizbullahlıların" ahlaksızca ve pervasızca sözlü saldırılarına maruz kaldım.
Bu güne kadar uygulamalarına yönelik ciddi sitem ve eleştirilerim olmakla beraber "Hizbullah" kelimesinin saygısını da göz önünde bulundurarak da olsa, onlara zerre kadar hakaret etmedim, kendimden yana söyleyecek olursam onlarla karşı karşıya da gelmedim.
Fakat son yazdığım yazı nedeniyle, sosyal medya platformlarında, ismi ve cismi belli olmayan maskeli ve ahlaksız bir orduyla karşı karşıya gelince, (böyle bir ortam ve üsluba alışık olamadığım için olsa gerek) gerçekten dehşete kapıldım. Küfürler, hakaret ve tehditlerin haddi hesabı yok...
Burada mukaddes “Hizbullah” kelimesi ve kendisini buna bağlı sayan samimi saf ve iyi niyetli kişi ve zatları tenzih ederek, ahlaken vahşileşmiş ve nezih İslam'dan soyutlaşmış, Kemalist ahlakla ahlaklanmış bu güruhlara şunu söylemek istiyorum:
Hizbullah'la ilgili yazdığım makalede, ne kurum olarak ne de fert olarak hiç kimseye, zere kadar bir hakaret bulamazsınız. Orada yazılan, yapılan hataların tespit değerlendirmesi ve bu hatalardan çıkılmasını gerekli gördüğüm dost tavsiyelerdir. Nitekim geçen gün genel başkanınız HABERTURK TV de ki programda ima yoluyla bile olsa söylediklerimi teyit etmiştir. Ha, buna bir itirazınız mı var? Alırsın eline kalemi, medenice cevabını yazarsın. Medya ortamında yayınlarsınız, gerekirse bana gönderir cevabınızı köşeme de yayınlardım. Fakat bu medeni ve insani yöntem yerine, neden İslami ve insani ahlaktan yoksun, vahşi ve ahlaksızca küfür ve tehditli saldırı yöntemini seçtiniz?
Bu saldırı esnasında, sizlerden tek bir aklıselim kişiye rastlamadık. Aile, toplum ve özellikle İslami terbiyeden yoksun bu vahşi güruhlarınızla baş başa kaldık.
Sizden hiç mi ahlaklı biri çıkmaz? Siz camia olarak bu kadar mı İslami ve insani ahlaktan yoksunlarmışsınız? Sizin bu ahlaksız tavrınız beni şoke etti! Komünist ülkelerin yönetimi gibi neden bu kadar eleştiriye kapalısınız?
Bir yazı yazdık, içerisinde zerre kadar hakaret olmamasına rağmen medenice cevap vereceğine neden bu kadar zıvanadan çıktınız?
Halkın arasına çıkacak yüzünüz olmadığı için mi hep maskeyle dolaşıyorsunuz. Mert ve dürüst iseniz kendi kişiliğinizle ve muhtemelen olmayan bilginizle karşıma çıkacağınıza, alışık olmadığımız ve ömrümüzde hiç duymadığımız hakaretlere bizi maruz bıraktınız?
PKK, HDP ve hatta Ak Parti ve Erdoğan hakkında yazdıklarım, size yazdığım yazıyı defalarca katlayacak derecede sert yazılar olmasına rağmen kurumsal olarak onlardan tek bir hakaret almadım. Diğer muhataplara ek olarak başbakan baş danışmanı yanıma kadar gelerek konuları aklıselim içerisinde müzakere bile ettik. Gereken dersleri çıkarmaya çalıştık.
Birazdan onlardan ders alsanız iyi olur.
İsminize layık olmayı, İslami terbiye ve tasavvufun alçak gönüllüğünü kendinize düstur ederek kendinizi eğitip terbiye etme yerine, sokak serserilerini bile sollayacak derecede terbiyesizce bir üslup seçmeniz, İslami ilkedeki samimiyetsizliğinizin, Kürt milleti tarafından sizi kabul etmeyip dışlanmanızın ana nedeni olduğunu hiç mi düşünmüyor musunuz? Bir Müslüman’a, hatta bir İnsana hakaret etmenin Allah katında karşılığını ne olduğunu bilmeyecek derecede mi cahil kalmışsınız!
Hem Şeytani ahlakı sollayacak kadar ahlaksızlaşacak, hemde kendinize mübarek "Hizbullah" ismini takacaksınız! Bununla hem kendinize hemde pak olan İslam dinine darbe vurduğunuzu nasıl fark etmiyorsunuz?
Son zamanda camianız mensubu biri tarafında bana gönderdiği mesajda şöyle bir soru soruyor:
“Bir camiaya taşeronluk iddia etmek ispatlaması gerekmezmi? Bunu uydurduğunuz apaçık ortada iken muhakkak tekzip etmeniz lazım. Aksi halde bir Cizreli olarak mele Cezeri’nin edep ve ahlakını takınmamış olursunuz”
Kendisine verdiğim cevabı biraz açarak buraya aktarmak istiyorum:
“Ahlaktan bahis etmeniz çok güzel. Doğru yolu bulmanıza vesile olabilir.
