Toplumların miras bıraktığı kültürel değerler, onlara ait toplumsal yapılanmanın anlaşılmasına ve doğru biçimde analiz edilip değerlendirilmelerine imkân sunar. Tarih bilimi aracılığıyla ancak toplumsal yapılanmaların dayandığı mirasın sacayaklarına vakıf olabiliriz. Tarihsel olarak medeniyetlerin farklı anlayışlara dayalı biçimde şekillenmelerinde başat role sahip unsur var ettiği kültürel değer üretimine ait olan mirastır. Bu miras toplumsal yapılanmanın dayandığı verinin ana unsurunu barındırır.
Tarihsel süreçte varlık kazanmış birçok toplumun ürettiği kültürel mirasın, ardılları tarafından ya yok edilmesi yâda işlev değişikliğine uğratılarak korunması o toplumlar hakkında yeterli veriye ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Ki o toplumlara ait kültürel değerlere dayalı mirasa vakıf isek onların toplumsal yapılanmasına dair veriler üretme imkânına sahip oluruz. Böylece o toplumsal yapının biçimlenmesinde etkili olan öğeleri doğru tahlil etme imkânını da elde ederiz.
Günümüzde hala ayakta olan Diyarbakır Ulu Cami, Şemsilere ait bir tapınak iken, Hristiyanların egemenliğiyle Kiliseye, Müslümanların egemenliğiyle de Camiye çevrilmesi Şemsiler hakkında net değerlendirmelerde bulunma imkânını elimizden almaktadır. Eğer o yapı ilk işleviyle günümüze aktarılabilseydi Şemsi (güneşe tapanlar) inancı üzerinde sis perdesi olan birçok nokta daha kolay biçimde tahlil edilebilirdi.
Batı ve Doğu medeniyet ayrımında birçok öğenin yanında yeryüzü şekillerinin etkisi de göz ardı edilemez. Coğrafyanın cömert veya cimri oluşu toplumsal yapılanmalarda farklılıklar ortaya çıkarmıştır. Örneğin Batı medeniyetinin üzerinde şekillendiği Avrupa bireyin çok yoğun biçimde bir başkasının varlığına bağımlı olan yaşam idamesini minimize ederken, Doğu medeniyetinin bir kısmının üzerinde şekillendiği Ortadoğu ise bunu maksimum düzeye çıkarmaktadır. Dolayısıyla toplumsal yapılanma da coğrafi etki kendisini zorunlu biçimde ön plana iterek zamanla toplumsal yapılanmanın mihenk taşına dönüşüp o medeniyetin belirleyici özelliğine dönüşmektedir.
Tarihsel süreçte medeniyetlerin ayrıştırılmasında coğrafi etki üzerinden şekillenen toplumsal yapılanmanın dayanağı olan kültürel miras, toplumun sosyal ilişkileri açısından anlamlıdır. Ki toplumsal yapılanmaların el değiştirme sürecinde yeni egemenlerin bu kültürel mirasa bakışı yeni yapılanmada etkili olmaktadır. Eğer miras korunarak bunun üzerinden yeni öğeler var edilmişse tarihsel bir devamlılıktan söz edilebilir. Eğer miras ret edilerek ortadan kaldırılmış veya işlev değişikliğine uğratılmışsa tarihsel devamlılıktan söz edilemez.
Kültürel mirasın el değiştirmesinde genellikle yeni egemenler tıpkı Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki gibi davranışlar sergilemektedirler. Kültürel mirasa yönelik koruma duygusunun ön palana çıkıp çıkmaması yeni egemenlerin dâhil oldukları medeniyetin geleceğe yönelik tasavvurunu ortaya koymaktadır.
Doğu toplumlarının çoğunda de toplumsal yapılanmaların el değiştirmesi beraberinde reddi mirası getirmiştir. Önceki yapılanmayı çağrıştıracak sembollerin bile kendi varlıklarıyla devam etmesine izin verilmemiştir. Çünkü o kültürün öğelerinin sembolik var kalması yeni egemenlerin oradaki köksüzlüğüne işaret olacağı için öncelikle ya yok edilmelerine ya da işlevsel anlamda farklılaştırılmalarını zorunlu kılmaktaydı.
Basit örnekler var. Ayasofya veya Amed’teki ulu cami gibi. Eski mirasın korunması yeni egemenler için her daim kıyaslamaya yol açabilecek bir faktör olarak kullanılma ihtimali taşır. Dolayısıyla eskinin yok edilerek yerine yenisinin konulması veya dönüştürülmesi yeni egemenlerin ayak bağlarından kurtulması anlamına gelir ki bu da onlar için sürekli rahatsızlık verebilen bir durumdan kurtuluşu ifade eder.
