Vicdan sahibi, Mısırlı Arap yazar Fehmi Şinavi, “Ümmetin yetimleri Kürtler” adlı kitabında çok önemli bir noktaya parmak basarak;
– "Araplar, Farslar ve Türkler, İslam'ı kendi devlet siyasetlerine sürekli kurban etmişlerdir. Ama Kürtlerin, İslam'ı kurban edecekleri bir devletleri olmadığından dolayı Kürtlerde ki İslam algılayışı diğerlerinkinden daha durudur" der. Buna rağmen bu sahtekârlar, zalimleşen devletlerinin devamı için Allah’tan korkmadan, helal–haram demeden, Kürtlerin haklarına tecavüz etmekten zerre kadar çekinmiyorlar.
Arap İslam alimi ve düşünürü Fehmi Şinavi’nin Kürtleri ilgilendiren bu enfes tespitinden sonra başka bir düşünürün tespitine geçelim:
Ünlü Amerikalı siyahi insan hakları savunucusu Malcolm X:
– Eğer bir hak başkalarına "helal" ama size "haram" (diye din olarak dayatıyor) ise, biliniz ki o din Allah'ın dini değil, sömürgecilerin (yani Kemalist-Şamanist ve Baasçıların) dinidir” der.
Bunlara ilaveten, dünyanın en önemli sosyologlarından İranlı sosyolog Ali Şeriatı:
"Türkler İslam'a teslim olmadı, (kendi ırkçı Türkçü devletleri) İslam'ı teslim almışlardır."
(Ve böylece İslam'ı kendilerine göre şekillendirdiler.)
Ali Şeriati- Öze dönüş "orjinal" Kitabından
Tespitimize göre, Türkiye de ki Türklerin yüzde 99’zu–yazı olarak da yüzde doksan dokuzu Atatürk milliyetçisi olup, yani Kürtlerin yoklu üzerinde varlığını sürdürenlerden meydana gelmektedirler
Kürt modern milli mücadele tarihine baktığımız zaman, biri düşüncesel, diğeri de zulme karşı başkaldıran ve savaşkan olmak üzere iki şahsiyet iz bıraktığına şahit oluyoruz.
Şeyh Ahmed’i Hani (Xanî) düşüncesel olarak Kürt milliyetçiliğinin babası sayılır.
Mele Mustafa Barzani ise, Kürt milliyetçiliği uğruna amansız savaş veren, varlıklı ve son derece itibarlı bir hanedanda doğup ve Kürtlük uğrunda ömür tüketen yegane alternatifsiz Kürtlerin milli ulusal önderidir.
Kürt milletiyle beraber, kendi bilek güçleri ile Irak’ta kazandıkları otonomi hakkını (o dönemin) ABD ve İran Şahının kendilerine ihanet etmeleri ile yıkılan hayalleri ve dağılan Kürt otonomi devletinin kahrından kansere yakalandı ve ABD’de vefat etti.
Mele Mustafa Barzani 1 Mart 1979’da vefat edince, (Kürt milli davası için hayat boyunca harcadığı inanılmaz emeğin boşa gittiğini gözümün önüne getirdiğimde) adeta dünyam yıkılmıştı. O esna de Cizre’deydim, Türk devletinin (anti Kürt) sıkıyönetim kanunları yürürlükteydi. Kemalist–faşist Türk devletin baskısından dolayı Kürler arasında adeta yaprak kıpırdamıyordu. Her yerde terör kol geziyordu. Adeta bir kelle bir soğan kıymetindeydi.
Ünlü ve eşsiz Kürtlerin ulusal önderi vefat etmiş fakat, kimseden ses seda yoktu. Bundan dolayı ikinci defa kahır oluyordum.
Silopi’nin Gırkondan (Yolağzı) köyünde oturan, samimi arkadaşımdan ziyade, ayni zamanda akrabamda olan Adnan Kayaalp’ı Cizre’ye davet ettim. Bu konuyu aramızda müzakere ederken; “Yahu, koskoca Mele Mustafa Barzani vefat etmiş, hiç kimseden ses seda yok. Oysa olay Kürtler arasında özellikle Cizre de toplumsal deprem olması gerekiyordu.
Peki şimdiden itibaren ne yapabiliriz acaba” diye aramızda konuştuk.
Güvenlik ve toplumsal havayı da göz önünde bulundurarak, halkın tepkisini nasıl organize edebiliriz diye bir plan üzerinde çalıştık.
