Bu yazıyı sonuna kadar okursanız, bu savaşın, duyduğunuz ve algıladığınız gibi olmadığını, İslami bir mücadele hiç olmadığını görebilirsiniz.
Şöyle ki:
15 Eylül 2020’de imzalanan, İbrahim Antlaşmaları, İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında Arap-İsrail normalleşmesine ilişkin ikili anlaşmalardır. Amerika Birleşik Devletleri'nin aracılık ettiği, ikili anlaşmaların bir parçası olarak hem Birleşik Arap Emirlikleri hem de Bahreyn, İsrail'in egemenliğini tanıdı ve tam diplomatik ilişkilerin kurulmasına olanak sağladı. Süreç içerisinde, bunun devamında diğer Arap ülkelerinin de katılımıyla İsrail ve Arap ülkeleri asında barışın sağlanacağı hesaplandı. Bu tarihi sorunun çözülmesi ile artık ABD ve Batılı ülkeler; İran, Çin ve Rusya’nın dışlanacakları, bunların yerine Hindistan’ın öncülüğünde Güney Asya ülkelerinin “Baharat yolu projesi” adı altında planladıkları BOP– Büyük Ortadoğu Projesine sıranın geleceğini varsaydılar.
Fakat İran, “Acem oyunları” ile HAMAS’ı devreye soktu. HAMAS’ın temsil ettiği ve işin temelinde “MUHAMMEDİ İSLAM”a düşman olan “EMEVİ İSLAMI”nın aptallaştırdığı Müslüman kitleyi galeyana getirerek, bu antlaşmayı sekteye uğrattı. Ve böylece şu anki talihsiz savaşı başlattılar. Zavallı Filistin halkını kendi aşağılık emel ve çıkarlarına kurban ettiler. Bir de Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan, buna CİHAD gömleğini giydirdiler.
Değerli arkadaşlar konumuza dönecek olursak;
Bu savaşın planlama ve uygulamaya konulması itibarıyla, siyasi ve ekonomik olmak üzere, iki ayaklı, iki merkezli ve iki yönlü olduğunu bilmenizi isterim.
Savaşın en önemli yönü - İran:
İran, yıllardır bütün insanlığı tehlikeye sokacak nükleer silah üretmek peşindedir. Allah korusun, İran bunu başarırsa, başta Kürtler olmak üzere, Sünni İslam dünyası ve batı dünyası büyük tehlike içerisine girecektir. Bundan dolayı batı dünyası İsrail’i öne sürerek bunu engellemeye çalışıyor.
Bizzat Netanyahu’nun verdiği emirle, İran içinde müthiş bir planlamayla nükleer çalışmalar yapan bilim adamlarını öldürdü. Planlama şöyle gerçekleştirildi:
2020 yılının Aralık ayında, İran’da İsrail ajanları yapay zekâlı silahlarla müthiş bir planlamayla ülkenin nükleer programının babası kabul edilen fizik profesörü Muhsin Fahrizade’yi arabasında öldürdü. Yanında taşıdığı ve içinde nükleer projenin bir kopyası bulunan çantayı aldılar.
Aralık 2020 tarihinde İran Devrim Muhafızları'nın üst düzey komutanlarından Tuğamiral Ali Fadavi, “geçtiğimiz haftalarda öldürülen ülkenin nükleer programının kilit isimlerinden fizik profesörü Muhsin Fahrizade suikastında uydudan kontrol edilen ve "yapay zekaya" sahip bir silahın kullanıldığını açıkladı.
İran basınında yer alan haberlere göre Fadavi; kullanılan silahın Fahrizade'nin yüzüne "odaklandığını" ve 13 el ateş ettiğini belirtti.
Fadavi, olay sırasında Fahrizade'nin yanında 11 koruma görevlisi olduğunu ve yakın korumasına dört merminin isabet ettiğini sözlerine ekledi.
Fadavi, silahın Nissan marka pikabın üstüne yerleştirildiğini vurgulayarak, "Silah yalnızca Fahrizade'nin yüzünü hedef aldı. Kendisine yalnızca 25 santimetre mesafedeki eşinin burnu bile kanamadı. (…")
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55211243
İran bu suikast ile adeta sarsıldı. Yıllarca bu suikastın intikamını almak için planlama yaparak çalıştı. İran; İsrail ve ABD’den çok korktuğu, devlet olarak onlarla karşı karşıya gelmenin kendi rejimine mal olacağından endişe ettiği için kendisi direkt devreye girmektense, (Hz. Muhammed ve onun izindeki İslam’a düşman olan) “Emevi İslam” düşüncesinin (aptallaştırdığı Müslümanları kullanarak) yıllarca yetiştirdiği ve hazırladığı HAMAS üzerinden Filistinli örgüt taşeronlarını devreye soktu. Onların üzerinde hazırladığı planla bu savaşı başlattı.
