Hizbullah örgütü; Hizbullah adını almadan, 1990’ların başında daha cemaat şeklinde iken, şiddete yeltenmeyen, halkı tedirgin etmeyen, kendilerine İslam-i cemaat mensupları diyen ve muntazaman evlerde bir araya gelen kendi halinde bir insanlar topluluğuydu. Ne zamanki PKK güçlendi, şiddeti arttırdı, kendini yörenin tek hâkimi ilan edip, (velev ki güçsüz olsa bile)kendinden başka, yörede bulunan tüm örgüt ve cemaatleri tasfiye kararı alıp onların, üzerine gitti, o zaman İslamcılar da kendilerini iki yoldan birisini seçme zorunda hissedip, karar vermek için bir araya geldiler ve şunu söylediler: “Ya burada kalıp PKK’ye karşı direneceğiz yahut da Türkiye’nin batısına göç edeceğiz” dediler. Tartışma neticesinde direnme kararı çıktı. Bu arada PKK, başta İdil ve Batman’da olmak üzere İslamcıları sindirmek için onlardan yedi-sekiz kişiyi öldürmüştü. İlk etapta bunların intikamını alma uygulamasıyla çatışma başladı.
O esnada devlet kendini çok sıkıştırılmış, (sonradan kendilerine denilecek) Hizbullah’ta kendilerini çok güçsüz hissediyorlardı. Hizbullahçılar menşeine bakılmaksızın,kendilerini koruyabilecek bir destek arıyorlardı. Devlet de o yörede PKK’ye karşı kullanacak piyon arıyordu. Gerçi o yörenin halkından epey korucu oluşturulmuştu. Fakat yetmiyordu. Devletin baş düşman olarak kabul ettiği PKK, Kürt ulusal mücadelesi olarak belirlediği bir amaç uğruna savaşıyordu. Korku ve menfaat için mücadeleye girişen korucular vasıtasıyla PKK ile başa çıkmanın kolay olmadığını devlet görmüştü. Bunun için ideolojik amacı olan Hizbullah, devlet için çok önemli bir fırsattı. Devlet Hizbullah’ı kontrol altına alarak, PKK’ye karşı kollama düşüncesindeydi. Hizbullah’ta devleti, yok olmayla karşı karşıya olduğu için bir nevi cankurtaran olarak kabul edip kullanmayı düşünüyordu. Kısacası ikisi de içinden gelerek değil de, kendilerine lazım olduğu zamana kadar diğerini kullanmayı düşünüyordu. Burada devlet galip gelerek Hizbullah’a daha fazla nüfuz ederek kullandı. Onların eliyle gereğinden fazla kan döktürdü. PKK’ye karşı kullanmayı düşünürken, ileride kendisine sorun çıkaracakları da onlara temizlettirdi. (Not:PKK eliyle öldürenleri PKK bölümünde anlatacağız İnşallah)
PKK’ye karşı yaptığı propagandada “Bunlar komünist ve dinsizdirler” diyerek Hizbullah’ı onlara saldırtarak halkın gözünde küçük düşürmeye çalışırken, diğer taraftan; “İslam dini Kürtlüğün düşmanıdır. Görüyorsunuz Kürt davası için mücadele eden Kürtlere, Hizbullah nasıl saldırıyor” demekle Kürtleri İslam’dan soğutmaya çalışıyordu. Kendilerince, bir taşla birkaç kuş vurulacaktı. Hizbullah da bu esnada Allah’ın ismini kullandığı halde, mazlum Kürt halkının Allah’ın doğuşta kendilerine vermiş olduğu haklara bile sahip çıkmayarak bu şeytani planlayıcıların ekmeğine yağ sürercesine bunların dümen suyuna gitmeyi tercih ediyordu. Kürtler arasında büyük bir potansiyele sahip olan İslam dinine karşı halkı soğutmak, bununla beraber PKK’yi de zayıflatacaktı. Kemalist Türk hükümetinin ana amacı kendilerinin deyimiyle, “iti ite kırdırmaktı.”
