TC kuruluş aşamasında Kürd ve Kürdistan konusunda Osmanlı tarzı siyasetten geri durmayarak aynı mantıktan beslenen paradigmaları yavaş yavaş devreye sokarak yola çıktı. Önceleri Kürdleri kurucu iki unsurun temel dinamiği olarak deklere edeceğine yönelik veriler ortaya attı. Ama ayakları yer tuttukça bu pradigmanın değişkenliğini an be an belirginleştirerek asıl amacına doğru yol aldı.
TC asıl amacı olan paradigmasını inşa ederken sessiz ve kurnazca davranmayı da ihmal etmedi. Kürdlerin tümünü aynı anda karşısına alacak cesaretten yoksun olduğundan, çözümü Kürdlerin heterojen yapısında buldu. Kürdlerin sahip olduğu farklılığı kullanarak müdahale etmenin kendisi açısından ehemmiyetini dikkatlice kullandı.
Aşiret yapısından tutun dinsel ve mezhepsel farklılığa kadar her ayrıntıyı en ince noktasına kadar hesaplayarak adım attı. Böylece oluşturmaya çalıştığı her gediği soyutlama yoluyla (dar bir alana hasrederek) yok etmeye başladı. Bununla hem iç kamuoyuna hem de dış kamuoyuna yerel ve dar kapsamlı çıkarlara dayalı sorunlar olduğu imajını yerleştirdi. Doğrusu bununla da istediği amacı elde etmede pek de zorlanmadı.
Soyutlama ve dar kapsamlı çıkara dayalı imaj yaratılarak Kürdler arasında ayrıştırma mantığı uygulandı. Toptan hedef alma yerine tek tek imhayı temel alan uygulama ile başarı sağladı. TC devleti son darbeyi Dersim de vurunca yeni arayışa yönelme ihtiyacı hissetti. Belirlenen paradigmal çerçeveye göre sürgün edilen Kürd eşrafı öncü kuvvet olarak kullanılacaktı. TC bu paradigma ile Kürdleri kısa sürede kendiliğinden sistemi benimseyecek hale getirmiş olacaktı.
Büyük bedeller ödeyen bu kesim öyle bir şekilde bağlanmalıydı ki verilecek ödül verilen bedeli perdelemeliydi. Bunun için belirlenen yol haritası tek partili sistemden iki kulvarlı siyasi yapılanmaya geçişti. O güne kadar kendileriyle birlikte hareket etmiş yerel eşrafa bile güvenmeyerek dışardan atama yoluyla göstermelik temsiliyete yönelen sistem anlayışı, artık yerel temsiliyet üzerinden Kürdlerin denetlenmesinin daha doğru olacağını kavramıştı.
Çok partili sisteme geçmede asıl neden TC’nin varlığını daim kılacak iki kulvarlı siyaset ihtiyacının hâsıl olmasıydı. Kürd eşrafı da bu gerekçe üzerinden iki kulvarlı siyasetten birine dâhil edilerek hem kendileri hem de onlar aracılığıyla halkın asimile edilmesi sağlanacaktı. Yeni Paradigmanın uygulanması amacıyla CHP içinden tevarüs edilen ve muhafazakâr değerlerle donatılan muhalif bir duruşa ihtiyaç olduğu gerçekliğiyle siyasi bir yelpaze oluşturuldu.
1946 da muhalefet olarak CHP içinden tevarüs eden, 1950 iktidar olan DP süreçteki varlığını daim kılmanın yollarından biri olarak belirlenen paradigma çerçevesinde Kürd eşrafına yöneldi. Söylemi muhafazakâr ve dini değerleri dikkate alan bir yapı arz edince kürdlerin teveccühüne mazhar oldu. Kürd eşrafı ve halkı yıllardır CHP mantığı ile sistemden çektiği sıkıntıların ortadan kalkabileceğini hesaplayarak bu siyasi yelpazeyi ehveni şer olarak algıladı.
Ancak aşiretsel ilişkiler üzerinden birbirine rakip mantığıyla bakan aşiretler bu denklemde siyasi rakipler olmak zorundaydılar. Rekabet etkisiyle doğal biçimde biri DP de yer bulunca öteki CHP de yer bulmaya çalıştı. Yine Kürd alevi kesimi tarihsel endişeleri nedeniyle CHP’ye daha yakın oldu. Kuruluş aşamasında sistemle nispeten barışık olanlardan bir kısmı da CHP saflarında yer aldı.
Amaçlanan siyasi paradigma böylece rayına oturtulmuştu. Kürdler arası çelişkiler iyi kullanılmış ve farklı siyasi kulvarlara yönlendirilme suretiyle birlikteliğin oluşmaması sağlanmıştı. İkili kulvara yönlendirilen rakip Kürd siyasiler/aşiretler (belki de) farkında olmayarak Kürdlerin geleceklerini sisteme ipotek etmekteydiler.