Dolayısıyla, Doğu toplumlarındaki medeniyetlerin çoğunun oluşturduğu kültürel birikimin kalıcı uzun soluklu olmayışının temel sebebi yeni egemenlerin talan ekonomisine dayalı toplumsal yapılanmayı ön planda tutmalarıdır. Ki talan ekonomisinin temel kriteri dağıtılacak ulufe miktarı ile yeni egemenlerin kendisine bağlı olan kitleyi tatmin etme gücü arasındaki ilişki durumunda düğümlenir.
Egemen oldukları bölge veya yörede kitleyi tatmin edemez duruma düşmeleri ve bu kitleyi elde tutabilmenin aracı olarak diğer yöre veya bölgelere akınlar düzenleyerek elde edilen talan ekonomisiyle kitleyi tatmin etmeye çalışmaları kültürel mirasa bakışlarını ifade etmektedir. Bu nedenle eskinin sökülüp atılması kendilerinin daha kolay benimseneceği vehmini beraberinde getirmekteydi.
Tarihsel olarak doğu toplumlarının reddi miras anlayışını Ortadoğu kökenli semavi dinler üzerinden de müşahede etme imkânına sahibiz. Örneğin Kudüs’te yer alan Beytül Makdis (Mescidi Aksa)’in üç semavi dinin de kutsal sayması doğrudan doğruya ardılların eskiyi ortadan kaldırma veya ona yeni anlam yükleyerek eski işlevini gizlemeleriyle ilişkilidir. Benzeri miras reddini Ortadoğu’nun hemen hemen tüm tarihinde müşahede etme imkânı vardır. Babil Ziguratlarını veya asma bahçelerine ait izlerin olmaması da bu mantık çerçevesinde ele alınmalıdır.
Sonuç:
Osmanlı mirası üzerine kurulan TC benzeri bir eğilimle hareket etmiştir. Osmanlıyı çağrıştıran ve eski kültürel değerleri anımsatan her şeyin ortadan kaldırılarak yerine yenilerinin ikame edilmesi bununla okunabilir. Yine TC’nin de talan ekonomisine başvurduğunu Ermeni ve Rum mallarının ulufe biçiminde cumhuriyet hizmetçilerine dağıtılmasında görme imkanı vardır. TC 1920’lerden sonra her Kürd başkaldırısında yöredeki halkın hayvan ve mallarına askerlerini beslemek için el koyması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
İki yüzyıllık Kürd hareketlerini de bu çerçeve içinde değerlendirdiğimizde, bazı verilerin bu anlayışla ortaya konulduğunu görebiliriz. Örneğin Bedirxanilerin Nastüri Hristiyanlara karşı tutumu bu çerçevede ele alınmalıdır. Ancak konuyu Barzani ve PKK hareketleri üzerinden örneklendirmeye çalışalım.
Barzanilerin çabasıyla ortaya çıkan yüzyıllık mücadele de Kürd toplumsal yapılanması tahrip edilmeden korunmaya çalışılarak mücadele edildiği görülürken. PKK’nin oluşturduğu perspektif eski toplumsal yapılanmaya ait olan değerlerin sıfırlanarak yeni bir toplum inşa edilmeyi amaçlayan veriler sunmaktadır.
Barzanilerin geleneksel ilişkileri kullanarak oluşturdukları perspektif zorlu sürecin sonunda beraberinde bir başarı getirirken yeni dünyaya kapalı olmayan ama toplumsal yapılanmayı da tahrip etmeyen sonuçlara ulaşılmıştır. Bu çerçeve de PKK’nin Ortadoğu’nun tipik redi mirasçı anlayışının benimsendiği görülmektedir. Toplumun eski değerlerini kendi varlıklarının pekiştirilmesi önünde engel olarak gördüğünü söyleme imkânı vardır.
Dolayısıyla şuan Kuzey Kürdistan Kürd toplumunda gerçekleştirdiği yapısal organizasyonlar ele alındığında reddi mirasçı bir anlayışa sahip olduğunu açıkça ifade edebiliriz. Ama Barzanilerin Güney Kürdistan’da oluşturdukları mantık daha çok geleneksel değerleri günümüzle harmanlama anlayışını öne çıkardıklarını ifade edebiliriz.
Barzaniler geleneksel değerler üzerine şekillenirken, PKK seküler mantığı önemsemiştir. Oysa seküler mantığın geçmiş Kültürel değerler ilgisi ve koruma duygusunun daha ön planda olması gerekir. Gelenekselcilerin ise kendi varlıklarını tahkim etmeleri için önceki yapılanmalardan olabildiğince uzak olmasını gerektiren mantık tarihsel verilerle doludur. Buna rağmen Seküler mantığın toplumu toptan bir dönüşeme tabi tutma mantalitesine sahip olması redi mirasa daha yakın durduğunun da göstergesidir. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.