Toplumlardaki egemenlik hakkının yerli veya yerli olmayanlar tarafından gerçekleştiriliyor olması, toplumundaki sosyal sorunların temel sebebi olarak algılanabilir. Bir toplumun kendisini yönetmesi anlamına gelen egemenlik hakkını gerçekleştirebilmesi sosyal barışın temel unsurudur. Bu barışın doğrudan doğruya egemenlikle ilintili olması toplumun geleceği açısından önemlidir.
Dünya toplumları 19. ve 20. yüzyılda uluslaşma sürecini başarırken Kürdlerin bunu başaramamasının nedenleri üzerinde düşünmekte fayda var. Kürdistan halkı neredeyse 800 yüzyıl doğrudan doğruya aşiretsel yapıların egemenliğin yaşadı. Süreç içerisinde aşiretler üzerinden oluşan ünsiyet anlayışı, yeni ünsiyet anlayışının gelişimi önünde önemli bir engel olarak yer aldı. Aşiretsel ünsiyet zamanla egemenliğin kullanım biçimine yönelik algının da değişimine neden oldu. Ki egemenliğin koruyuculuğuna güvenilen emin kişilerin eliyle gerçekleştirilmesini mutlak zorunluluk haline gelmesine vesile oldu.
Aşiretsel yapılarla ile yönetilen toplumlar kendisinden olan birinin tahakkümünü kolaylıkla kabul ederken, kendisi dışında olan birinden veya yapıdan gelecek tahakkümü kolay kolay kabul etmezler. Kürdlerin egemenlik algısını şekillendiren bu mantalitenin günümüz Kürd siyaset yaklaşımlarını ideolojik ve düşünsel beslenme kaynaklarının farklılığına rağmen etkilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ki Kürdler arasında sahne alan bu siyasetlere intisap edenlerin mantalitesini de doğrudan doğruya etkilediğini ileri sürmek fazlaca abartılı bir yaklaşım olamaz.
Bu nedenle Kürdlere dışarıdan zora dayalı dayatma yapıldığında bir süreliğine de olsa suskunluğa gömülebilirler. Ama süreç içerisinde buna karşı olan dirençleri bir yerde herhangi bir olayla ortaya çıkıyor. İki yüzyıllık devletsizliğe rağmen içine düştükleri olumsuz koşul ve şartlarda bile bir süre sonra tekrar ayağa kalkma başarısını göstermeleri bu şekilde okunabilirse sağlıklı sosyal ve siyasal değerlendirmelerle sonuçlar üretilebilir.
Bu meyanda Kürdler farklı düşünebilirler, farklı tarz siyasi anlayışlarını tercih edebilirler. Hatta farklı düşüncelere intisap ederek kendilerini gerçekleştirmeyi bile düşünebilirler. Ama bunları bir diğerine dayatmaya kalktıkları anda karşılarında aşiret mantığındaki egemenlik anlayışını bulacakları yaşanalar üzerinden rahatlıkla anlaşılabilir. Ki Kürdler bunu kendilerine karşı bir müdahale olarak algılarlar ve karşıt tepki geliştirirler.
Bu gün PKK ve Hizbullah çizgisine intisap eden Kürdlerin genel kanaat ve davranışları tahlil edildiğinde saha egemenliğini ele geçirme isteği olduğu görülür. Saha da egemen olanların kendi sahaları içerisinde bir başkasının varlığını ve egemenliğini kabul etmemesi aşiret mantığıyla bu güne sirayet eden mantık çerçevesinde doğal görünebilir. Ama dünyanın/insanlığın bugün ulaşmış olduğu birlikte yaşam kültürü çerçevesinde bu bakışın değerlendirilmesi gerekir. Ki anlamsız olduğu apaçık ortadadır.
Günümüz dünyasında düşünsel ve ideolojik tekelleşmeye karşı anlamlı tepkiler var. İnsanların farklı değerlerle kendilerini var kılmaları gerektiğine olan inanç, güçlü argümanlara sahip. Bu nedenle Kürdlerin yek pare bir düşünce veya inanç etrafında kümelenmelerinin mümkün olmadığı görülmektedir. Bu meyanda da tekelci dayatmanın Kürd toplumu tarafından kabul görmeyeceğini unutmamak gerekir.
O halde Kürdler ideolojiler yerine ortaklaşabilecekleri değerler üzerinden parçalanmışlıklarını bir nebze de olsa giderebilme imkânı bulmak zorundadırlar. Bakın Farslar bu değeri Şia düşüncesi üzerinden oluşturarak dünya karşısında mermerleşmiş bir yapı oluşturmaktadırlar. Ama bunu başarmak içinde yanına bir değer daha koyma ihtiyacı duydular o da Farsilik ve bunun ürettiği tarihsel kültür.
Öyleyse Kürdler, halkın örf, âdetini şeraitten bir bab olarak kabul eden Şafiiliği önemseyerek kadim Kürd Kültürü ve değerleri etrafında bütünleşme sağlayabilirler. Ne zaman ki intisap ettikleri düşüncelerini Kürdlük bilincinin arkasına koyarak pratiklerini gerçekleştirmeye başlarlarsa o zaman gün doğumu yakın olur onlar için.
Sonuç:
PKK ve Hizbullah çizgisinde olan Kürdler şunu açıkça düşünmelidirler. Aramızdaki çatışma kime yarıyor? Bu soruya sağlıklı cevap üretebildikleri zaman aralarındaki sürtüşmenin anlamsızlığını fark ederler. Değer istiyorlarsa Kürdlük ve bunun yanına konulacak onlarca değerde uzlaşmalarının mümkün olduğunu göreceklerdir. Ama çatışmanın hiçbirisine hiçbir şekilde kazandırmayacağını da bilmek ve anlamak zorundadırlar.
Saha egemenliğini ele geçirmenin uzun vadeli toplumsal çıkarlara hizmet etmediğini kavradıkları anda ortak değerlerine dönebileceklerini düşünüyorum. Tarih sahnesinde saha egemenliğine oynayanların dünyayı kasıp kavurduklarını ama uzun vadeli yaşama şansı bulmadıklarını bilmek gerekir. Fakat değerler üzerinden ortaklaşanların varlıklarını koruyarak tarihte ve bugün dahi yer aldıkları ise gerçekliktir.
Irak ve Suriye’de saha egemenliğine oynayan Daiş çetelerinin durumuna düşmek gibi bir realite de var. Ne diyoruz bunlar günün ve bölgenin Konjonktürünün yansıması. Bu durum değiştiğinde ise mutlaka yok olacaklardır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.