Bu noktada konuyu sağ ve sol siyaset bazında ele almak niyetinde değilim. İkili siyasi yelpaze de yer alanların bundan sonrası için ipotek edilmiş siyasi mecralar oluşturarak kendi ikballerinin peşine takılmalarını ele almaya çalışacağım. Gerçi ilk dönemlerde geleneksel aile değerleri de dikkate alınarak aynı aile/aşiret fertlerinin tek vücut halinde hareket ettiklerine de şahit olmamıza rağmen, sonraları bunun değişeceğine şahit olacağız.
DP ile yolları kesişen ve o güne kadar sistem barışık olmayan Kürd eşrafı örtük biçimde sistemle barışık hale getirildi. Diğer gerekçelerle CHP de yer alanlar da aynı akıbetten kaçınamadılar. Ki Kürdistan halkını kendilerini TC meclisine göndermekle görevli NOTER olarak algıladılar. Her iki kesimde varlıklarının devamını bu siyasi yapılarda görmeye başladılar. Ancak ilerleyen süreç için hesapta olmayan gelişmeler yaşanınca rekabet aşiretler arasından çıkıp aileler içine sıçradı.
Kürd eşrafının bu siyasi yapılara entegre olmasıyla eğitim basamaklarında yer alarak akademik alanda yükselen çocuklarının bireysel istekleri ön plana çıkmaya başladı. Kendi ikballerini aile veya aşiret ikbalinin önüne geçiren bu kesim zorunlu nedenlere dayalı siyasal tercihlerin dışına taşmaya başladı. Bazılarında ise bu tercih daha çok idealist bakış üzerinden gerçekleşmeye başladı. Her iki noktada geleneksel aile siyasetinin dışındaki kulvarlara yönelim oluşunca bunun Kürd halkında da yansımaları görülmeye başlandı.
Yansımalar 1960 darbesi sonrasında gelişen parçalı siyasette kendisini göstermeye başladı. 1970 ‘lerde ise yansıma daha üst seviyelere çıktı. Bununla beraber idealist mantığı önceleyenler ise kendilerine uygun legal veya illegal yapılanmalar oluşturarak varlıklarını hissettirdiler. Ancak 1980 darbesi siyasi anlamda idealist yapıların çöküşüne yol açarak daha çok devlet eksenli yapıların siyaseten öne çıkmasına sebep oldu. Konuyu yine aileler üzerinden devam ettirirsek;
Geleneksel Kürd eşrafının eğitimli veya eğitimsiz durumdaki yetişmiş çocukları tam anlamıyla bu dönemde öne çıkmaya başladılar. Aile içi rekabetin öne çıkışı bireysel ikballeri her değerin önüne geçirdi. Bir dönem siyasi yelpazenin bir ucunda yer alanlar diğer bir dönem ise tam aksi uçtaki siyasi yelpazede yer almakta hiçbir beis görmediler.
80’lerin sonunda yükselişe geçen Kürd Hareketinin geliştirdiği ideolojik bakış üzerinden dillendirdiği feodalite karşıtlığı beraberinde o güne kadar devletle entegre olmamış aşiretleri de devletin etki alanına itti. Bu durum aynı zamanda idealist yaklaşıma sahip halk tabanından gelen okumuş kesim üzerinde de etkili oldu. İdealist bakışla devletle arasına mesafe koyan kesimler de çıkışı devlet eksenli siyasi yelpazelere yönelmekte buldular.
Sonuç:
Kürd halkını kendilerinin sistemin parlamentosunda yer almaları için NOTER olarak algılayanlar, varlıklarının buna bağlı olduğunu bildikleri için buldukları her fırsatı değerlendirmekten beis görmediler. Süreç içerisinde yapılanlar önceleri halktan koşulsuz destek görünce aynı ebeveynlerin çocuklarından biri siyasi yelpazenin bir ucunda yer edinmeye çalışırken diğeri tam aksi uçta yer almaya başladı. Ancak bu durum aynı zamanda aile veya aşiret içindeki danışıklı döğüşünde göstergesiydi.
Unutmayalım, aynı aileden/aşiretten olup benzer veya farklı soyadlarla niteliksel olarak kulvardaki siyasi partilerde aday olanlar için (belki bir elin parmaklarına tekabül edenler hariç) millet diye bir dert yoktur. Tek dert ortak ikballerini garantiye almaktır.
1990’larda gelişmeye başlayan ve günümüzde yükselişe geçen Kürd siyasi hareketi yeni bir etki oluşturdu. Zamanla Kürdistan’ın önemli bir kesiminde parçalı siyasetin ortadan kalkmasına neden olurken tekrar Kürdistan özelinde iki kulvarlı siyasi mecranın oluşmasına yol açtı.
Gelinen noktada Kürdistan’da oluşan zorunluluk nedeniyle aynı aileden biri AKP de diğeri HDP de yer almanın yoluna bakıyor. Ne olur ne olmaz diyerek istemeden karşılaşacakları yol kazalarını böylece bertaraf etmenin yollunu bulmaya çalışmaktadırlar.
Egemenlik hakkını kullanmaktan yoksun bırakılmış bir toplumun evlatları için ikbalin egemenlik hakkından daha evla olduğunun göstergesi, aynı ebeveynlerin evlatlarının farklı kulvarlardaki siyasi mecralara yönelmelerinde gizlidir. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.