Türk siyasal sisteminin çok partili hayata geçtiği 1950 ve sonrasındaki tüm seçimlere damgasını vuran tek kesim Kürdlerdir. Ancak seçimlere damga vurmalarına rağmen sonucu hiçbir dönemde kendi lehlerine kullanma becerisi gösterememişlerdir. Kürdlerin bu süreç içerisinde bloka yakın olarak oy vermediği hiçbir parti tek başına iktidar olabilme şansı yakalayamamıştır. Ama oy verdikleri her parti şöyle veya böyle iktidarın belirlenmesinde başat rol oynamıştır.
1946 seçimlerini bir kenara bırakırsak, tarihsel süreç Kürdlerin eğilim gösterdiği her partinin iktidar nimetlerinden yararlanması sonucunu doğurmuştur. Bir siyasal sistem içerisinde bu denli belirleyici olan bir kesimin aslında kazanımlar açısından da tahminlerin ötesinde getiriler oluşturması lazımdır. Ancak böyle bir sonucun gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü söz konusu tutum siyasi düzeyde toplumsal varlığın ortaya konulması anlamı taşısa da reel de ailesel veya aşiretsel kazanımları önceleyen öncülerden dolayı sonuç üretemediğini vurgulamak gerekir.
1950 seçimindeki ürkek tutum dışında 1950’lerde Kürdler blok olarak DP’ye yönelmişlerdir. Ki Parti on yıllık iktidar süreci yaşamıştı. 1960 darbesinden önce DP içerisinde Bayar ve Menderes’in politikalarını eleştiren Muhafazakâr kesimce 1961 yılında kurulan YTP bu seçimlerde neredeyse Kürdlerden blok oy almıştı. 1961 seçimlerinde 54 milletvekili çıkartmış çoğu Kürd bölgesindendir. İnönü Başkanlığındaki Hükümette yer almıştır. Ancak AP’nin başına Demirel’in geçmesi ve muhafazakâr söyleme sahip çıkması nedeniyle Kürdlerin blok oyları AP’ye kaymıştır. 1965 seçimlerinde YTP ancak 19 vekil çıkarabilmiştir.
AP’nin Kürdlerden blok oy almasını 1970’lerde ortaya çıkan MSP önleyerek onun yerine geçmiştir. MSP 1970’lerde hemen hemen kurulan her hükümette yer alan bir ortak olmuştur. Ancak 1970’lerde TİP’iyle yollarını ayıran Kürd Sol kesiminde yerel siyasette etkin olmaya başladığını unutmamak gerekir. 1980 darbesi sonrasında Kürdlerin Blok oyları ANAP’a kaymıştır ki ANAP seksenlerin iktidarıdır. 1991 seçimlerinde SHP ile kurulan ortaklık sonucu bu parti Refah Partisi ile Kürd oylarını paylaşmıştır. Daha sonra ise oylar Bağımsızlarla Refah geleneği arasında bölüşülmüştür. 2000’lerde ortaya çıkan AKP muhafazakâr kanadın oylarını alırken Bağımsızlar gittikçe etkinliğini artırıcı bir etkiyle güç kazandılar.
Bu kısa veri izahatından sonra siyasal sisteme dahil olan Kürdlerin siyasal ve sosyolojik tutumlarına dönelim.
1950 seçimleriyle birlikte Kürd eşrafının Demokrat Parti içerisinde siyasal sahaya sürülmesiyle birlikte, Kürdlerin Türk siyasal seçimlerinde belirleyiciliği ortaya çıkmıştır. 1950 seçimlerindeki ürkek tutum da biraz kenara alınırsa ondan sonraki süreçlerin tamamıyla belirleyicisi Kürdler olmuştur. Kürdler bu sürecin ilk dönemlerinde geçmişte (Cumhuriyetin ilk on beş yılında) yaşanılan travmaların ve sürgünlerin etkisiyle siyasal söylem oluşturmaktan çekinmişlerdir. Ancak siyasal sistem içerisinde yer bulanlar bu söylemi dillendirmeyi istemelerine rağmen süreçte bireysel veya ailesel kazanımların etkisi altına girerek siyasal söylemi bir kenara itmiş olduklarını ileri sürmek abartı olamaz.
Siyasal söylemin siyaset sahnesine inmemesi sonucu, siyasal sistem içerisinde yer alan eşrafın hareket alanlarını genişletmiş süreç içerisinde daha çok ailesel ve aşiretsel çıkarların korunması esas alınmıştır. Bu esas üzerinden toplum kesimlerinin de deforme düşüncelere yenik düştüğü sonucunu çıkarmak mümkündür. Bu durum siyasal sistemin genelin beklentisini yansıtmaktan uzak olduğu düşüncesini pekiştirmiş ve toplumsal kazanımlar yerine bireysel menfaatlerin korunması esasına yönelinmiştir. Belki şöyle bakmak daha doğru olur. Sistem içerisinde yer alan Kürd eşrafının perişan halde çıkarak orta sınıf veya burjuvazi kesime doğru yol alması alt kesimlerde de benzeri bir pay alma düşüncesinin oluşumuna yol açmıştır. Daha sonraki dönemlerde alt tabakanın okuyan çocuklarının siyasal sistem içerisinde yer alma taleplerini buradan okumanın daha doğru olacağı kanaatindeyim
Burada bir noktayı vurgulamak gerekir ki, yukarıda sözü edilen kesim takındığı tutum toplumsal algının devletin istediği biçime evirilmesinde etkili olmuştur. Ancak dönemsel olarak buna tepki göstererek ortaya çıkan aktörlerin hiç olmadığını söylemek de mümkün değildir. 1960 ve sonrasında oluşan siyasal ortamda ortaya çıkan Yeni Türkiye Partisinde Yusuf Azizoğlu’nun başkanlığı dönemiyle Türkiye İşçi Partisi içerisinde kendisine yer bulanların bir kısmı siyasal talepler açısından öne çıkmışlardır. Ancak bu taleplerin Kürd halkı nezdinde siyasal niteliğe istenilen düzeyde büründürülmemesi ilerleyen süreçte halkın doğru kanalize edilmemesine de yol açmıştır. Belki de bunu daha önceki dönemlerin bireysel veya ailesel menfaatin getirdiği göz kamaştırıcılığıyla okursak daha sağlıklı sonuçlar üretebiliriz.
