Toplumlar açısından hukuk; sosyal yaşamı belli ilke ve kurallara göre düzenleyerek birlikte yaşama olanaklarını mümkün kılan ve buna ortam sağlayan düzenlemeleri içerir. Bu düzenlemeler temelde sosyal yaşam alnındahak ve adalet ölçüleriyle zayıf olanı güçlü karşısında korumayı esas alır. Böylece toplumda hakkın ve adaletin üstün kılınması esas alınarak sosyal yaşamdaki sorunların çözümlenmesi temel ilke haline getirilir. Ki hukuk olmadan toplumsal yaşam alanında ortaya çıkan sorunların üstesinden gelebilme olanağı imkânsızdır. Toplumsal yaşamdaki düzenin doğrudan doğruya hukuksal düzenlemelere bağlı olduğu tarihsel verilerle oluşan bir sabitedir.
Dünya üzerinde her toplum için geçerli olacağı varsayılan aynı hukuksal düzenlemelerin olması imkân dâhilinde olmadığına göre, her toplumun kendi özel koşullarına uyarlanmış hukuksal düzenlemeler oluşturması doğaldır. Toplumların hakkı ve adaleti üstün kılma amacıyla kendi özel koşullarına uyarlanmış düzenlemelere gitme gerekçesi, kendi toplumlarına has olan sorunların çözümünde pratiklik amaçlanmıştır. Toplumların özeline indirgenen hukukun olması aynı zamanda toplum içinde farklılık arz eden iç dinamikleri tescillerken bu farklılıktan kaynaklanan sorunların da çözümünü de kolaylaştırma amacına matuftur.
Somutlaştıralım.
İslam Peygamberinin Medine’ye hicretiyle birlikte oradaki iç dinamikler arasında “sözleşmeye” dayalı bir hukuk oluşturmuştur. Bu durum, toplumun kendi özel durumuna uyarlanmış hukuksal düzenlemelere duyduğu ihtiyacın zorunluluğunu ifade etmektedir. Çünkü Müslümanlar açısından onları bağlayan ve İslam’ı esas alan geçerli bir hukuk vardı. İslam’ı benimsemeyenlerin varlığı sorunların bu hukukla çözümünü zorlaştırıyordu.
Bu nedenle Medine’de hakkı ve adaleti üstün kılmak amacıyla, hukukun toplumun özel koşullara göre yeniden şekillendirilmesi gerekmişti. Çoklu hukuk olarak tanımlanan bu durum gerektiğinde toplum içerisinde farklılık arz edenin -inançsal, geleneksel- hukuk kurallarıyla sorunların çözümü referans alınmıştı. Sosyal yaşamın düzenlenmesini ve hakkın teslimini amaçlayan bu durum aynı zamanda hakkın ve adaletin üstün kılınmasınıtemel ilke haline getirmeyi amaçlamıştır.
Toplumların devletsiz yaşamaları olanaklı iken hukuksuz yaşamalarının olanaklı dâhilinde olmadığı tarihsel bir sabitedir. Ancak bir toplumun kendi içinde hukuka yüklediği anlam ve verdiği önem aynı zamanda o toplumun sosyal genetiği/yapısı hakkında bilgiler içerir. Örneğin Tarih, Arap toplumunun talan kültürüyle varlık kazandığına yönelik verilerle yüklüdür. İslam dini bu genetiği değiştirmeyi hedeflediği halde maalesef eski kültürel genetikleri zamanla İslam’ı esir alarak ortaya deforme bir anlayışın çıkmasına yol açmıştır. Toplumsal refleks halini alan bu genetik hakkı ve adaleti üstün kılma yerine güçlüden yana olmayı ve güçlüyü korumayı amaçlamaktadır.
Yine tarihsel süreçte Osmanlıda, padişah fermanlarının mutlaklık taşıdığını ve bu fermanların nihai kararolduğunu dikkate alırsak Türk devlet geleneğinde yönetim erkini eline geçirenlerin hukuk tanımamatutumlarını da anlamamız kolaylaşır. Bu toplumlarda hukuk, toplumu düzenleme aracı olarak işlev görürken, sosyal yaşamın kalitesini yükseltmeyi hedeflemediğinden sadece denetlemeye matuftur. Dolayısıyla sosyal sorunları çözme yerine sorunları masa altına süpürme işlevi görme amacına hizmet etmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararına karşı “onaylamıyorum ve uymuyorum” şeklinde yansıyan tutuma bakıldığında, hukukun hakkı ve adaleti üstün kılmak için kullanılması yerine bireysel beklentilere cevap verip vermediğinin önemsendiği görülmektedir. Klasik ifade ile “hukuk günün birinde herkese ve kesime lazımdır”, ibaresi hukukun adalet ölçülerine uygun olması gerektiğini dile getirmektedir. Oysa günlük konjonktüre göre biçimlendirilmiş hukukun bir gün konjonktürün değişimi ile yön değiştirebileceği göz önüne alındığında mağdurve mağrurun yer değiştirme ihtimalini içinde barındırdığı görülecektir.