Mele Mustafa Barzani’nin ayni zamanda Mele olup dini bir lider olması münasebetiyle, bu özelliğini de ön planda bulundurarak hem bir günlük ulusal çapta yas ilan edelim, hem de ulusal çapta onun için Cizre’nin tarihi ulu camisinde bir mevlit okutulmasını kararlaştırdık. Bunun için (o zamanın TKDP –Türkiye Kürdistan Demokrat Partisin)in önemli kadrolarından olan, hem Cizre’nin en önemli eşraf ve soylu aristokratlardan olan, aynı zamanda ailemizin çok çok yakın dostu olan Hacı Suphi Şık’a gittik, bu düşüncemizi ona anlattık. Bu plan ve düşünceyi çok benimsedi ve bu işin organizasyonunu üstleneceğini kabul etti. Birlikte Mevlit gününü belirledik.
Hacı Suphi ertesi gün tuttuğu adamlar vasıtasıyla Cizre de ki tüm dükkanlara; “(filan gün denilerek) Ulucami de (vefatı münasebetiyle) Serok Mele Mustafa Barzani için bir mevlit okutacağız ve Kürt ulusal önderi olarak vefatını anacağız. Lütfen o gün hepiniz 1 gün dükkânlarınızı kapatınız ve hepiniz Ulu Camide olunuz” diye sözlü ve de canlı bildirimde bulundu. Aynısı köyler için de yapıldı.
Mevlit günü geldiğinde, herkes gönüllü olarak dükkan ve iş yerlerini kapattılar. O gün gerçekten (gönüllü olak) adeta mahşeri bir kalabalık oluştu. Mevlit okuduktan sonra, sesiz bir yürüyüş düzenleyerek, halk Cizre’nin eski çarşı–caddesini, yeni şehir dört yol ve Nusaybin caddesini takip ederek tekrardan Ulu Camiye gelindi. O zamanın Cizre nüfusuna göre yürüyüşe takriben 10 ile 20 bin arasında bir kalabalık halk katılmıştı. Adeta Cizre’de hayat durmuştu. Yani beklentimizin çok çok üstünde gönüllü bir kalabalık oluşmuştu.
Bu etkinlik Serok Barzani’nin vefatı münasebetiyle duyduğumuz acıyı bir nebze de olsa hafifletmişti. Fakat Serok Barzani’nin yokluğundan dolayı çektiğimiz acı hep kalbimizde olacak ki, yaşamımızda hep onun yokluğunu ve Kürtlerin onsuz ne yapabileceklerini düşünüyorduk ki, en az onun vefatı kadar beni etkileyen, 12 Mayıs 1985’te vefat eden Şeyh Muhammed Nurullah Seyda vefatının hemen akabinde, taziyesi daha devam ederken rüyama geldi. Bilindiği gibi, rüya, rüya görenler tarafında rüyada olduğunu bilinmez. Bu sefer gerçekten istisna olarak, yani Rüya geleneğine aykırı olarak rüyada onun vefat ettiğini biliyordum. Bundan dolayı çok heyecanlandım ve rüyamda “İşte Şeyh Nurullah geldi” diyerek çok şiddetli bir çığlıkta atmıştım ve bu çığlıkla rüyamdan uyanıyorum, fakat saniyeler içerisinde tekrar uyuyup rüyama ayni sahneyle devam ediyorum. Zira rüyamda onun vefat ettiğini biliyordum ve bunu bildiğimi rüyada bunu kendisine de söylüyordum:
“Değerli Şeyh Nurullah, söylediklerine göre “ölen bir kimsenin önüne ilahi keşifler açılıyor” deniliyor. Geçmiş ve gelecek hakkında bilgi sahibi oluyorlar deniliyor” dedim. Oda “doğrudur” dedi. “O zaman müsaade ederseniz size bazı sorular sormak istiyorum.” O da “olur” dedi. “Fakat çabuk söyle, zira fazla vaktim yok. Dönmem gerekiyor” dedi. Bende bazı kişisel sorulardan sonra şunu sorduğumu bu gün gibi hatırlıyorum:
“Siz vefat ettikten sonra öbür dünyada Mele Mustafa Barzani’yi gördünüz mü acaba?” diye kendisine sordum.
O da; “Evet gördüm. Ah Yahya Maalesef sağlığımızda onun değerini bilmemişiz, öldükten sonra Allah katında nasıl da büyük bir zat olduğunu gördüm.” dedi. O bunu söyleyince hemen tekrardan sordum: “Peki Mesut Barzani’nin durumu nasıldır?” diye sorduğumda; “yok o değil,” deyince, bende üstelemeye başladım; “o da onun oğludur, onun yolundadır, onun gibidir” filan–falan fazla üstüne gidince; “Eh o da fena değil” deyip konuyu kapatmaya çalıştı.
Değerli arkadaşlar bu inanılması güç olayı size anlatırken tuhafınıza gelebilir. Fakat bu olayı 1985 te onlarca kişinin bulunduğu bir ortama o zaman o zaman anlatmıştım. Çoğu da halen sağdılar.
