“Kürtlerin bihakkın PKK’yi bilip tanıdıkları kanaatinde değilim. Tıpkı Türker’in, Kürtleri tanımadığı gibi.”
Bunu bildiğimiz için de var gücümüzle Öcalan ve PKK’yi Kürt milletine tanıtmaya ve Kürt milletini de Türk milletine tanıtmaya çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz İnşallah.
Değerli arkadaşlar, kendi iradesini elinden alınan, kendi kendini idare etme, yaşantısını düzenleme ve geleceğinin planlamasını yapma iradesine sahip olmayan milletlerin bunları elde etmesi için milli kurtuluş düşüncesinden başka her hangi bir ideolojiye kapılmaya gerek yok ve olmamalıdır. Bu çerçevede Kürtlerin şu andaki başat konumda olan Kürt siyasi hareketin mücadelesine bakacak olursak; daha milli kurtuluşunu sağlamadan, kurtuluştan sonra rejim ve yönetim şeklini hedefleyerek peşinen belirlediği rejimi kurtuluş mücadelesi ön kabul olarak Kürt halkına dayatması akıl kârı değildir ve kabul edilmezde. Ve kabul edilmediği de görülmektedir. Aynı zamanda bu mücadele için birlik oluşturmasına da çok sıkıntı yaratıldığı gibi, kurtuluş mücadelesinin başarısının önündeki en büyük engeli de oluşturur. En önemlisi de bu durum, kurtuluştan sonraki dönem için peşinen milletin iradesine ipotek koymaya da sebep olacağı gibi, milletin ezilmişliğini, çaresizliğini ve özgürlük hasretini de kullanmış ve istismar etmiş de oluyor. O zaman bu kesim ile Kürtlerin iradesini elinden alan ve onu kullanan egemen güçlerden ne farkı kalır? Tek kelimeyle söyleyecek olursak:
Bu durum, Kürt milletinin fıtrat ve toplumsal yapısına 180 derece aykırı olmasına rağmen, Kürt milletinin hak ve hukuk isteklerini perde olarak kullanarak çağ dışı ideolojilerini tek taraflı olarak Kürt milletine dayatmak ahlaki veya dürüst insanların kârı da değildir.
Bu durum, Kürtlerin çok meşhur bir ata sözünü akla getiriyor:
“Hesp nebî, afir çêdikir.” Yani at alacak imkana sahip değilken ve atı yokken at için yemlik yapmaya kalkışması gibi.
Oysa, özgürlüğü için kurtuluş mücadelesine girişilen kim olursa olsun ezilmiş her millet tüccar mantığıyla, yani (insani ahlak ve başkasının hakkına tecavüz etmemeyi dikkate alarak) kâr ve menfaatini gözeterek mücadele yürütülmelidir.
Yapılacak işbirlikleri de bu çerçevede olmalıdır.
Bir tüccar, mal alım satımında karşısındakine ideolojik bakarsa, başarı ve kazanç elde etmesi mümkün mü?
Bu çerçevede PKK’nin, sözde Kürtleri özgürleştirme plan ve durumuna bakacak olursak:
2005 yılında, Erbil Hewreman Oteli'nin Resturant’ın'da, Osman Öcalan'la karşılaştım. Yanında beş altı kişi daha vardı. Samimi bir ortamda sohbet etme imkânı buldum.
Samimiyet oluşunca kendisine şu soruyu sordum:
"Bu samimi ortam içinde bana PKK'nin gerçek mahiyetini anlatabilir misiniz?" Olur dedi ve özetle şunu söyledi:
"Biz PKK'yi kurarken Kürt davası için değil de, Türkiye de sol sosyalist devrim yapmak için kurduk. PKK’nin ilk ismi de sanıldığı gibi “Partiya Karkerê Kurdistanê” değil de, “Partiya Qomonîstên Kurdistanê” dır. Amblemimiz de çekiç orak idi. (Ki, PKK elebaşlarının bulunduğu Adana / Ceyhan Ceza Evini, 1990 yılı Kurban Bayramı'nda davetleri üzerine ziyaret ettiğimde bu amblemli bayrakları orada, odada asılı olarak görmüştüm.) Baktık ki bu isimle Kürt halkına gidersek ve gittiğimizde kimse bize yüz vermez– vermiyordu. Bunun için niyet, amaç, amblem ve hatta kısaltılmış isim bile değiştirilmeden bu kısaltılmış isme uyum içerisinde kalarak yine “PKK” olarak “Partiya Karkerên Kurdistanê” olarak değiştirdik.