Biraz geriye gidip olayı ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışalım:
Yukarıda anlattığımız gibi Netanyahu 2020 yılında İran’ın merkezinde İran’ın nükleer çalışmalarını yürüten bilim adamlarını öldürttü, nükleer arşivini çaldı. İnsanlar zannetti ki İran buna karşı sessiz kaldı, bunu da zayıflığına yorumladılar. Hâlbuki o günden bu güne İran bu acı darbenin intikamını alma hazırlığına koyuldu.
İran ilk önce beraber hareket edeceği ve bu işbirliğinde gerekli olabilecek her türlü parasal ve askeri teknik ekipman konusunda destek vereceğine dair HAMAS ile anlaştı. Bu işbirliği neticesinde HAMAS İran’ın yardımıyla Gazze’nin altında ve çevresinde yüzlerce kilometre uzunluğunda tünel ağı döşedi. Sonuna kadar onlarla beraber olacaklarına, eğer İsrail devleti onlara saldırır ve dara düşerlerse Hizbullah ile beraber Lübnan üzerinden İsrail’e yeni bir cephe açarak onlara destek vereceklerine dair antlaşma yaptılar. İran’ın HAMAS’tan tek bir isteği vardı, o da, HAMAS’ın İsrail içlerine operasyon yapması, birinin adı siber güvenlik merkezi olan İsrail’in 3 tane güvenlik merkezini ele geçirip İsrail’in İran’daki ajanlarının isim listesini ele geçirmekti.
HAMAS militanları oraya gittiler oradaki general, subayları esir aldılar ve İran ile ilgili bütün arşivleri ve İsrail’in İran’daki casus listesini ele geçirdiler ve deniz yoluyla Lübnan’a götürdüler. 14 Ekim’de Hizbullah’a teslim ettiler. Oradan da İran’a götürdüler. İsrail’in elindeki İran ile ilgili arşiv şu anda İran’ın elinde. Bütün İsrail’in İran’daki işbirlikçisi, casusları ve bu konuda tüm arşiv deşifre oldu artık. HAMAS’ın İsrail’deki operasyonu tamamıyla İran’ın İsrail’e karşı kendi intikamını alma operasyonudur. Ne İslam’la, ne de Filistin’le ilgisi vardır. Nitekim İsrail, Gazze’yi insanları ile beraber yerle bir ederken adeta İran kılını bile kıpırdatmadan Filistin HAMAS’ı tek başına bıraktı. İran’ın İsrail’e karşı şu ana kadar kayda değer tek bir eylemi olmamıştır. Sanki Kur’an’ın şu ayeti tecelli etti: “Şeytan gibi, hani (Şeytan) insana, kafir ol der de insan kafir oldu muydu, (Şeytan) şüphe yok ki der, ben senden tamamıyla uzağım, şüphe yok ki ben, alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım” der.
(Kur’an’ı kerim Haşr Suresi 16. Ayet)
İran da (tıpkı Şeytan gibi) HAMAS’ı İsrail’e karşı kışkırttı fakat, İsrail’den korktuğu için, hiçbir şey yapmadan HAMAS’ı İsrail ile baş başa bırakarak münafıkça bir kenara çekildi.
HAMAS İsrail’e saldırdı. Hem de vahşice saldırdı. Sivillerden genç-ihtiyar, büyük-küçük, erkek-kadın demeden ellerine kim geçtiyse vahşice katlettiler. Burada en önemli nokta; Netenyahu gibi bir Hitler artığı için bahane oluşturup, suçsuz ve korumasız insanların katliamlarına zemin oluşturmak oldu.
HAMAS militanların saldırı yaptığı günde, İsrail’in Gazze’ye yakın sınırda İsrail’ilerin bir festivalleri vardı. Sadece festivalde tamamıyla sivil, kadın-erkek, çoluk çocuk ayrımı yapmaksızın en az 260 masum insan öldürüldü. Başka yerlerde yüzlerce masum sivil insan öldürüldü.
İşte size ünlü bir Filistinli gazetecinin anlatımıyla İsrail–HAMAS savaşının iç yüzü:
https://www.youtube.com/watch?v=pL3CDPvAVQs
İsrail ile HAMAS arasındaki savaşın birinci yüzü, yani siyasi yönü bu iken, peki içinde Türkiye’nin de yer aldığı ve masum insanların ölümleri üzerine çıkar devşirme üzerinde yürütülen savaşın diğer yüzü nedir ve bunların ahlaksızsa yaptıkları bize ne anlatıyor?
İpek yoluna karşı baharat yolu.
“Sizce HAMAS İsrail’e neden saldırmış olabilir? Bununla ilgili onlarca sebep ortaya atıldı.
Aslında ne oldu da bu vahşice savaş başladı ve devam etmektedir?
En önemli iddialardan biri, HAMAS’ın Araplar ve İsrail arasındaki normalleşme çabalarını engellemek istemeseydi.
Peki Arap devletleri ve İsrail neden bir normalleşme sürecine girdi, hiç düşündünüz mü? Bu normalleşme ve işbirliği altında (yukarıda anlattığımız gibi) siyasi nedenler yattığı düşünülse de asıl sebep ekonomiktir.