Bu olaylardan sonra evimi Cizre’den Mersin’e taşıdım. Bununla ilgili geniş bilgi aşağıdaki makalede anlatıyorum. Aşağıdaki linkte okumanızı tavsiye ediyorum:
https://nerinaazad2.com/tr/columnists/yahya-munis/necmeddin-erbakanin-kurtlugu-ve-kurt-meselesi-icin-onunla-yapigimiz-tartisma-663fe486b4765
Mersin’e yerleştikten sonra, baktım ki Mersin nüfusunun yarısından fazlası Kürt’tür. İlk önce Kürtleri Refah Partisi üzerinde örgütlemek istedik. Fakat Erbakan hoca bizim istediğimiz şekilde buna yanaşmayınca, başka arayışlara yöneldik. Bu çalışmalarımız 1988 yılına denk geliyordu.
1989 yılında da Tüm Türkiye de olduğu gibi Mersin’de de Belediye seçimleri yapılacaktı.
1988 yılında, Turgut Özal’ın Genel başkanı olduğu ANAP hem Mersin’de hem de genel olarak Türkiye de iktidardaydı. Turgut Özal hükümeti, PKK ile (adeta) ölüm –kalım savaşı içerisinde idiler. Binlerce köy Hükümet eliyle yakılıp–yıkılmış, Kürtler zorunlu olarak göçe maruz bırakılıyordu. Bu göç, zorunlu ve plansız olduğu için, yani isteğe bağlı olmadığı için Mersin’e göç eden Kürtlerin yerel yönetimlerle çok ciddi sorunlarla karşılıyordu. Bu sorunlarından biri de 1988 de imar affı ile imar kanununun 18’nci maddeye maruz kalmaları ve çok yüklü bir meblağ parayla borçlandırmaları oldu. Bu vesile ile Kürtleri çok kısa bir zaman zarfında onları örgütleye bildiğimiz gibi onları, kendilerine yüklenen borçtan da kurtarabildik.
Ayriyeten sağladığımız bu birlik sayesinde, 1989 yılında yapılacak Belediye seçimlerinde seçime katılacak önde gelen belediye başkan adaylarınca muhatap kabul edildiğimiz gibi seçimin kaderini de tayin edecek güç oluşturduk.
Seçimden bir hafta önce Erdal İnönü’nün başkanlığını yaptığı SODEP– Sosyal Demokrat Parti’nin Mersin Belediye Başkan aday Kaya Mutlu (Fikri Sağlar'ın dayısı) beyin daveti üzerine biz bir araya geldik. Adeta Mersin’e göç eden Kürtler için pazarlık masasına oturduk.
Mersin’e göç eden Kürtlerin tarihinde ilk defa olacak ki bu pazarlık masasında Kürtler için, 145 kişiyi işe alma garantisi ile beraber, Mersin’e göç eden Kürtlerin A’dan Z’ye kadar tüm işlerini görebilecek–hal edelebilecek, başkanlığını ve kurumunu da bizler tarafında yapılacağı “GELİŞMEKTE OLAN SEMT BİRİMLERİ SORUNLARI DAİRE BAŞKANLIĞI”nın kurulmasına vesile olduk. Bunun resmi belgesi aşağıdadır.
Bu dairenin imkanlarını kullanarak, buna paralel olarak Mersin’e GÖÇ–DER =Göç Edenler Yardımlaşma ve Dayanışma derneğini kurduk. Belediyede başkanlığını yaptığımız daire ile bu GÖÇ DER beraber yaptıkları faaliyetlerle Mersin’de çeşitli dallarda tam 42 bin insanımıza yardım sağladık. Özellikle Mersin Valisi Sn. Özdemir Hanoğlu’nun Kürt halkının temsilcisi olarak şahsıma resmi, özel yetki ve musadesiyle birinci Körfez savaşında Türkiye’ye sığınan 500 bin kişinin üzerinde Peşmerge ve onların ailelerinden binlercesine maddi yardım sağladığımız gibi, Yeni yapılmakta olan Mersin Belediyesine ait Güney Kent sosyal binalarından tam 154 dairelerinde karşılıksız geçici barınmalarını sağladık.
Bu anlattıklarım işin özetinin özetidir. Bu işin çok çok detayı vardır.
Tüm bunların resmi belgeleri aşağıdadır:
Konu ile ilgili resmi belgeler:
1992 yılında Türkiye’ye sığınan peşmerge ve onun ailelerine yaptığımız yardımın resmi belgeleri.
Mersin Belediyesin de kurulan “Gelişmekte olan Semt Birimleri sorunları Daire Başkalığı” resmi yazısı
Okuyucuların yorum iletişimi için: [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.