Birincisi– Kürtler için lazım olan siyaset: Siyasi iradesi elinden alınıp siyaseten müstemleke olan milletler, kurtuluş mücadelesini verirken, din de dahil, milli düşünce dışında hiçbir ideolojiyi mücadelesine karıştırmamalı, kurtuluştan önce halkına istisnasız hiçbir rejim dayatmamalıdır. Aksi takdirde, halkın ezilmişliği ve çaresizliğini bir nevi yem olarak kullanıp, kurtuluştan sonra demokratik olmayan yöntemle halkın iradesine ipotek konmuş olur.
İkincisi– Kürtler için yeni bir yapılanma: Kemalizm’in Kürt milletine dayattığı ezme, yok etme ve en nihayetinde kalanları da asimile edip Türkleştirme faşizmine maruz kalan Kürtler, çaresizlikten kucaklarına oturmuş olduğu PKK–Öcalan yapılanmasının gerek askeri olsun, gerekse de siyasi olsun iflasa yüz tutması, Kürtler için yeni bir yapılanmayı zaruri hale getirmektedir. Fakat bu yeni yapılanmanın başarıya ulaşmasının birinci şartı Kürt toplumsal gerçeklerine uygun olmasıdır.
Bunun için de Kürt toplumsal yapısını bilip iyice tahlil etmemiz gerekiyor.
Kürt toplumuna baktığımızda dört kısımdan meydana geldiğini görmekteyiz:
Birinci Grup: Nitelikli olup, niceliği ( halkta tabanı-karşılığı ) olmayanlar. Bunlar aydın ve (gerek çağdaş okullarda gerekse de medreselerde ) okumuş kişilerdir. Bunlar halkı bir araya getirip bir kitle bilinci oluşturamazlar. Fakat bir araya getirilecek veya oluşturulacak toplum üzerinde “toplumu dizayn etme ”de etkili olabilirler.
İkinci Grup: Hem nitelik hem de niceliği olanlardır. Bunlar dini cemaat - tarikat önderleri Şeyhlerdirler.
200 yıldan beridir bunlar halkla iç içedirler. ( Kendi tarzları ile ) Sosyal dayanışma içerisinde hem halkı eğitirler hem de bölgenin en ücra köşesine kadar, aşiretleri de içine alacak şekilde halkı tarikat bazında örgütlerler. Bir nevi şemsiye örgütlenme görevini üstlenirler.
Üçüncü Grup: Nitelikli olmayıp fakat niceliği olanlardır. Bunlar aşiret ağaları ile toplumda “Ri-Spi” aksakallı, kanaat önderleri eşraf ve Malbat–Aristokrat Hanedanlar olarak bilinen kişilerdir.
Dördüncü Grup: Niteliği ile niceliğe etkisi olmayan halk tabakasıdır.
Kürdistan bölgesindeki halk, toplumunun sosyal hiyerarşisine göre, dördüncü (halk kesimi dediğimiz) grup, üçüncü (yani niceliği olup da niteliği olmayan) gruba bağlıdırlar. Üçüncü grup, dördüncü grupla beraber manevi ve duygusal bağla ikinci gruba bağlıdır. Her ikisi de mümkün olduğu kadar ikincinin söz ve isteklerini kırmaz, saygıda kusur etmezler. Bu durum yani şeyhe bağlılıkları halk arasında pozisyonlarını korumada yardımcı bile olunur.
İki yüz yıla yakın bir zamandır, İkinci ile üçüncü gruplar, Kürt halkının yüzde 100’e yakınına saygı ile söz geçirebilecek bir konumdadır. Yani, ( özellikle ikinci grup ) halk arasında bunlara saygı duymak sevgiden öteye bir nevi gelenek halini almıştır.
Bediüzzaman’ın şu enfes tespiti dikkat çekicidir “Türkiye’de aydınların "en küçük" bir tarikatın şeyhi kadar olsun kalıcı tesiri yoktur.”