Ama, 200 yıldan beri, Botan bölgesinin manevi mimarı olan ve bunu halada devam ettiren, yaptıklarıyla “bunlar söylüyorsa doğrudur”dedirtecek derecede Kürt halkının güven ve saygısına mazhar olan bir ailenin varislerinden olup, namazında niyazında, ömrünü mazlum Kürt milletine ve İslam dininin hizmetine adamış birisine, “köpek, it, şerefsiz” vs demek İslami ahlak mı? Yoksa Kemalist ahlak mı?
“Taşeron meselesine gelince, tabii ki ispatlanması gerekir. İnşallah ispatlarım da.
Size net bir soru soracağım, sizden de net cevap bekliyorum;
Şimdilik öldürülen yüzlerce masum insanı (ki Kuran’a göre masum bir insanı öldürmek bir alemi öldürmekle eş değerdir) sormayacağım.
Mele İzzeddin Yıldırım, Mele Übeydullah ve Gonca Kuriş'i kim öldürdü? Ne için öldürdü? Ölümleri kime hizmet etti?”
Bilindiği gibi Mele İzzzeddin, Bedüzzaman Saidê Kurdi öğretisine bağlı Medresetüz-Zehra Vakfını yönetiyordu. İslami hassasiyeti olup Kürt milli şuura sahip bir zattı. Kemalist devlette bunu biliyordu ve onu sıkı bir takibe almıştı. O da bunun farkındaydı.
Mersin de, Göç Edenler Derneği (GÖÇ DER) başkanlığını yürütürken,Mele İzzeddin, şehit edilmeden önceki bir yıl içerisinde birkaç defa yanıma geldi. Şu teklifte bulundu:
“Bedüzzaman Saidê Kurdi öğretisine bağlı eğitim veren, elimde tam 42 eğitim yuvası vardır. On yıllardan beri bu eğitim faaliyetlerini yürütüyoruz. Elimizde ciddi, kaliteli ve birbiriyle irtibatlı binlerce bir insan kadrosu var. Bunları milletimiz ve dinimizin gelişimi için kullanmak istiyoruz. Fakat, sosyal ve siyasal yönde toplumu dizayn edip onlara bu kulvarda hizmet etmek bilinç ve kabiliyet eksikliğimiz var. Daha net söyleyecek olursak toplum mühendisliğimiz işinde yetersisiz. Bakıyorum sosyal ve siyasi bazda ciddi bir yeteneğiniz var. Biz eğitim ve bilinçlenme konusunda insan yetiştireceğiz, sende bunları mutabık olduğumuz çerçevede Kürt halkının hizmetinde kullanırsın” dedi.
Hatta olurumu alarak eğitmek için iki oğlumu da benden istemişti. Son gelişinde bana MİT’in kendisini takip ettiğini de söylemişti.
Bu konuda mutabakata vardık. Uygulama projesi üzerinde çalışıyorduk. Son gelişinde bunu görüştük. Dönüşünden bir hafta sonra şehit ettiler. Hala bu olayın şokunu yaşıyorum.
Son söyleyeceğim şu olsun:
Yukarıda ki çerçevede Hizbullah’a baktığımızda, özet olarak Hizbullah’ın iki kesimden etkilendiğini görmekteyiz; inanç ve hedef olarak ayni olmasına rağmen, ortak sahada mücadele ettiği rakiplerini Pervasızca ve sınırsız şiddet kullanarak ortadan kaldırmakla PKK’yi,
Şer’an yetkisi olmadığı halde, Kemalistlerin İstiklal Mahkemelerine özenerek kurdukları düzmece Şeriat mahkemeleriyle her önüne gelini öldürmekle Kemalistleri örnek alması…
Ey Hizbullah, Kürt milletinin %95'i Müslümandır, bunlarında %80'ni, dinine aşk derecesinde bağlı mütedeyyin insanlardır. Görünüşe göre sizlerde "Hizbullah" yani Allah'ın partisi ve Kürt milletinin davasını amaçlayan bir hareket olduğunuzu iddia ediyorsunuz. PKK ise hiç bir dini iddiası olmayan, Kürt toplumunun sosyal, siyasal, sosyolojik ve geleneksel toplumsal ahlak yönünden Kürt toplumuna 180 derece zıt olmasına rağmen, neden Kürt toplumu sizi değilde PKK'yi tercih ediyor?
Hiç mi külahınızı önünüze koyup bunu düşünmüyorsunuz? Buna niyet ve pratiğinizin sebep olduğunu hiç mi düşünecek kapasiteye sahip değilsiniz?
Şunu iyi bilin ki, bu konumunuzla Kemalistlerle beraber PKK'nin yaşam kaynağı oluyorsunuz!
Bu gidişle bu durum, sizi dünyanızdan ve ahretinizden eder!
(Allah nasip ederse devam dizimize edeceğiz)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.