Yine Kürtlüğü amaçlamadan fakat çalışmalarımıza "katık” olsun diye Kürtlüğü kullandık. Fakat Kürt milleti o kadar Kürtlüğe susamış olacak ki biz “leb” dedik, onlar hemen “leblebi” olarak algıladı ve bizi tüm güçleri ile Kürtlük sahasına çektiler. Etrafımızı kuşattılar. Fakat PKK'yi yöneten kadrolar (ki büyük çoğunluğu Alevi ve komünistler) Kürt halkının bunca fedakârlığa rağmen ilk kuruluş amaç ve ideolojileri olan Komünistliğinden vazgeçmediler. Kürtlüğü de ve Kürleri de bu amaçları için kullanmalarına devam ettiler ve ediyorlar.
PKK’nin kuruluş ve amacı bu iken;
2004 yılında Öcalan’ın çağrısı üzerine yapılan PKK'nin Olağanüstü 8. Kongresi'nde 400'e yakın delegeyle hem bu konuyu hem de devam etmekte olan ateşkesi, devam ettirip ettirmemeyi detaylı bir şekilde tartıştık. Kürt milli şuuruna sahip bir ekiple, Artık Kürtleri aldatmaktan vazgeçip Kürtlük milli davasına dönüş yapıp bunun için mücadele etmemiz gerektiğini, ( O zamanın şartlarına göre ki öyle idi de) Kemalist olmayan veya ulusalcı mevcut Kemalist yönetime göre en az Kemalist etkiye sahip olan yeni iktidara gelmiş Ak Parti Hükümeti'ne bir şans tanımak için ateşkesin devam etmesi gerektiğini, bunun da Kürt milli davamıza hizmet edeceğini, yoksa bunca fedakârlığa rağmen Kürt milletine ve milli davasına ihanet etmiş olacağımızı, deklere ettiğimizde; kongreye katılan delegelerin ezici bir çoğunluğu bu önerimizi kabul edip karara bağladılar.
Kongre, bu atmosferde bitecekti ki aniden bir gelişme oldu. “Sn.” Öcalan'ı temsilen kongreye katılan “Sn.” Öcalan'ın avukatı Mahmut Şakar, (ki basından öğrendiğimize göre Ergenekon Davası'nda tutuklandığında MİT’in müracaatı üzerine, MİT’in adamı olduğu tespit edilince serbest bırakıldı- Y.M.) ayağa kalktı ve aynen şunu söyledi: "Lütfen bütün ses kayıt cihazlarıyla beraber kameraları da kapatın. Beni buraya gönderen irade ateşkesin bozulmasını ve PKK'nin mevcut ideolojisi üzerinde davam etmesini istiyor. Konu kapanmıştır"
Bunun üzerine, delegelerin ezici çoğunluğu tarafından alınan karar iptal edildi. Sürmekte olan ateşkesin bozulmasına ve PKK'nin mevcut sol ideoloji üzerinde (daha doğrusu Alevi ve komünistlerin hâkimiyeti çerçevesinde) siyasetinin devamına karar verdirildi.
Ahmet Altan’ın 14 Haziran 2004, tarihli bir yazısında aktardığına göre; PKK’nın Ak Parti iktidarına karşı yeniden çatışmayı başlatma kararı ile ilgili yayınladıkları bildiride Kürtler için son derecede ibretlik ve son derece ders alınması gereken ifadelere yer veriliyor.
