Tarihsel veriler üzerinden Ermeni ve Kürd aydınlanmasına ait yukarıdaki dönemlemeleri dikkate alarak bu dönemlerin her iki topluma getiri ve götürüleri üzerinden konu ele alınacaktır. Bu tarihsel dönemlemelere bakıldığında Kürdlere göre üç yüzyıl önce milli birlik ve bütünlüğe doğru giden atılımlar gerçekleştiren Ermeni toplumunun temel açmazlarını ve sorunlarını ortaya koyarak devam edelim.
Ermeni toplumu için geçerli olup ta Kürdler için geçerli olmayan bir olgunun altı kalın çizgi ile çizilmesi zorunluluktur. Ermeniler sonuçta diaspora toplumuna dönüşmüş bir milletti. Dolayısıyla kendilerine ait olan ve üzerinden egemenliğin herhangi bir biçimini sürdürdükleri toprak parçasından yoksundular. Bu tarihsel bir gerçekliktir. Oysa Kürdler siyasal anlamda üzerinde egemenliğin bir biçimi ile hüküm sürdürdükleri ve sınırları belirlenmiş topraklara sahiptiler. Bu durum siyasal egemenlik verisi üzerinden ele alındığında Ermeniler’in, Kürdlere göre dezavantajı “diaspora toplumu” şeklinde dağınık yaşam sürdürmeleri ve siyasal egemenlikleri altında tuttukları topraklara sahip olmamalarıydı. Ermeniler\'in diaspora toplumu olma dezavantajının yanında Kürdler\'in de Ermeni toplumuna göre yaşadıkları dezavantaj siyasal birlik ihtiyacının sosyal yaşam alanında kendisini dayatan bir zorunluluğa dönüşmemiş olmasıdır. Örneğin diaspora toplumu olan Yahudilerin daha sonra bu açmazı çözmek adına Filistin topraklarına talip olup para karşılığı torakla ilişki kurma denemesi göz önünde tutulmalıdır. Dolayısıyla iki toplum da merkezi otorite olan Osmanlı egemenliği açısından zor denetlenecek toplum olma niteliklerini kaybetme durumuyla karşı karşıyaydı.
Buna karşılık aydınlanma dönemlerine bakıldığında Ermeniler\'in ulusal birlik için alt yapı çalışmalarına daha erken giriştiklerini görmekteyiz. Diaspora toplumu olma avantajı ve diğer konularda, ki buna uluslararası toplum desteği dâhil Ermeniler, Kürdlere göre hep bir adım önde olmuşlardır. Ancak merkezi iktidarın iki toplum gözünde de meşruiyetine dayanan veri temele alındığında ise Kürdler’in, Osmanlı ile olan ilişkisinde Ermeniler\'in daha öteki olduğu dikkatten kaçırılmaması gereken bir noktadır. Lakin Ermeniler\'in de bu dezavantajı görerek merkezi otorite gözünde kazandıkları “Milleti Sadika” unvanı da dikkate alınmalıdır.
Diaspora toplumları yaşadıkları psikolojik duygu hali üzerinden ele alındıklarında toprak üzerinde siyasal egemenlik kullanan toplumlara göre varoluşlarını koruma duygusu açısından daha avantajlıdırlar. Bu duygu kendilerini korumacı bir bakış açısıyla ele almalarına yol açarak var kalma sorunlarını çözme girişimine koşullanmalarına yol açmaktadır. Dolayısıyla Ermeniler\'in siyasal egemenlikten yoksun olmaları, onların daha fazla birliktelik ve dayanışma içinde olmalarını zorunluluk haline getirmiştir. Bu duygunun etkisiyle yaşadıkları toplumlar içerisinde uyumlu vatandaş olma niteliğini kazanmalarına yol açmıştır.
Osmanlı\'nın, Ermeniler için kullandığı “Millet-i Sadıka” tanımlaması bu duygunun yereldeki yansımasına örneklik oluşturmaktadır. Diaspora toplumlarının alanda siyasal egemenlik kullanan topluma daha kolay uyum sağlama kabiliyeti geliştirmelerinin altında egemenliklerini kullanacakları topraktan yoksun olmaları yatar. Ki bu duygunun aynı zamanda kendisi olarak – ontolojik millet duygusu- var kalma çabasını doğurması da önemli bir ayrıntıdır. Kürdler tarihin hemen hemen hiçbir döneminde bu duygu içinde kalmadıklarından ontolojik kimlik endişeleri her zaman için ön plana geçmemiştir. Örneğin Selahattin Eyyubi ontolojik kimlik yerine dinsel kimliği daha öne çıkarma ihtiyacı duymuş olması önemlidir. Buna rağmen İdris-i Bitlisi’nin Osmanlı ittifakını zorunlu görmesinin altında mezhepsel bir dürtü olabileceğini de gözden kaçırmamak gerekir. Ancak bunların dönemin ruhuna aykırılık arz eden bir tarafının da olmadığını ilave etmemiz gerekir.
