1925’te gerçekleşen Şeyx Seîd kıyamı sonrasında bölgede Türkiye Cumhuriyeti marifetiyle gerçekleştirilen katliamların doğurduğu travmalar insanların zihinsel dünyalarında önemli değişimlere/kaymalara yol açmıştır. Kıyama şahitlik etmiş olanlarla ile bir sonraki kuşak Kuzey Kürdistan Melleleri de bu zihinsel kaymalarda pay alan kesimlerin başında yer almaktadırlar.
Kürdistan medreselerinin tarihsel süreçteki en önemli özelliği doğru buldukları tutum ve davranışı her koşulda ortaya koymalarıydı. Bu konuda en önemli veri 1914’te Melle Selim önderliğinde gerçekleşen Bitlis kıyamında ortaya konulan tavırdır. Melle Selim İTC tarafından uygulamaya konulan siyasete karşı Kürdistan’daki her aşiret ve etnik yapıyla gerçekleştirmeye çalıştığı görüşmelerle bu tutumun örneğidir. Ki Melle Selim Kürdistan’ın bağımsızlığını hedefleyen çaba içerisindeydi. Bunu gerçekleştirmek için hiçbir yapıyı dışarda bırakmayan bir tavır içindeydi.
Hem Melle Selim hem Şeyx Sêid kıyamının akamete uğratılması medrese öncüleri olan Mellelerin de toplumsal/siyasal konularda tutum belirleyerek inisiyatif almalarını sekteye uğratmıştır. Yaşanan olumsuzluklar/travmalar Mellelerin eğitim formasyonu ile kazandıkları hak ve hukuktan yana olan tavırları bundan sonra siyasal yapı ile karşılaşma durumunda sessizliğe dönüşmüştür. Ancak yanlış buldukları devlet tutumuna olan muhalifliklerini zorunlu olarak iç dünyalarına gömmek zorunda kalmışlardır.
Cumhuriyet rejiminin oluşturduğu baskı nedeniyle Kuzey Kürdistan Melleleri uzun süre siyasal konularda sessiz kalmayı yeğlemişlerdi. Cumhuriyet rejimine olan muhalifliklerini iç dünyalarına gömmüşlerdi. Daha sonra ise rejim içerisinde oluşan yumuşamalarla birlikte gelişen muhalefete yakınlık hissetmeye başladılar. Ki böylece kendi muhalifliklerini rejim içerisinde ve rejimin kurallarıyla şekillenen sağ söyleme sahip yapılar içerisinde ifade etmeye başladılar. 1960’ların sonlarına doğru gelişmeye başlayan İslami söyleme sahip muhalefetin ortaya çıkışı ise onlar için bulunmaz nimete dönüştü.
Ancak sağ muhalefet kırılma /savrulmanın temelini oluşturmasına rağmen Kürdistan Mellelerinin zihinsel kırılmaya uğradığı en önemli siyasal yapı İslamcı söyleme sahip muhalefet oldu. Milli Görüş düşüncesiyle ortaya çıkan bu siyasal İslamcı akım kendisini rejim baskısından korumak amacıyla rejimin çelişkilerine yönelmek yerine, algılarımızı rejimin sınırları dışına çıkarmayı hedefledi. Rejim için içeride sorun olan siyasal konulara yönelmek yerine İslam dünyası ile onun dışındaki dünya arasında sorun oluşturan bölgeler üzerinden zihinsel şekillenmeyi hedefledi. Bu anlamda 1970’lerin Türkiye İslamcıları başta Moro olmak üzere Eritre, Filistin ve Keşmir gibi alanlarda olup bitenlerle hem hal oldular. Oysa yanı başlarında sürmekte olan Molla Mustafa Barzani hareketini hiçbir zaman gündemlerine almadılar.
Dünyanın birçok bölgesinde Müslümanların yaşadığı sorunların çözümü için güçlü bir devlet olması gerektiğini vurguladılar. Buna model olarak ta Osmanlıyı önerdiler. Böylece zihinsel bir milli ümmet modeli geliştirmeye çalıştılar. Bu akım Kürdistan Mellerinin hak ve hukuka olan yatkınlığını bunun üzerinden manipüle ederek kendi saflarına çekmeyi başardı. Aslında dışardan bakıldığında bunda herhangi bir sorunun bulunmadığı rahatlıkla söylenilebilir. Ama bu durum hem rejimin hem de Kürdistan’ın öteki parçalarında Kürdlere yönelik gerçekleştirilen züllümün, inkârın ve imhanın görülmesinin önene perde çekti. Daha önce Kürdistan Mellelerinin iç dünyalarında bunlara karşı duyulan öfke böylece minimize edilerek milli ümmet anlayışıyla bütünleştirildi.