Yazı dizimizin gelecek bölümdeki makalemizde detaylarını anlatacağımız çok çok kısa ibretlik ifadeler şu: “AKP, Türk ordusunu güçsüzleştirmek için PKK’yi savaş için kışkırtıyor. Ve böylece tarikatçılığa dayalı AKP devleti ele geçirmek istiyor”
Tekrardan kongreye dönecek olursak, Şakar'ın bu çıkışıyla toplantı buz kesildi. Toplantı dağıldıktan sonraki süreç içerisinde, PKK'den kopuşlar başladı. Başta ben ve PKK'nin üst kadrosunda olanlar da dâhil olmak üzere, Kürtlük milli şuuruna sahip üç binin üzerinde gerilla ve sivil siyasetin içerisinde olan, PKK den ayrıldılar."
Peki Öcalan, PKK’yi neden olağanüstü kongreye gitmesini istedi ve PKK neden 1999 yılında hiçbir kazanım, pazarlık ve güvence bile olmadan yaptığı tek taraflı ateşkes ve silahlı güçlerini sınır ötesine çektiği halde (ki bu tek taraflı çekim esnasında Türk askerlerin onlara kurduğu pusularla gerillalardan 600'den fazla kayıp verdiğini bizzat PKK'den ayrılan gerilla anlatımından doymuştum) neden ve ne karşılığında yeni iktidar olan Ak Parti iktidarına karşı ateş kesi bozma kararını alıyorlar?
Olay şu: Kemalist Türk devleti kurulduğundan (1950 ile 1960 Demokrat Parti 10 yıllık iktidarı hariç) 2004 yılına kadar katı Kemalist rejimle yönetilmişti. Bu rejim de seçimle kim iktidara gelse gelsin, her daim derin devlette Kemalist Ulusalcılar muktedirdi ve perde arkasında devleti bunlar idare ediyorlardı. 2004 yılında Erdoğan’ın önderliğinde geleneksel rejim dışı görünen dindar liberal kadronun kurmuş olduğu Ak Parti iktidar olunca, Kemalist rejimin muhafızı olarak kabul edilen Atatürkçü Türk Ordusu, Erdoğan öncülüğünde Ak Parti iktidarını içine sindiremeyip el altında darbe yapma hazırlığına giriştiler. Darbe bahanesi oluşmak ve kaos çıkarmak gerekiyordu. Bunun için de fiziki ve ideolojik olarak kendilerinin denetiminde olan ve üstelik (Kendisinin planını bozacak var sayımı ile) en az kendileri kadar Ak Parti iktidarına karşı olan Öcalan’a baş vurup yenide çatışmayı başlatmasını istediler. Ergenekon davasındaki dosyalara bakacak olursak, 2004 yılında askerlerin bu konuda nasıl karar aldığını mahkeme dosyalarında ortaya çıkmıştı.
Öcalan cenahına baktığımızda ise, Öcalan ve PKK’nin nasıl da Kemalist derin Türk devletinin emir ve kullanımlarında olduğunu, istenmeyen siyaset ve iktidarlara karşı koz olarak kullandıkları şu örnekle hemen anlayabiliyoruz:
7 Eylül 2006 tarihinde İmralı'da bulunan Öcalan, avukat görüşmesinde kendisini de hayrette düşüren avukatına şu açıklamayı yapıyor:
Öcalan: “Genel Kurmaydan bir yetkili beni ziyaret ettiğinde kendisine şunu dedim:
'PKK silahlı güçlerini Türkiye'den çekeceğiz.' dediğimde, o bana: 'Hepsini mi çekiyorsunuz?' 'Evet' deyince, panik bir hava ile bana dönerek: 'Hayır, hepsini çekmeyin. 500–600 tane bırakın, lazım olur.' deyince şaşırdım kaldım.
Peki tüm bunların sebebi nedir? Tüm bu olanların sebebi, Öcalan daha öğrenci iken (evrensel sol değil de) Kemalist Ulusalcı Sol Cenah mensubu olan DEV YOL örgütüne mensup (kendisinin deyimiyle sapına kadar Kemalist–Atatürkçü olan ve Kemalist–Atatürkçülüğü de ilericilik ve anti emperyalist olarak Kürt gençlerinin beyinlerine enjekte eden) Mahir Çayan’dır.