Büyük çapta kan akmaya başladığını ve şiddetle bunun hakkından gelinemeyeceğini gören PKK, çareyi Hizbullah’la diyaloga geçerek her iki örgüt arasında ateşkes ilan etmekte buldu.
Bir müddet sonra Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesiyle devlet, PKK tehlikesinin bertaraf edildiğine inanmış olacak ki, Hizbullah örgütünü tasfiye etmeye karar verdi. Devlet desteğini arkasına alan Hizbullah, her türlü propagandaya rağmen, lisan olarak Kürtçe kullanıp ve sadece Kürtler arasında örgütlenmeyi yapabilmesine rağmen, Kürtçülük fikirlerine sahip çıkmasa da, PKK’nin baskısından kurtulmak isteyen Kürtler arasında ciddi bir güce sahip oldular.
Ortadoğu da ve özellikle Türkiye’de devlete muhalif kurulmuş bir örgütün ciddi bir güce ulaşıp da dış güç istihbaratlarının dikkatini çekmemesi mümkün mü? Elbette mümkün değil. Dış güçler Hizbullah’a el attıkları zaman, içindeki Türk devletinin varlığını (gücünü) gördüler. İçlerindeki devlet gücünü tasfiye etmek için Hizbullah örgütünü batı Anadolu’ya yönlendirdiler. Örgüt İstanbul’a yerleşti. Orada (Kürtlere yönelik) faaliyete başlayınca devlet tedirgin oldu. Örgütü oraya yönlendiren güç, Türk devletine de örgütle ilgili (fakat devlet yanlısı örgütle ilgili) istihbarat bilgilerini verip devletin onların üzerine gitmesini sağladı.
Tüm istihbarat ve güvenlik elemanlarının da kabul edip, ifade ettiği gibi :”Hizbullah; gizliliğe en fazla riayet eden örgüttür. Gizlilik kurallarını ihlal etmesinler diye teknik aletleri bile zorunluluk dışında kullanmaktan kaçınıyorlar”. (Böyle bir örgüt, nasıl oluyor da bütün arşivini İstanbul’un göbeğine taşıyıp adeta teşhir ediyor. Bu da ayrı bir soru)
Devlet örgüt evine baskın yapıp, liderini öldürmesi, çuvallar dolusu dokümanlarla beraberbir sürü örgütün üst ve alt kademedeki elemanlarını eline geçirmesiyle zafer sarhoşluğuna kapılıp örgütü çökerttik demesi, erken bir zafer ilanı olduğunu o zaman da tahmin edip söylüyorduk. Tabi ki devlet bir yandan bunu yaparken diğer yandan da ileride kendisine potansiyel tehdit gördüğü kişileri ve kuruluşların elemanlarını da, kontrol ettiği Hizbullah eliyle temizliyordu. Bir yandan da 28 Şubat askeri hareketini haklı çıkarmak için de sanki kendi eli ile koymuş gibi bir sürü cenaze çuvallarını da yer altından çıkarıyorlardı. Burada dikkat çeken bir konu da, çuvallara konulanların çoğu da devlet görüşüne muhalif dindar Kürt aydını insanları olmalarıdır.
Bu durum tam bir yıl devam etti. Bu bir yıl zarfında çok sayıda örgüt elemanı ele geçirildi. Her şey bitti zannedilirken, birden Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan vuruldu. Hem de herkesi şok edecek bir profesyonel suikastla beş arkadaşıyla beraber. Gerçekten tüm Türkiye, yapılan suikast biçiminden dolayı şok oldu. Adeta herkes korkudan titredi.