Aynı dönemde Türkiye sınırlarında sol mantık içerisinde yer alarak varlık kazanmaya çalışan Kürd ve Kürdlere ait söylemlerde oluşturulan milli ümmet bilincine sekte vuracağı endişesiyle bu yapı tarafından din dışı ilan edildi. Bu durum karşısında tepki koymaya çalışan Kürdistan Melleleri de solculukla suçlanınca sessizliğe gömülmek zorunda kaldılar. Bunun sonucunda da yeni nesillerin zihinsel anlamda Kürd ve Kürdistanla olan tüm bağları kopartıldı. Türkiye’nin 70’lerde yaşadığı kaotik durum ise bunun tuzu ve biberi oldu.
Örneğin Çevlik medreselerinin en önemli niteliği hiçbir şekilde rejime entegre olmamalarıydı. Her dönemde de sistem muhalifliğiyle rejime sorun oluşturan kurumlar olma niteliğini koruyarak var olmayı sağladılar. Ancak İslamcı söyleme sahip muhalefetle eklemlenmeleri sonucunda Cumhuriyet rejimini her ne kadar benimsemeseler de sonunda devleti sahiplenmeye dönüşen bir tutuma sahip oldular. Mikro niteliğe sahip bu durum genelleştirilirse Kürdistan mellelerinin yeni tutumu inançsal değerleri on planda tutun halk üzerinde de etkili oldu ve rejimin değil ama devletin kutsanmasına kadar gitti.
1980’li yıllarda Özal ile birlikte İslamcı kesimde önemli bir sıçrama yaşandı. Özellikle İran Devriminin ilk yıllarında önce Kürdlere göz kırpması Kürd Müslümanlar arasında etkili oldu. Ancak tercüme eserlerle Saîd-i Kürdinin eserlerinde Kürdlerle ilgili kısımlarda tahrifatlasın yapılması bir başka vahameti doğurdu. Doğru ve gerçekle olanla Kürdler arasına perde gerilmiş oldu.
Bu dönemde liberal politikaları nedeniyle de Özal Kürdistan Melleleri tarafından ehven-i şer olarak tanımlanınca devletle entegrasyonda bir adım daha atıldı. Ki kısmi anlamda uygulanan liberal politikalar Kürdler üzerinde rahatlama oluşturunca Kürd ve Kürdistan sorunu bu İslamcı kesim tarafından tümüyle unutuldu.
Ancak İran-Irak savaşı sırasında Saddam eliyle gerçekleştirilen Halepçe katliamının dünyaya ve dolayısıyla Türkiye’ye yansıması İslamcı Kürd kesiminde sorgulamanın kapılarını araladı. Buna 1990’larda PKK hareketiyle birlikte devletin Kuzey Kürdistan’daki katliamları eklenince kıpırdama hızlandı.
Fakat devlet bu konuda elini hızlı tutarak milli görüş düşüncesi şekillenen İslamcı Kürdlerin zihninde sol ve din dışı olarak kabul edilen PKK ile çatışma ortamı buna da sekte vurdu. Bu olumsuzluk 90’ların sonlarına doğru yavaş yavaş ortadan kalkarak yerini yeni bir sorgulamaya bıraktı. Türkiye bir anlamda ilk kez açıktan milli görüş geleneğiyle şekillenen ama süreç içerisinde farklılaşmaya başlayan Türk İslamcılığı Kürd İslamcılar tarafından sorgulanmaya başlandı. Bu ayrışma Mellelerde ve halkta tam karşılık bulamaya başlarken 28 Şubat ve sonrasında gelen AKP iktidarının etkisiyle tekrar kırıldı.
Sonuç:
Şimdilerde Kürdlerin Müslüman kesimleri arasında yaşanan tartışmaları bu süreçlerden bağımsız şekilde okumanın imkân dâhilinde olmadığı görülmektedir. Aslında hemen hemen herkes artık işin iç yüzüne vakıftır. Ancak zihinsel anlamda uğradıkları tarihsel kırılmaları aşmakta zorlandıklarına şahit olmaktayız.
Bugün gelinen noktada oluşan zihinsel kırılmalar nedeniyle Kürd Müslümanların aidiyet sorunu yaşadıklarını düşünüyorum. Sahip oldukları kimlikler arasında önceliğin ne olması gerektiği konusunda kafa karışıklığı yaşamaktadırlar. Zihinlerinde oluşturulan Türkçü mili ümmet anlayışını aşamadıkları için gerektiğinde Kürdistan’ın milli menfaatlerini görmekte zorlanmaktadırlar.
Eğer bu tartışma ortamı sağlıklı bir şekilde sürdürülebilirse kanaatim bu kesimin Kürdistan duruşu gittikçe gelişecek ve bizleri ileriye taşıyacak bir hamlenin temel taşı haline gelecektir. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.