İnsanın, sosyal yaşamda tek düze yapılara mahkûm varlık olduğu varsayımını önceleyen düşünceler aslında yaşamın sosyalitesini kavrayamamış olanlardır. Sosyal yaşamı aynı zamanda çokluk içinde birliği, birlik içinde ise çokluğu barındıran bir olgudur. Sosyal yaşamın dayanağı olan bu olguyu dikkate almayan her türlü düşünce/bakış bir yönüyle eksik ve problemli olup toplumda uzun soluklu olması beklenilemez.
Günümüz toplumsal yapılanmalarında daha fazla önemsenen ve ön plana çıkartılan yaşam modelleri temelde “birlik içinde çokluk” anlayışını barındıran verilere dayanmaktadır. Bu anlayış toplumsal yaşamda ortak değerler etrafında uzlaşımı sağlayabilmiş ve aynı amacı gerçekleştirme ideali olan toplumlar için geçerli olmaktadır.
“Birlik içinde çokluk” anlayışı toplumsal yaşamda her türlü farklılığın varlığını kabule dayanan ve bu çerçevede toplumsal yaşamın örgütlendirilmesini gerekli görmektedir. Yani devlet yapılanmasını temel çatı görerek bu çatının altında her anlayışın kendi farklılığını ortaya koyacak koşul ve imkânlara sahip olması gerektiği kabullüne dayanmaktadır.
Ortak idealle yönelen inşanlar, ortak irade sembolü olarak kurumsallaştırdıkları devleti “birlik” için yeterli görürler. Ancak bu yapıda daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak amacıyla “çokluğa” yönelirler. Yani her düşünce/bakış kendi gelecek tasavvuru çerçevesinde farklılıklarını öne çıkaran ve buna dayanan anlayışlarıyla varlık kazanarak toplumda var olmayı amaçlar. Bu durum toplum içinde farklılıkların karşılıklı kabulüne dayanan birlikte yaşam örgütlenmesidir.
Bazı toplumlar ters anlayışla toplumsal yapıyı “çokluk içinde birlik” biçimine yönelmek zorunluluğu duyarlar. Günümüzde federasyonlar şeklindeki devlet yapısı gibi. Bu durum üst çatı denilen ortak ideal olan devleti ifade eder. Ancak bu idealle ulaşma mantığı açısından farklılaşan yapıları ifade etmektedir.
Devlet çatısı oluşturamamış etnik topluluklar ırksal birlikteliklerine rağmen düşünce/bakış açısından farklılaştıklarından “çokluk içinde birlik” anlayışına yönelmek durumundadırlar. Çünkü onlar için temel hedef ortak geleceği oluşturacak birlik idealine yönelmektir. Bu birliğin gelecek perspektifi düşünşel farklılıkları yok eden anlayışa evirilmemelidir. Böyle bir durum sosyal yaşam içerisinde farklılıkların gerekli olduğu anlayışını öteleyerek kendisini dayatmaya yönelen yapının oluşumuna yola açar.
Bağlandığı düşünce/bakışın sosyal yaşam açısından yanlış yapabilme ihtimallini göz ardı edenler olup biteni sadece duygularıyla anlamlandırmaya çalışırlar. Dolayısıyla sosyal yaşamda farklı düşünüş biçimlerini karşıtlık üzerinden ele alarak anlamlandırmaya çalışırlar. Bu anlayış sosyal yaşamda “çokluk içindeki birliği” ifade eden yapıyı ve farklılığı problem olarak algılar.
Farklılığı, karşıtlık biçiminde algılayan bakış aynı zamanda prensip olarak kendisi dışında kalan her yapıya taarruzu kendisi için hak ve ödev olarak algılar. Bu nedenle yaşama hakkının sadece kendi düşüncesine/bakışına ait olduğu saplantısına girerek, ötekinin sosyal yaşamda varlığını tümden ret etmeye yönelir. Bu mantık beraberinde ötekinin yaşam hakkının olmadığı anlayışını getirerek müntesiplerine rahat hareket etme imkânı sağlamayı amaçlar. Ki bunun altında ise kendi anlayış ve yapısına yönelik meşruiyet arayışı yatar.
Son yüzyıllık süreç dikkate alındığında Dünya üzerinde buna benzer anlayışı önceleyen birçok eylem hem devlet düzeyinde hem de örgütler düzeyinde reel yaşama taşınmıştır. Bu her ne kadar düşünsel gerekçelere dayandırılmaya çalışılsa da aslında temel gerekçe devlet veya örgütlerin “hâkimiyet ve çıkarlarının” çatışmasına dayanmaktadır.
