Recep Tayyip Erdoğan daha İstanbul belediye başkanı olmadan, 1991 yılında Refah Partisi - RP İstanbul il başkanıyken, Kürt ve Kürt meselesi ile ilgili Kemalist Türk devletinde yasaklar daha zirvede iken, bırakın o zaman için, bu gün bile hayli radikal gelebilecek Kürt meselesinin çözümü için raporlar hazırlatmış, 18 Aralık 1991 tarihinde genel başkanları olan Erbakan’a sunmuştur.
İşte söz konusu ettiğimiz Tayip Erdoğan’ın 18 Aralık 1991 tarihinde hazırlattığı ve kendisinin de onayladığı “Kürt raporu”n dan özet olarak altını çizilmesi gereken bazı önemli tespitler:
–Bugün “Doğu” veya “Güneydoğu Sorunu” olarak adlandırılan sorun, aslında bir “Kürt Sorunu” dur... Sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir Kürt sorunudur... Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir... Kürtler’in konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçe’yle ilgisi olmayan müstakil bir dildir...
–‘Halk iki terör arasında sıkıştı’
1985’ten itibaren başlayan PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür yanda da PKK terörü arasında sıkışıp kalmaktadır. Bölge halkı PKK’ya bir biçimde arka çıktığı gerekçesiyle sürekli baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Özel Tim’in bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ve ne de can güvenlikleri söz konusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde “bok” bile yedirilmektedir. Demokratikleşme ve insan hakları noktasında Güneydoğu son derece geridir.
Yakın bir zamana kadar anlamsız ve çağdışı Kürtçe yasağı dolayısıyla bölge insanları hayli baskılarla yüz yüze gelmiştir… (…) (…)
Kemalist Devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir.
–‘Kürtler kopmak istemiyor’
Kürtler ne mi istemektedirler? Çoklarının zannettiği gibi Kürtler, Türkiye’den kopmak istememektedirler. Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyorlar. (…)
Kürt halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini istemektedirler. Dahası ve en önemlisi, kaç zamandan beridir kendilerine yönelik baskıların son bulmasını dilemektedirler. Yaşadıkları bölgenin iktisadi ve sınai açıdan kalkındırılmasını beklemektedirler. İnsan hakları temelinde özgürlükler istemektedirler.
–‘Tam kültürel çoğulculuk’
Dış dünyada meydana gelen değişmelerin içerde yol açtığı zorunlu zihinsel değişimler, geleneksel zora dayalı yöntemin başarısızlığa mahkûm olduğunun anlaşılması, Kürt sorununa “tam demokrasi” ve “kültürel çoğulculuk” temelinde yaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Özal’ın ilk defa Kürt varlığını tanıdıklarını ilan etmesi ve sonraki günlerde “Federasyon da dahil her konu tartışılmalıdır” türünden demeçler vermesi, Kürt sorununun yeni bir bakış açısı temelinde konuşulmasına rahat bir imkan sağlamıştır. Peki tüm bunlara mukabil;
–“Bizim görüşümüz ve tavrımız ne olmalıdır?”
Görüş ve tavrımızı bir çok maddede toplayabiliriz:
1- Artık Kürt sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeli, Türkiye’de Kürt halkının çektiği onca acıya ve sıkıntıya tercüman olabilmeliyiz.
2– Türkiye’de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz.
3–Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiğini, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçe’nin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkanların hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye’de yaşayan diğer halklara da -Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.- tanınması gerektiğini, bu çerçevede Türkiye’nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmalıyız.
4– Türkiye’de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini savunmak, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmak.
5– İnsan haklarına duyarlı olalım
İnsan hakları konusunda herkesten çok duyarlı politikalar geliştirmek. Bu politikaları somut bir biçimde davranışlara dönüştürmek. Ne yazık ki partimiz bu konuda henüz istenen bir seviyede değildir. Konumuz Güneydoğu olduğu için örnekliği oradan vereyim: Güneydoğu’da kan gövdeyi götürse bile, orada yaşayan halk türlü baskılarla yüz yüze kalsa bile partimizin bu konuda somut adımlar atmadığını görüyoruz. Kınama düzeyinde bile partimiz diğer partilerden geri kalmaktadır. Oysa Güneydoğu’da yaşanan her türlü haksızlıkların karşısına dikilen partimiz olmalıdır. (…)
6– Gönüllü kardeşliği sağlamalıyız. Türkiye’de resmi ideolojisi ırkçı, asimilasyoncu ve baskıcı olmayan, Türkiye’de yaşayan herkesin eşit siyasal, sosyal ve kültürel haklar temelinde gönüllü bir birlikteliğini esas alan yeni bir hukuk devleti anlayışını ön plana çıkartmak. Ülke bütünlüğünü bu gönüllü kardeşlik temelinde savunmak.
7– Devlet terörünü de kınanmalı, PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; “Bölücü”, “Terörist”, “Ayrılıkçı” vs...
8– Her tür ırkçılığa karşı çıkılmalı. Her türlü ırkçılığa karşı çıktığımızı, Türk ırkçılığına da Kürt ırkçılığına da karşı çıktığımızı ilan etmek ve bunu davranışlarımızla göstermek.
8– İslamiyet’ten yararlanalım
Güneydoğu’da RP’nin diğer partilerden şanslı bir yanı var. O da inanç partisi olmasıdır. Müslüman Kürt halkının problemleriyle yukarıda belirttiğimiz yaklaşımlar çerçevesinde ilgilenildiğinde RP büyük bir başarı kazanacaktır.