Bu nedenle hukuk uygulayıcılarının bağımsız ve vicdanen özgür olmaları toplum nezdinde hak ve adaletin sağlanacağı beklentisi/umudunu anlamlı kılmaktadır. Toplum hukuk uygulayıcılarının uygulamalarının bu şekilde gerçekleştiğine kanÎ olursa, o hukuk kendisine dokunsa bile “şeriat’ın kestiği parmak acımaz”bakışıyla onu içselleştirir. Böylece varılmak istenilen düzenlemeye uyarak toplumda hukukun üstünlüğü denilen durumun herkes ve her kesim için gerekli olmasının ne anlam ifade ettiğini çözer.
Kurd toplumunda hukukun üstünlüğüne yüklenilen anlamı çözmek ve anlamak açısından bir örnek verelim. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Köyümüzde veya çevredeki herhangi bir köyde meydana gelen sorunun çözümü için toplumun rûsipîleri devreye girerlerdi. Sorun onların hakemliğiyle çözülmeye çalışılırdı. -Rûsipîlerin toplumda kabul görmüş olmaları mutlak zorunluluktu-. Bu durum onların taraf olmadan hakka ve adalete uygun karar vermelerinin gerekçesiydi. Dolayısıyla doğru karar verecekleri konusunda kimsenin endişesi olmazdı. Bu geleneksel çözüm biçimiydi.
Ancak sorun hukuksal bir boyut taşıyor ise devreye âlimler girerlerdi ve sorunu İslam hukukunun ilkeleri referans alınarak çözüm üretilirdi. Bu âlimlerin köy veya çevrenin geneli tarafından finanse edilmeleri veilimleriyle öne çıkmış olmaları onların kararlarının güvencesiydi. Bu nedenle herhangi bir kişi veya kesimin lehine davranma olasılıkları söz konusu bile olmazdı. Dolayısıyla verdikleri kararlar hukuksal olarak mutlak kabul edilir ve şartsız şurtsız uygulanırdı.
Kürdlerin hukuksal anlayışa dayalı hakkı ve adaleti üstün tutan toplumsal genetik inşasının tarihsel süreçte nasıl oluşturduğuna örnek olması açısından Şeyh Abdusselam Barzani\'nin yaptığı reformlara göz atmakta yarar vardır.
1- Mülkiyetin ortadan kaldırılması.
2- Toprakların çiftçilere dağıtılması.
3- Başlık parası ve zorla yapılan evliliklere son verilmesi.
4- Sosyal ilişkilerin adalet ve eşitlik esasına göre düzenlenmesi.
5- Her köyde bir mescidin kurulması, bu mescidin dini farzların eda edilme yerleri olmalarının yanı sıra sosyal merkezler, istişare yerleri ve köylüler arasındaki ihtilafların çözüm yeri olarak kullanılması.
6- Köy meselelerini her yönden ele alıp çözümlemek üzere her köyde bir konseyin kurulması.
7- Her aşiretten silahlı güçlerin oluşturulması ve bunların başına sorumlu kişilerin tayin edilmesi.
Sonuç:
Toplumsal genetiği belirleyen unsurun aynı zamanda toplumun kültürel kodlarını oluşturduğunu tarih verileri açık biçimde ortaya koymaktadır. Yukarıda verilen bilgiler ışığında bakılırsa toplumsal genetik açısından Kurd Arap ve Türk toplumunun farklılık arz ettiğini kolayca görebilmekteyiz.
Kurd Alimlerinin hukuksal anlamda bağımsız ve tarafsız olmaları onların verdiği kararların uygulanmasını kolaylaştırıyordu. Bu şu anlama geliyordu. Kurdler devletsiz hukuk uygulamış bir toplumdur. Anglo Saksonların anayasasız bir yönetim oluşturmalarını da dikkate alırsak acaba Kurd toplumu için ne tür sonuçlar üretebiliriz?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.