Diyarbakır halkının, İl emniyet Müdürü Gaffar Okan’ın cenazesine göstermiş olduğu ilgi, en az öldürülmesi kadar hem hükümeti hem Anadolu halkını şaşırttı. “Nasıl oluyor da Diyarbakır halkı bir emniyet müdürünü böyle sahiplenebiliyor?” Esasen; Diyarbakır halkı Emniyet Müdürüne sahip çıkmamış. PKK, Diyarbakır halkını öne sürerek Emniyet Müdürü şahsında kontrol ettiği sahaya -yöreye- sahip çıkmıştır. Başka bir gücün o yöreye girdiğini fark etmiş, Kürt mıntıkasını başkalarına kaptırmayacağını ima ederek; Bununla şu mesajı vermek istemiştir. “Kürt mıntıkasının tek hâkimi benim. Başkalarının burada faaliyet göstermesine, Emniyet yetkililerine sahip çıkma pahasına da olsa bile izin verilmeyeceğini, savaşı da, barışı da yapmanın tek yetkilisi benim demek” istemiştir.
Büyük ihtimalle bu, başka bir gücün, PKK’nın 1984 yılında, Eruh ve Şemdinli’de başlatmış olduğu hareketin benzeri bir hareketle, yeni bir süreci başlatmış oluyorlar.
Gaffar Okan’ın öldürülmesi; iki ihtimali gündeme getiriyor:
Birinci ihtimal; dışarıdaki güçler, Hizbullah örgütünü Türk Devletinin yandaşlarından temizleyip yeni bir yapılanmaya tabi tuttuktan sonra şok bir suikastla Kürtler arasında yeni bir silahlı hareket başlatmış oluyor. Bunu nereden biliyoruz? Bunu şuradan çıkarıyoruz; Bir kere Hizbullah gibi güçlü bir yapılanmaya sahip olan örgütün göz göre göre devlet tarafından tamamen yok edilmesine dış güçlerin göz yumacağını sanmak safça bir beklenti olur. Hele hele Türkiye gibi bir ülkede ise bu imkânsızlaşır. Çünkü Türkiye bağlamında uygulanacak bir sürü proje vardır.
İkinci İhtimal; Marmara depreminden sonra, ABD Başkanı Clinton Türkiye’ye geldiği zaman, TBMM’de yaptığı konuşmada; “Türkiye’nin önünde iki yol vardır: Ya Kürtlerin doğuştan gelen insani haklarını verip medeni toplulukların arasına katılıp örnek bir ülke olacak, ya da başı çatışma ve belalardan kurtulmayacak” dedi. Dikkat edin bunu söyleyen ABD devlet başkanıdır. Dünyayı yöneten kişidir. Hem de TBMM’ inde söylüyor bunu.
Dış güçler baktılar ki; Türkiye normal şartlarda Kürtlere, özellikle PKK himayesindeki Kürtlere, kesinlikle herhangi bir hakkı verecek değildir.Kaldı kiÖcalan devletin elinde olduğu müddetçe, Türkiye her sıkıştığında örneğin, Son Efrin ve Şengal da olduğu gibi, Öcalan’ın bir talimatıyla PKK militanlarını çatışmasız bölgeden çektirebiliyorsa Türklerin Kürtlerle pazarlık yapıp tatmin edici bir şey vermesi zaten daha fazla imkânsızlaşıyor.
O zaman, PKK’ye alternatif olacak, Siyasi bir Kürt hareketine ihtiyaç duyuldu. Bu hareket iki kanatlı, yani hem sivil hem de ayni zaman da vurucu güce de sahip olacak yeni bir yapılanmaya gerek duyuldu.
Hizbullah da o zaman efendileri olan Kemalist Türk devletinin kendilerini tamamıyla gözden çıkardığını görünce yeni bir yapılanmaya girmeye gerek duydu.