Sosyal yaşam, siyasal düşüncelerin varlık mücadelesine sahne olurken her düşünce/bakış aynı zamanda kendi meşruiyetini toplum nezdinde sağlamak amacıyla öteki birine ihtiyaç duymaktadır. Çünkü varlık nedenini haklı gerekçelere dayandırma ihtiyacı her zaman için düşman niteliğindeki ötekinin varlığını mutlak zorunlu hale getirmektedir.
Örneğin İTC oluşum aşamasında meşruiyet dayanağı olarak “çokluk içinde birliği” hedefleyerek varlık kazanmaya çalışır. Ama iktidarı ele geçirince bunu öteleyen bir anlayışa yöneldiği herkesin malumu. Benzer tavrı bu geleneğin devamı olan Cumhuriyet rejimi de kendi meşruiyetini sağlamak amacıyla sergilemiştir. Hatta TC ilk dönemde toplumsal gelecek için “çokluk içinde birliği” temel amaç edindiği izlenimi oluşturmayı başarmıştır.
TC’nin Anadolu’nun etnik yapısını dikkate alan ve her yapının varlığını kabul eden bir bütünleşme arayışını hedef olarak seçmesi bunun göstergesiydi. Ki bu durum sadece kendi meşruiyetini toplum tabanına yaymak suretiyle sağlama alma düşüncesinin yansımasıydı. Ancak imajını vermeyi başardığı çokluk içinde birlik anlayışını, ayakları sağlam basmaya başladığı andan itibaren yok sayıp dayatmacı anlayışı öne çıkarması asıl hedefi oluşturuyordu.
Bu durumda gelişen tepkileri bertaraf etmenin yolu olarak da, sosyal yaşam içinde ötekinin varlığını düşman olarak yansıtarak kendi varlığına meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Ki Cumhuriyet tarihi boyunca dış düşman algısının yetersiz kaldığı durumda iç düşman şeklinde tarif edilebilecek bir yapının her zaman yedekte tutulması bunun göstergesiydi. Çok partili sisteme geçilen dönem öncesi ve sonrasında da bu yöntem merkezi ele geçirenler tarafından hep uygulana geldi.
Toplumlar kendi meşruiyet dayanağı için her zaman zorunlu eylem ve düşüncelere yönelmek zorunluluğu duyarlar. Bunun toplumdaki karşılığı ise meşruiyetlerine yüklenilen anlamla orantılıdır. Dört parçaya bölünerek başkalarının egemenliğine bırakılan Kürdler de egemenliğinde bulundukları toplumların bu meşruiyet arayışlarına bilerek veya bilmeyerek alet olmaktadırlar.
Bu egemenler birlik içinde çokluk anlayışını önceleyen sosyal yaşama yönelik hiçbir veri ortaya koymadıkları için Kürdler açısından egemenlikleri meşruiyetten yoksundur. Ki meşruiyetlerine dayanak oluşturacak uygulamalarda ise sadece kendilerine insanca yaşama hakkı tanımaktadırlar. Kendileri dışında kalanların insanca yaşam hakkını görmezden gelmeleri Dünya nezdinde Kürdlerin haklılığına yönelik meşruiyet gerekçesidir.
Sonuç:
Öyleyse Kürdler gelecek tasavvuru oluştururken sosyal yaşamda “çokluk içinde birlik, birlik içinde çokluk” anlayışlarından birini önemsemek zorundadırlar Kürdlerin her grubu varlığını daim kılacak şekilde kendi farklılığını koruyarak ortak ideale yönelmelidir. Ortak ideal etrafındaki “birlik” yönelimi farklılığı yok sayan anlayışa değil koruyana yönelik olmalıdır. Oluşturulacak bu birlik her çeşit farklılığı kabule dayanan düşünsel anlayışta olmalı ve çoklu yapıyı korumayı amaçlamalıdır.
Buna yönelik veriler birçok konuda Kürdler tarafından açıkça ortaya konulmuştur. Bugün birçok Kürdün düşünsel ve eylemsel anlayışını kabul etmemesine rağmen PKK çizgisindeki partilere oy vermesi ortak ideallerdeki birlik yönelimine verdiği önemin göstergesidir.
Ancak PKK anlayışı elinde bulundurduğu gücün etkisiyle kendisi dışında kalanların tümüne öteki gözüyle bakmayı hala bırakmış değildir. Bu durum ise Kürdler arasında ortak ideallere yönelirken İTC ve TC devlet geleneğindeki uygulamaların gelecekte oluşacağı korkusuna yol açmaktadır. Dolayısıyla kendisini bir yönüyle farklı his eden Kürdler arasında gelecek açısından tereddütlere yol açarak ortak ideallerin gerçekleştirilmesi yolunda ağır tahribatlar oluşturmaktadır. Kürdler için tek çıkış her yapıyı kendi varlığıyla kabul edecek ortak gelecek tasavvuruna yönelmekte yatmaktadır. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.