9– Küsenleri geri kazanalım
Güneydoğu’da İttifak dolayısıyla RP’ye küsen veya küstürülen insanlarımızın geri kazanılmasını sağlamak. İttifak’ın getirip götürdüklerinin parti içinde bir özeleştiriden geçirilmesi ve bunun münasip bir dille kamuoyuna anlatılması gerekmektedir. RP, Türk ırkçısı MÇP ile işbirliği yapan milliyetçi-muhafazakâr-sağcı bir parti şeklindeki eleştirilerden yakasını ancak böylelikle kurtarabilir. Bu özeleştiri veya değerlendirme süreci, İttifak’tan dolayı RP’den kopan arkadaşları tekrar kazanmaya, hem de bölgeye dönük yeni taktik ve stratejilerin daha aklı başında bir biçimde belirlenmesine imkan sağlayacaktır.
10– Bir Kürt politikası oluşturalım
Artık RP’nin de bir Kürt politikası olmalıdır. Bu konuda düzenlenecek parti içi tartışmalarla, yazarlarımız ve araştırmacılarımızla yapacağımız müzakerelerle ve düzenleyeceğimiz ilmi sempozyumlarla RP’nin Kürt sorununa nasıl baktığı ve sorunun çözümü için neler önerdiği açıklıkla ortaya konulmalıdır. Bu çerçevede bir programa sahip olmalıyız diyorum.
11– Bölgede yeniden yapılanalım
Güneydoğu’daki teşkilatlarımız düzenli örgütlere dönüştürülmeli. RP’nin yeni dönemde bölgede yeniden güç kazanması içini ittifak dolayısıyla ayrılan arkadaşlarımızın bölgede önemli görevlere getirilmesi gerekir. Bölgedeki görevlilerin bölge sorunlarını iyi bilmeleri, kültürlü insanlar olmaları ve teşkilatçılığı da modern biçimde götürebilecek evsafta olmaları gerekir.
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogandan-erbakana-verdigi-kurt-raporu-7928406
Peki Kürt aleyhtarlığının zirvede olduğu, Kürt meselesi siyasetinin siyasi partileri aşarak Kemalist derin Türk devletinin egemenliğinde olduğu ve Kürt meselesinin “kor ateş” gibi her elini uzatanın elini feci şekilde yaktığı bir dönemde, o gün Erdoğan böyle düşünüyor iken, şimdi neden bunun tersine yakın bir düşünce sahip oluyor veya oluyor gibi görünüyor?
Bu dizi yazımızda tüm bu soruların cevabını, objektif , tarafsız ve tarihi belge ve kaynaklarına dayanarak derinliğine analizini yapacağız İnşallah.
Erdoğan beklenmedik bir şekilde 27 Mart 1994 tarihinde İstanbul belediye başkanı seçiliyor. Daha önce Kemalist derin Türk devleti yetkilileri tarafından fazlaca önemsemeyen ve dikkate alınmayan Erdoğan, sıra dışı icraat ve başarılar gösterince Kemalist derin devletin dikkatlerini üzerine çekiyor.
Erdoğan 6 Aralık 1997'de Siirt'te düzenlenen bir açık hava toplantısı sırasında topluluğa yaptığı konuşmada; Gökalp’in Asker Duası şiirinin ilk dörtlüğünde, “Minareler süngü, kubbeler miğfer / Camiler kışlamız, müminler asker / Bu ilahî ordu dinimi bekler / Dillerde tevhid Allahu Ekber” dizesinin kullandığı ifadeler sebebiyle, kendisi hakkında açılan dava sonunda belediye başkanlığı görevinden alınarak 26 Mart 1999'da cezaevine konuluyor ve 24 Temmuz 1999'daki tahliyesine kadar 4 ay 10 gün boyunca cezaevinde kalıyor. Davada çıkan karar nedeniyle kendisine siyasi yasak getirilirken, bu nedenle herhangi bir partiyle birlikte, bağımsız olarak herhangi bir seçime katılamayacak durum da oluşuyor.
Erdoğan 14 Ağustos 2001 tarihinde kurduğu (Ak Parti) Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurucu başkanlığını üstlendi. Siyasi yasağı sebebiyle 3 Kasım 2002'deki genel seçimlerde milletvekili adayı olamadı. Seçimlerde aldığı %34,28'lik oy oranıyla birinci çıkan Ak Parti, Abdullah Gül'ün başbakanlığında 58. hükümeti kurdu. Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılması yönünde sunulan yasa değişikliği teklifin Türkiye Büyük Millet Meclisinden kabul etmesi sonrasında siyasi yasağı kalktı ve 9 Mart 2003'te Siirt'te yapılan ara seçimde Ak Partiden milletvekili adayı oldu. Oyların %84,8'ini alan parti, biri Erdoğan olmak üzere, ilden üç milletvekili çıkardı. Gül başbakanlığındaki hükümetin istifa ettiği 11 Mart günü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer hükümeti kurma görevini Erdoğan'a verdi. Erdoğan'ın başbakanlığındaki 59. hükümet 14 Mart'ta kuruldu. Bu son adımla da artık Erdoğan’ın, hatta Erdoğan’la beraber Kemalist Türkiye ve Türkiye de yaşayan İslamcı dindar kesim için ikinci Cumhuriyet’in kurulmasının siyasi hayatı için de uzun, meşakkatli bir safhaya girilmiş oluyor…
İnşallah buradan devam edeceğiz
Yorum ve irtibat için
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.