Şu ana kadar en popüler aydınların bile, bir araya gelerek, tek başına kurmuş oldukları oluşum ve birlikteliklerin de bir faydası görülmedi. Bundan sonra da olmaz. Tabii ki mele ve aydınların hiçbir faydası ve değeri yoktur demem mümkün değil. Fakat şu misalle bu konuyu somutlaştırabiliriz: Kendi dalında dünyanın en iyi mühendisini getirseniz ve halkın ihtiyaç duyduğu bir malı üretmek için ona en modern fabrikayı kurdurtsanız bile, “ham madde” olmadıktan sonra fabrikanın ve mühendisin yaptığının bir kıymeti yoktur; veya sanatıyla yaptığı çalışmanın halkı memnun edebilme imkânı yoktur.
Ancak böyle görkemli bir halk hareketi oluşursa aydın ve meleler, bu toplumsal harekete ilim ve irfanlarıyla katkı sağlayıp, yönlendirirler. “Toplum Mühendisliği” diye bir söylem vardır. Toplum olmadıktan sonra mühendis ne yapsın?
Üçüncüsü– Kürt Siyaseti İçin Yeni Bir Lider veya Koordinatör Ortaya Çıkarmak.
Yapmamız gereken temel iş, Kürt kesimindeki tarikat, medrese, mele ve dini cemaatlere ek olarak, aşiret, hanedan, malbat, aristokratlar ve rihspîlerin Kürt toplumunun ortak sorunlarına karşı, özellikle Kürt meselesi konusunda duyarlı, fikir ve söz sahibi kılmaktır. Sorunların çözümü için bu kesimlerden “Akil İnsanlar Heyeti” oluşturup, kendilerinin bizzat mesuliyet yüklenmelerini sağlamaktır. Bunun için, Kürt sorunun çözümünü merkeze alan bir meclis veya merkezin kurulması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla, Kürt sorununun sosyal ve politik yönünün çözümü için “Kürt Toplum Sorunları Araştırma, Stratejileri Belirleme ve Çözüm Merkezi” adında bir STK veya merkez kurulmalıdır. Ancak böyle gerçekçi yöntemlerle, Kürt halkını şu anki Kemalistlerin Kürt versiyonu ve Kemalistlerin taşeronu olan Apocu güçlerin elinden kurtarmak mümkün olur, bölgeye huzur gelir. Dolayısıyla böyle büyük tasavvufi gücü hafife almamalıyız.
Bu konuyu örneklendirecek olursak;
Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, 1991’de milletvekili seçiminde, İstanbul’da bulunduğu bölgede listede ilk sırada olmasına rağmen, seçimlerde tercihli sistem geçerli olduğu ve kendisini de kanıtlama imkânına o dönem sahip olmadığı için, bu seçimi kaybetmiş ve milletvekili seçilememiştir. Fakat 1994’de yerel seçimlerde, Erdoğan, genel anlamda bilinen ve tanınan bir şahsiyet değilken, aynı Erdoğan İstanbul’daki dini cemaatlerin itimadını kazanarak ve kendisini onlara kabul ettirerek, nasıl İstanbul Belediye Başkanı oldu ise, yine 2000’lerin başında bunlarla beraber Anadolu’daki dini cemaatler de, toplumun ortak sorunlarına karşı duyarlı olup, fikir ve söz sahibi oldular veya olmaları için kendilerini mecbur hissettiler. Bunun da doğal sonucu olarak Ak Parti’yi iktidara getirmeye muktedir olabilmiştir ve o günden bu güne Ak Partiyi ve Erdoğan’ı iktidarda tutan güç de bu güçtür. Oysaki söz konusu (İstanbul ve Anadolu’daki) bu tarikat ve cemaatlerin hepsi de Kürt bölgesindeki tarikat ve dini cemaatlerin uzantılarıdırlar. İstanbul ve Anadolu’daki cemaatler bu işi başarmışlarsa, neden işin kaynağını ve merkezini oluşturan Kürt bölgesindeki cemaatler bu işi başarmasın? İşte yeni dönemde, Kürtleri bir araya getirebilecek ve Kürtler için bu organizatörlüğü yapacak yeni bir lider veya koordinatöre ihtiyaç vardır.
İrtibat ve yorum için;
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.