Ancak Kürd halkı lehine siyasal taleplere dönüştürülemeyen bu istekler ister istemez ideolojik ve inançsal alana doğru kaymasına yol açmıştır. 1960 ve 1970’lerde Kürd halkı içerisinde de keskinleşen bu tutumlar devletin blok taleplerle karşılaşmasını önlemiş ve devletin rahat nefes almasını sağlamıştır. Muhafazakâr Kürd kesimi gittikçe dinsel veriyi öne çıkaran partilere yönelmiş ve ulusal talepleri bu veriyle doğal biçimde kazanacakları düşüncesine teslim olmuştur. 1970’lerle birlikte Kürd sol kesim siyasal taleplerin itici gücü olmayı başarmıştır. Bu talepler siyasal alanda Ecevit başkanlığındaki CHP de vücut bulmuştur. Ancak süreçte siyasal sistem içerisinde takınılan tutum ve dinsel veriyi önemseyen partilere yönelen kesimin de ağırlık kazanması onların da sonuç almasını engellemiştir.
Seksen ve sonrasındaki gelişimde Kürd siyasetinde kısmen de olsa Eşraf yerini alttan gelen muhafazakâr ve okumuş kesimlere bırakınca siyasal anlamdaki taleplerin öne çıkmasına engel oluşturmuştur. Bu kesimin dinsel ve ekonomik beklentileri siyasal taleplerin önüne geçtiği için sonucun akamete uğramasında etkili olduğu ileri sürülebilir. 1990’larda PKK’nin öne çıkması ve Devletin takındığı tutum Siyasal taleplerin hiç olmadığı biçimde yükselmesine vesile olmuştur. Aslında önemli oranda yol alındığın da ileri sürmek mümkündür. Ancak PKK çizgisinde gelişen siyasal talepler PKK’nin süreç içerisinde rota değişikliğine gitmesi nedeniyle istenilen düzeye çıkarılamadığı da savunulabilir.
Son dönem tahliline artık gerek duymadan konuyu toparlamak gerekirse, Türk siyasal sisteminin kilidi olan Kürdler siyasal taleplerini gereği gibi ortaya koyamadıkları için yol alamadılar. Oysa 60 yılı aşan sürede her iktidarın başarısında rol oynayan Kürdler ideolojik, dinsel veya ekonomik talepler yerine siyasal talepler ortaya koyabilselerdi şu an durumun çok faklı olacağını ileri sürmek mümkün olacaktı.
Bunun dışında kanaatimce Kürdler hiçbir dönemde kilit rol oynadıklarını fark edemediler ya da bunu dillendirecek önderlerden yoksun oldular. Bireysel olarak bir elin parmaklarını geçmeyen bireylerden gelen taleplerde de toplumda gerekli karşılığı bulamadılar. Bugün olduğu gibi sistemi kilitleme gücüne sahip olan Kürdler bir araya gelerek tali konularda ayrılıklarını öne çıkartma yerine ulusal taleplerini dillendirebilselerdi devletin adım atmaktan başka çaresi olmayacaktı.
Sonuç:
Bugün içinde bulunulan koşul bakımından konu irdelenirse Kürdler aynı pozisyonlarını korumaktadırlar. İki ana akım çerçevesinde tercihlerini belirleyen Kürdler tek bir akım üzerinden tercihte bulundukları anda Türkiye Cumhuriyeti siyasal sistemi ya çözüm üretme yoluna gidecek veya kilitlenerek toplumsal dip dalgaların gelişmesine yol açacaktır. Bugün Yusuf Azizoğlu’nun partisi gibi muhafazakâr sağ cenahtaki boşluğun doldurulamıyor olması bir problemdir. Ancak HDP’nin Türkiyelileşme perspektifi Kürdlerin kazanım elde etmesini engelleyen bir başka veridir.
Bu nedenlerle kanaatimce önem kazanan Başkanlık seçimidir. Kürdlerin blok olarak öne çıkan Demirtaş etrafında bloklaşmaları ikinci tura yol açacak ve ilk ikiye kalan adaylar üzerinden kazanımların elde edilmesi sağlanabilir. Sonuç olarak artık iktidar meclis üzerinden değil başkanlık üzerinden şekilleneceği için doğal olarak Kürdler yine iktidar ortağı olma ve taleplerini dillendirme imkanına sahiptirler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.