Toplumsal yaşam; insanın kuma gömülü kafasını bir nebze de olsa dışarı çıkartmasını gerektirir. Bunu becerebilme yetisi yerine toplumsal hayatı sadece kendi egemenlik sahalarından ibaret sananlar, kendi toplumları için felaket senaryolarının yazarı olduklarını ancak işe işten geçtikten sonra anlayabilirler.
Zamanın her şeyin ilacı olduğu şeklindeki özdeyişi hatırlamak gerekir mi? Bilmiyorum. Ama Ortadoğu dünyasında olup bitenlere baktığımızda benzeri duruma uyan birçok felaket senaryosunun yazarıyla karşı karşıya olduğumuzu fark edebiliyoruz. Hem devletsel hem de örgütsel anlamda bu süreci işleten nice yapılarla karşılaştık. İsterseniz bazı hatırlatmalarla devam edelim.
1-Irak’ta 1958 ihtilalinde iktidarı eline geçiren Abdülkerim Kasım ilk uygulamalarıyla sorun çözücü olarak algılandı ve bu atakları desteklendi. Ancak süreç içerisinde toplumsal hayatı kendi egemenlik sahasıyla okumaya başlayınca felaketlerin gelmekte olduğunu elbette bilmiyordu ve farkında değildi.
Ama o dönem de Mele Mustafa Barzani toplumsal hayatın sadece kendi egemenlik sahasından ibaret olmadığını çok iyi bildiğinden önüne serilen tüm olanakları elinin tersiyle tepmeyi bilmişti. Varlığın devamının toplumun vicdanı olduğunun farkındalığıyla o vicdana sığınmanın günlük kazanımlardan değerli olduğunu ortaya koydu. Buna karşın Abdülkerim Kasım toplum vicdanı yerine elinde tuttuğu güce sığındı. Bu sığınış süreç içerisinde toplumsal felaket senaryosu olarak karşımıza çıktı. Toplumları açısından kısa vade de fayda gibi görünen ve günlük politik endişelere odaklanan anlayışın aslında felaket senaryosu olduğunu da zaman bize açıkça bu örnekle göstermektedir.
2-Irak’ta Baas Partisi ihtilaliyle iktidara gelenler Cezayir Antlaşmasıyla toplumsal çözüm üzerine odaklandıkları halde, günlük politik tutum ve beklentiler nedeniyle uygulamaya geçirmedikleri bu antlaşmanın onların ayağına bugün nasıl dolandığını da görmekteyiz. Kurdler açısından bu çözüm beklentisinin ancak getirisini 1991 Körfez savaşından sonra görmeye başladığımızda kafasını kuma gömmeden olup biteni kavrayan zihinlerin toplumlarına getirisine de şahit olmuştuk.
Aslında burada üzerinde durulması gereken nokta toplumsal hayatın Ortadoğu toplumlarında siyah ve beyaz olmadığının farkında olmaktır. Egemenlik sahasını eksen alanlar ise her şeye siyah ve beyaz noktasından baktığı için olup biteni kavramaya pek yatkın olamazlar. Dolayısıyla gri noktaların nasıl eksen kaymalarına yol açacağını da görebilme imkânı elde edemezler. Homojen olan toplumlarda siyah beyaz üzerinden bakmak anlamlı olabilir bazı durumlarda. Ama Heterojen toplumlarda bu tutum gelişen olaylar karşısında anlamsızlaşır. Ortadoğu toplumlarında homojen yapı olmadığı için egemenlik sahası üzerinden varlık sürdürme derdine düşenler zamanla toplumları için felaket senaryosunun yazarı haline gelmektedirler.
3-Saddam Hüseyin Ortadoğu’nun heterojen yapısı içerisinde egemenlik sahasında görece kazandığı güce de yaslanarak, dünyanın bazı güçlerince beslendiği vehmiyle benden başkası yoktur anlayışına yöneldi. Bunun sonucu olarak İran Irak savaşına şahit olduk. Savaş sürecinde toplumun heterojen yapısı beklentilerinin tersinin gerçekleşmesine vesile oldu. Bunun ne anlama geldiğini kavramayınca devamında Kuveyt’e girme eylemini gerçekleştirdi. Bugün Irak toplumunun yaşadığı felaketlerin temel senaryosunun bu olaylar olduğunu tarih net biçimde bize göstermiştir.
4-Son dönemde bu senaryo yazarları çoğalmaya başladı. Mısır ve sonrasında Suriye de bu senaryolara tanıklık ettik. Tabi bunların öncesinde Neo Osmanlı mantığıyla alansal egemenlik sahasını genişletme derdinde onları da unutmamak gerekir. Uğun Türkiye de iktidar olan yapı tam da bu sarhoşluğun kucağına düşmüş olarak salvolar yapmaktadır. Mehter marşı eşliğinde iki ileri bir geri adımla egemenlik sahasında haykırmaya çalışıyor. Sonuç ne mi getirir? Onu şu an da tam olarak kestirmek mümkün değil. Çünkü onun da egemenlik sahasında heterojen yapılara ait varlıksal durumların öne çıktığına şahitlik etmekteyiz. Sürdürülebilir bir mantıkla işlerin takip edilmesi yerine günlük politik tutumlar ve duygusal eğilimlerin galayanıyla kontrol sağlanmaya çalışılmaktadır.
Sonuç:
Yüzyıllık deneyim Ortadoğu toplumlarında İktidarı ellerinde tutanların toplumları için felaket senaryosu yazmaktan başka bir işlev görmediklerini ortaya koymuştur. Dünyada gelişen teknoloji sayesinde toplumun bizzat içerisinde de artık bu tutumun çuvala sığmamaya başlandığına tanıklık etmekteyiz. Şunu da vurgulamadan geçememek lazım. Toplumsal yaşamda dinamikler dışardan içeriye işlemez. İçeriden dışarıya giden sinyallerin ışıltısına kapılanların içeride eşmeye başladığı kuyuların sayısıyla işler. Bu toplumsal bir kuraldır. En küçük toplumsal yapıdan en büyüğüne kadar aynı mantıksal yapı işler.
Son olarak Kurdistan referandumu bölgede bu senaryolara karşı toplum vicdanına sığınan bir eylem olarak geleceğin parlak ışıltısını yaymıştır. Tarih bize toplum vicdanına sığınmaktan başka bir eyleme ihtiyaç duymayan Nemir Barzani’yi ve Başkan Barzani’yi hediye ettiği için gururluyuz. Hayırlı olmasını umuyorum.
10.10.2017
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.