Kürt milleti, Yüz yıllarca, düşmanların dört bir yanında acımasızca, ölümcül ve imha edici saldırılarına direne bildi ve geleneksel toplumsal yapısını koruyabildi.
Fakat yüz yıllarca bir biriyle kenetleyen ve asimilasyona direne bilen bu geleneksel Kürt toplumsal yapı, son \"40 yıldır, Kuzey (Türkiye) Kürdistan’ın da Kemalistlerin egemenliğinde giren Öcalan, PKK ve Demirtaş–HDP’li Kürt siyaseti, Sosyalizm ve devrimcilik fantezisi uğruna, yüz yıllardan beri gelen geleneksel yönetim biçim ve tecrübe birikimleriyle süregelen Aristokrat Soylu aileler, nitelikli ve niceliğe sahip aydın insanlar etkisizleştirildi. Bunların Kürt halkına öncülük edip yönetmelerine mani olundu.”
Yerlerine (hareketin lideri gibi,) Kemalistlerin fikri, ahlaki eğitim ve rahleyi tedrisatından geçmiş, her an \"düşmana taşeron olmaya hazır ruh yapısıyla\" niteliksiz ve toplumda karşılığı olmayan sıradan “Lümpen kişiler” yerleştirildi. Lümpen kitle, tabiatı gereği bir sınıf bağıyla sınırlı olmadığından her türlü tedhiş hareketine uygun malzeme sunmakta ve değerler dizgesini yıkmakta beis görmeyen başıboş takımıdır. Kürdistan’da da bu aylak güruh, dini, milli ve tarihi hiç bir sınırlama tanımadan her tür meşru otoriteye teorik ve pratik sahada saldırılar ile kendisini tartışmasız makam olarak sundular.”
İşte bu emir alması gerekenler emir vermeye başladılar. Ve Kürt halkının bunca mücadelelerine rağmen, Kürtleri ve Kürt siyasi yönetim biçimini, \"Terörist olarak\" dünyaya sundular, mukaddes Kürt davasını medeni dünyaya rezil ettiler. İşte siyasetten Selahattin Demirtaş’ın öncülüğünde Kürtleri getire bildikleri konum; hiçbir kazanım almadan, Kürtlerin ezeli düşmanı CHP kuyruğuna takmak, “Kemalistlere taşeron yapmak,” Kürtlerin sırtında efendileri olan Kemalistleri Türk meclisine taşımak oldu.
Ve böylece Türkiye de ki Kürt siyasetinde İflas mukadder oldu.
Kuzey (Türkiye) Kürdistan’ın da, hem Öcalan, hem de yavru Öcalan konumuna getirmeye çalışan çömez konumundaki Selahattin Demirtaş’a yaptırmaya çalışılan Demirtaş’lı siyasetin düştüğü konumu budur.
Kürt milleti, dünyada ki egemen dostların destek ve yardımları ile artık, milli siyasetin önünü açmak için olsa gerek, bu vesayetçi ve taşeroncu siyasete dur denildi. Yeni dünya düzenin siyasetine uyum sağlamak ve Kürt siyasetini de bu siyasete entegre etmek için çalışma yapılacaktır. Kürtler artık “Dünyaya nizam vermek” değil de, kendi iç yapısına düzen vermeye yönelecektir.
Peki, ABD’nin bu büyük Ortadoğu projesinin Kürdistan merkezli olması hesabıyla ve Kürtlerin geleceğini ipotek altına alacağından dolayı, bu değişime karşı Kürtler nasıl hazırlanmalılar?
Her şeyden önce; \"Kürtlerin bütün olasılıklar karşısında mutlaka ama mutlaka bir ulusal - milli projeye sahip olması gerektiğini ve ortaya çıkabilecek bütün olasılıklar karşısında bu ulusal - milli proje çerçevesinde hareket etmesi gerekiyor.\" Bu işin olağanüstü ehemmiyetini göz önünde bulundurarak ve Kürtlerin hazırlıksız yakalandıkları 1920 Ortadoğu’da ki birinci değişim-bölüşümde ki gibi, hayati derecedeki bu fırsatı da kaçırmamak için Kürtlerin fevri doygularıyla değil de, akılları ile ve milli şuurlarıyla hareket edecek, plan, proje ve bu konu ile ilgili uluslararası standartlara uygun siyasi stratejilerini belirlemek için, bu süreci ortak akılla yönetmek, ortak akılla karar vermek, ortak akılla işi yürütmek ve ortak akılla Kürt halkı için kazanım sağlamak amacıyla hareket etmeleri gerekiyor.
Bundan dolayı, geçmişteki hatalardan ders çıkarmamız için geçmişten bu güne nasıl gelindiğini ve bu zaman zarfında ne gibi hatalar ve ihmalkarlıklar yapıldığını bilmemiz gerekiyor.
1800’lü yılların başından itibaren, Mevlana Halid-i (Xalid-i) Bağdad-i (Şehrezor-i) tarafından dünyanın çeşitli bölgelerine atadığı halife –şeyhler gibi, Kürdistan’ın çeşitli bölgelerine Kürdistan milli medreselerinde yetişen, Kürtlük milli şuurun zirvesinde olan, onlarca halife – şeyhler atadı. 1800’lerin başından, 1937’deki Dersim Kürt milli ayaklanmayla ile son bulan milli Kürt halk ayaklanmaların tümü bu halifelerin öncülüğünde veya onların telkin ve destekleri ile olmuş milli ayaklanmalardır.