İpek ve baharat yolunu duymuşsunuzdur. Yüzyıllar boyunca en önemli ticaret yollarıydı.
Çin için tek kuşak, tek yol projesiyle bir nevi İpek yolu tekrardan canlandırıldı. 10 yılda 1 trilyon dolar harcandı. Bunun için 150’den fazla ülkeyle işbirliği anlaşmaları imzalandı. Amerika ise, buna alternatif olarak baharat yolunu yeniden canlandırmaya çalışıyor. Buradaki amaç Çin’in ekonomik olarak yükselmesini önlemek ve elini Ortadoğu’dan kesmek.
ABD ve Batılı ülkeler; İran, Çin ve Rusya’nın dışlanacakları, bunların yerine Hindistan’ın öncülüğünde Güney Asya ülkelerinin “Baharat yolu projesi” adı altında planladıkları BOP– Büyük Ortadoğu Projesine sıra geleceğini varsaydılar.
Bu proje ile, Hindistan’dan yola çıkan malların Dubai, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya nakledilmesi amaçlanıyor. İşte asıl melese de burada başlıyor. Zira bu koridorun etkin şekilde işlemesi için İsrail ve Arap ülkelerinin arasının iyi olması gerekiyor. Aksi takdirde bu ülkeler arasında çıkacak büyük anlaşmazlıklar Amerika ve Avrupa ülkelerinin ekonomik çıkarlarına zarar verebilir. Unutmayalım ki, olayların ardında siyasi ve sosyal nedenler olsa da mesele çoğu zaman ekonomiktir.
Şimdi inançsal ve toplumsal yönde bu olayı kendimiz için analiz edecek olursak;
Kürt–Türk ilişkilerinde Yüz yıllardan beri süre gelen bir söylem vardır; “Bir iki dalavere ile Kürt Mehmet yine nöbete”.
Bence bu sözü halk olarak, Müslüman toplumuna uyarlamanın tam zamanıdır. O da şudur: Müslümanları bir iki “cihad” sloganıyla galeyana getirerek, onların desteğini almak için “İsrail-Filistin savaşı”nın İslam ile küffar arasında bir savaş olduğuna aptallaştırılmış Müslümanları inandırmak.
Tamam anladık, İsrail zalim ve gayrimüslim bir devlettir. Peki Müslüman isim ve kimlikle bilinen 57 devlet Allah’ın vasıflandırdığı İslami evsafları taşıyorlar mı? Veya Allah’ın Kur’anda belirttiği ve kat’i bir şekilde emrettiği şekilde–düzende devletlerini yönetiyorlar mı? Örneğin Türkiye;
Türkiye’yi ele alalım; devletin sevk ve idaresinde dinin (münafıkça bazı söylemlerin dışında) zerre kadar etkisi var mıdır? Aksine resmi olarak devletin kurucusu olarak kabul edilen Mustafa Kemal Atatürk’ün dine dair düşünceleri malumdur. Kendi sözleriyle arşivlerde ve yazdırdığı kitaplarda bu düşüncelerini açıkça ifade etmiştir. Bu ülkede tam 18 yıl Allah’ın ezanının Arapça okunması yasaklandı. İslam şeriatını düşman belleyip yüz yıla yakındır bunu devletin tüm kademe ve uygulamalarında İslam şeriatı şiddetli bir şekilde yasaklanmış, bu da anayasanın hiçbir şekilde “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk maddelerine konulmuştur. Böyle bir devlet İslam devleti olacak ve böyle bir devletin yaşaması için insanlar cihad edecek ve bu uğurda ölenlerde şehid olacak, öylemi? Sizce bu tavır tam manasıyla aldatmaca ve münafıkça bir tavır değil mi?
Peki dünyada İsrail de dahil gavur olarak bildiğimiz devletlerin birinde dahi Müslümanlara karşı bu zülüm yapılmış mıdır? Bu, ismi (sözde) İslam olan (münafık) devletlerin yüzde doksanı Allah’ın ibadet ve şeriat uygulamalarına ait tavırları bu şekilde iken, acaba bu devletlerin (özellikle kendi ırkından ve milletinden olmayan) insanların toplumsal ve sosyal yaşantısına müdahaleleri nasıl olmuştur? Tabii ki son derece zalimce olmuştur.
Değerli arkadaşlar burada “İslam ülkeleri” sıfatını taşıyan 57 ülkeden yalnızca bir ülkeyi örnek olarak aldım. Hiç şüpheniz olmasın, diğer ülkelerin yüzde doksanı da bu niteliğe sahiptirler.
Okuyucuların yorum ve mesajları için;
[email protected]
Haşr Suresi 16. Ayet “Şeytan gibi, hani insana, kafir ol der de insan kafir oldu muydu, şüphe yok ki der, ben senden tamamıyla uzağım, şüphe yok ki ben, alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım” der. (Kur’an’ı kerim Haşr Suresi 16. Ayet)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.