Sapına kadar Kemalist–Atatürkçü olan bu Mahir Çayan’ın etkisi altında kalan Kürt gençlerin başında gelen biri de Abdullah Öcalan’dır. Abdullah Öcalan Ekim 2013 ortalarında İmralı görüşme heyetinde bulunan İdris Baluken’e yaptığı açıklamada,
(ki bu açıklama 18/10/2013 tarihli Radikal Gazetesinde yayınlandı) adeta baklayı ağzından çıkarttı.
Öcalan: “Ben Mahir Çayan’ın çizgisiyle, onun sempatizanlığıyla başladım bu mücadeleye. 40 yıldır (Kürtlük değil de) Mahir’in çizgisinin kavgasını yürütüyorum. (Bu mücadele istemi) Mahir’in bana verdiği bir emanettir ve ben 40 yıllık süre içerisinde bu emaneti kavga boyutu ile en iyi şekilde yerine getirmek için uğraştım. Şu anda da bu emaneti (Mahir Çayan'ın varisi Ertuğrul Kürkçü’ye) teslim ediyorum.” Nitekim etti de.
https://www.nerinaazad.cc/tr/columnists/yahya-munis/abdnin-pkknin-basina-odul-koymasinin-anlami
Bu Kemalist düşüncenin tek derdi Kürtleri millet olarak asimile edip yok olmaktan alı koyan ve “yüz yıllardan beri var olan” Kürtleri dini ve toplumsal gelenek ve değerlerinden alı koyup asimile etmektir. Bunun bariz ve açık örneği,
Öcalan; “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” adlı kitabının 1. Cildin 204. Sayfasında: “Bizim dinle ilgimiz yok. Halkımız Tanrı ve onun ideolojisinden kopmalı- koparılmalıdır. Ben çok uğraştım sonunda Tanrıdan koptum. Tanrıyı aştım ve böylece Abdullah Öcalan olabildim. İslam dini kadınımıza bir şey vermedi. Bunun yerine Sosyalist ahlakı koyacağız.”
İkincisi; PKK’nin Kandil'deki ana karargahında bulunan yürütme konseyi üyesi ve bir nevi sözcüsü olan Mustafa Karasu’nun 19.04.2017 tarihli Örgütün ana yayın organı sayılan yeni Özgür Politika Gazetesi'nde yazdığı makalede, Kürt halkının varlığının yegane teminatı olan aile yapısını ortadan kaldırmaya ve hatta imhaya yönelik, dünya insanlık tarihinde de yer almamış ve mevcut koşullara, değerlere bakıldığında bundan sonra da asla yer almayacak olan kapsamlı bir proje ile Kürtlere şu toplumsal yaşantıyı öneriyor ve de dayatmayı istiyor:
''Devletsiz, karısız, kocasız ve özgür eş seçme yaşama zamanı gelmiştir.'' diyor ve Kürdistan’ın topyekün “kerhane” olmasını Kürtlere öneriyor.
İşte PKK bu düşüncesini hayata geçirmek için Kürtlüğü ve Kürtleri malzeme olarak kullandı ve kullanmaya devam da etmek istiyor. Fakat iki gelişmeden dolayı PKK talihi yaver gitmedi:
Biri Komünizmin merkezi sayılan Sovyetler Birliği'nin yıkılıp Komünizm'in ortadan kalkması.
Diğeri ise Kemalistlerle tam işbirliği içerisinde iken ve Kürtlerin ezilmişliği ve bu ezilmişliğin biriktirdiği kin ve nefretleri tepe tepe kullanılmaya girmişken, 2004 yılında Tayip Erdoğan gibi siyaset dahisi ve karizmatik bir liderin öncülüğünde Ak Parti'nin iktidara gelmesi oldu. Bu iki olay örgüt olarak PKK’yi hayal kırıklığına uğrattı, planlarını alt üst etti ve Kürtler üzerinde uygulamakla görevlendirildiği tüm plan ve projelerini buzdu.
Buradan devem edeceğiz İnşallah.
Yorum ve irtibatınız için:
yahyamunisü[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.