Bir nebzede olsa askeri gücünü kurmakla beraber sosyal ve siyaset bazında yeni bir yapılanmaya gitti. Hizbullah yeni dönemde, bir yanda sosyal faaliyetler için Mustazaflar ismi altında dernekleşirken, diğer yandan HÜDA-PAR= Hür Dava Partisi adı altında siyasileşmeye gidildi. Fakat kendi kabuğu içerisine aldığı kitlenin dışında bir türlü bu kabuğu kırıp PKK’ye nazaran Kürt toplum yapılışı sosyolojik olarak kendisine daha uygun olmasına rağmen bir türlü toplumsallaşamadı. Kürt toplum zemini,düşünceselbazda PKK’ye nazaran kendisine daha uygun olmasına rağmen, PKK’ye karşı ciddi alternatif oluşturamadı. Acaba bunun nedeni ne olabilir?
Bence nedeni şudur:
Takriben iki yüz yıldan beridir ittihat Terakki zihniyetinin hâkim olduğu yönetimler tarafından Kürtlere inanılmaz baskı ve hakları gasıp etme söz konusudur. Bu baskı ve hak ihlallerineticesinde Kürtler, küçüklüğünden beri, bir polisin ya da askerin düğmesini koparmanın suçu idamdır korkutmalarıyla büyütüldüler.PKK bu zulüm ve baskıyı fark etti. Kürtlerin bir intikam alma duygusuyla dolu olduğunu sezdi ve bunu kullandı. PKK ise değil düğme koparmak, askerleri ve polisleri öldürdü. Bu bütün Kürlerin korku dolu bilinçlerini alt üst etti. Kürtler bu olup bitenler karşısında, demek ki polis de asker de öldürülebilirmiş diye düşündüler. İçinde biriken öfkeyi bilince dönüştüremeyen kimi Kürtler PKK’yı, intikamlarını alan bir güç olarak gördüler. PKK Kürt halkının içerisinde birikmiş olduğu kinin intikamını alma ihtiyacını karşıladığı içinsorgusuz ve sualsiz Kürt halkı, PKK’nin yanında yer aldı.
Hizbullah ise oldukça Kürtlük davasından uzaklaşarak din kozunu oynadı fakat bu yetmedi. Ortada kitlenin içini yakan bir kin yanığı vardı. Bunu söndürecek bir intikam suyuna ihtiyaç vardı. Kim bu yangını söndürecekse enkaza da o sahip olacaktı. Tabii ki PKK bunu söndürdü ve en kaza da o sahip oldu.
Bu aşamada Hizbullah ve onun uzantısı olan siyaset, önlerine çıkan iki hayati derecede imkânı yerinde ve zamanın da kullanmadı:
Birincisi; 1990’ların başında PKK’yebaşkaldırırken kendilerine dost olmayan efendilerinin telkinlerine kapılarak önüne hedef kitle olarak Kürtleri seçmelerine rağmen onların sosyal, siyasal, toplumsal ve Kürtlük davası olan haklarına sahip çıkmayarak bu konuda meydanı tamamıyla PKK’ye bırakıp kendini Kürt toplumundan soyutladı.
İkincisi; İstanbul baskınında liderleri olan Hüseyin Velioğlu Türkiye güvenlik güçlerince öldürüldükten sonra, yeniden bir yapılanmaya gidilirken, Kürt halkı arasında hiçte iyi bir intiba bırakmayan eski Hizbullah gömleğini çıkarıp kendileri üzerinde bulunan ve hiç de hoş olmayan o izleri silip yeni bir başlangıç yapacağına, eskilerinin devamı olma izlenimini bırakırcasına yoluna devam etmeye çalışması, onların kendilerini sıkışmış oldukları kalıptan çıkmalarına engel oldu. Ve Kürt toplumu nezdinde marjinalliklerinin devam etmesine sebep oldu.
Allah bilir, eğer Hizbullah 1990’ların başında PKK’ye başkaldırırken, PKK kadar Kürt davasına sahip çıkmış olsaydı, şimdi PKK ile Hizbullah yer değiştirmiş olarak karşımızda olurlardı.
Allah nasip ederse devam edeceğiz....
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.