Bundan dolayı Kemalist rejim, 1925’teki Şeyh Sait ayaklanması ile başlayıp, 1937’de Dersim ayaklanması neticesinde Seyit Rıza’nın asılmasıyla Kürt ayaklanmalar serisi son buldu. Fakat bu süre zarfında Kürtlerin başta dini, aşiret, hanedan aristokratları, aydınlar ve tüm toplumsal kanaat liderleri olmak üzere, kitleler halinde bu mümtaz şahsiyetlerin ya fermanlarını çıkartıp öldürdüler, hapse koydular, yada sürgün ettiler. Bu kıyımdan sonra 1960’ların başına kadar Kürt meselesinde sessizlik hâkim oldu. 1960’lardan itibaren Kürt davasında roller değişti. Bu tarihten itibaren Kürt davasının öncülüğü Şeyh, Ağa, aşiret ve aydın Aristokratlardan, Kemalist rejiminin okullarından yetişen Marksist, Leninist, Maocu ve Kemalist karışımı ideolojilerin hamurları ile yoğrulmuş ideolojilerin sahibi aydınların eline geçti. Artık bu safhadan sonra dava, Kürt milli davasından çıkıp Kürtlerin yabancısı olduğu ideolojileri önceleyen, Kürt milli ve toplumsal sosyolojik yapısına yüz seksen derece aykırı ve Kürtlük davasına hizmeti amaçlamayan, Kürtlerin yabancısı olduğu ve Kürtleri ve Kürt milletini (batıl) davalarında kullanılacak malzeme olarak gören, başkalarının fikirlerini önceleyenlerin emrine girdi.
Eskiden olduğu gibi, Kürt gençlerinin enerjilerini Kürt milli davası için harcayacaklarına, “Marksizm, Leninizm, Maocu, Kastrocu ve diğer safsata ideolojiler” için Kürt gençlerini bir birine düşürüp enerjilerini bu uğurda harcadılar. Kürt milletinin vazgeçilmez birer gerçeği olan ve Kürt toplumunun dörtte üçünü temsil eden, kendi toplumunun Şeyhi, Ağası ve aristokratına düşman ettiler. Peki, milli kurtuluş davasında, milli birlik ve beraberlikle yürütülmesi gereken bir çalışmada, milletin dörtte üçünü düşman seçiyorsan bu mücadelede galip gelmen mümkün mü?
Yukarıda, “yüz yıllardan beri, muhafazakâr Kürt milliyetçilerin Kürt davasına ve milletine katkı ve kazanımlarını” anlattık. Peki, 1960’ardan bu güne kadar solcu ve sosyalist Kürtlerin Kürt davasına ve milletine ne gibi bir katkı olmuş, ne gibi kazanımlar sağlamışlardır?
Kürt davası, sol–sosyalist Kürtlerin eline ve öncülüğüne geçtikten sonra, mazlum Kürt milletinin haklarını elde etmek yerine Kürtleri din ve maneviyattan alıkoyup, materyalist zihniyetli sosyalistleştirme için çalışıldı. Materyalist düşünen, vefa, söz ve verilen taahhütlerden dönmekte sakınca görmeyen, egolarını ve çıkarlarını ön planda tutan bu öncüler, mazlum ve mağdur Kürtleri kendi ideolojileri için kullandılar. Çıkarlarının başarısı için, akıllara durgunluk veren “HENDEK” savaşında olduğu gibi, gözlerini kırpmadan binlerce Kürdü öldürme ve ölüme göndermekten zerre kadar sakınca görmediler. Aptallaştırma aracı olarak kullandıkları ideolojileri için Kürtler arasında ölümlü çatışmayı ilk onlar başlattılar. Rezil ve aşağılık ideolojilerinin başarısı için on binlerce Kürt genci, Kürt milletinin hiç bir kazanımı hedeflemeden ve tek bir kazanım sağlamadan toprağa düşürdüler. Peki sonuç; “Virane ve boşaltılmış bir Kürdistan, bunun sonucunda Kürt sermayesinin yüzde yetmişi, aydın ve nitelikli Kürt nüfusun yüzde sekseni, Kürt nüfusunun yüzde atmışı (12 milyon Kürd’ü) Kürdistan’dan sürüp, batı Anadolu’nun varoşlarında asimilasyona mahkum etmek oldu.”
Peki, tüm bu olanlara rağmen tekrar soruyoruz; Kürt milleti ne yapmalı?
Değerli arkadaşlar, kendi iradesi elinden alınan, kendi kendini idare etme, yaşantısını düzenleme ve geleceğinin planlamasını yapma iradesine sahip olmayan milletlerin bunları elde etmesi için milli kurtuluş düşüncesinden başka (din de dahil,) her hangi bir ideolojiye kapılmalarına gerek yoktur ve olmamalıdır. Bu çerçevede sol düşüncenin öncülük yaptığı Kürtlerin şu andaki Kürt siyasi hareketlerin mücadelesine bakacak olursak; daha milli kurtuluşunu sağlamadan, devletini kurmadan, kurtuluştan sonra rejim ve idari yönetim şeklini hedefleyerek peşinen belirlediği rejimi kurtuluş mücadelesi ön koşul olarak Kürt halkına dayatması akıl kârı değildir ve kabul edilemezdir de. Kurtuluş mücadelesinin başarısının önündeki en büyük engeli de bu dayatma oluşturuyor. En önemlisi de bu durum, kurtuluştan sonraki dönem için peşinen milletin iradesine ipotek koymaya da sebep olacağı gibi, milletin ezilmişliğini, çaresizliğini ve özgürlük hasretini de kullanmış ve istismar etmiş olur.
Mesaj ve yorumlar için
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.