Ermeni diasporası varlığı ve Kürdlerin durumu
Diaspora toplumlarının diğer önemli bir niteliğini de gözden kaçırmamak zorunluluktur. Bu onların ontolojik var kalma çabasından kaynaklanan Dünya çapında ekonomik gücü ele geçirme uğraşını temel hedefe koymalarıdır. Ermeniler\'in bu konuda da Kürdlere göre daha avantajlı olduklarını görmekteyiz. Bu ekonomik güç onların dünyadaki siyasal egemenler nezdinde daha görünür olmalarına yol açmıştır. Kürdlere göre Ermeniler\'in daha erken dönemde dünya siyasetinde gündeme gelmelerinde bunun etkisini de görmek zorundayız.
Yine burada vurgulanması gereken önemli bir nokta iki toplumun dinsel aidiyetlerdir. Ermeni toplumu dinsel aidiyet olarak hem yerelin hem de merkezin gözünde hep ötekidir. Bu durum onları varlıklarını ancak dinsel aidiyet üzerinden oluşturulan kurumsal yapılanmalarla koruma ihtiyacına götürmüştür. Yani varlıklarını ancak bu kurumsal yapılar üzerinden devam ettirme anlayışının zorunlu olarak kendisini dayatmasına yol açmıştır. Dolayısıyla İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin tam da bu ihtiyaca binaen zaman zaman en üst dinsel kurum olan Etmiatzin Katağikosluğu’nun önüne geçmesi olayını kavramamıza yaramaktadır.
Buna karşın Kürdler için düşünüldüğünde dinsel aidiyet üzerinden ne yerelde ne de merkezi otorite gözünde öteki olmadıklarından yerelde daha rahat hareket etme olanağı sahip olmalarıdır. Bu durum Kürdler\'in siyasal birlik oluşturmalarının önündeki en büyük engellerden bir olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü dinsel aidiyet benzerliği toplumda merkezi otorite ile aynı amaçların hedeflendiği algısının yaratılmasında etkili olur. Dolayısıyla Kürd halk tabanına bu anlamda merkezi otoritenin biz sizler adına varız mesajını vermek suretiyle, merkezi otoritenin oluşacak siyasal birlik taleplerinin boşluğa düşürülmesini kolaylaştırmıştır.
Ancak burada dinsel aidiyet üzerinden verilmek istenen mesaja karşı bir çabanın da geliştiğini gözden kaçırmamak gerekir. Dinsel birer otorite olan iki noktaya işaret etmek gerekiyor. Biri Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bağımsızlık söylemi ve aynı döneme denk düşen Şeyh Abduselam Barzani’nin takındığı yönetimsel ilkeler bazında öne çıkarılan karşı duruşlarda dinsel aidiyet ötelenmiştir. Diğeri ise 1914 Mele Selim’in Bitlis kalkışmasında “nasıl ki balkanlara topraklarını bıraktınız buralarda bizimdir bize bırakın”söylemi bu dinsel aidiyet verisinin tersine hareket etmedir. merkezi otorite olan Osmanlı ilk iki durumu görünce çözüm bulma arayışına girmiştir. Ki Özellikle dinsel veri üzerinden hareket edilerek Hamidiye Alaylarının oluşumunda seçilen kriterleri görmek gerekir.
Ermeniler söz konusu avantaj ve dezavantajlara rağmen neden istediklerine ulaşamadılar sorusu hale orta yerde durmaktadır. Ki özellikle son aşama olan sekülerleşme döneminde öncü Ermeni yapılanması olan Taşnaksutyun ideolojik ve felsefi duruş açısından ele alındığında sol bir örgütlenme olup dünyaya daha kolay sesini duyurma imkânına sahipti. Ama Ermeniler\'in sorununa çare olmadı, olamadı. Geleneksel dinsel otoritelerine karşı ciddi bir duruş sergilemiştir. Buna rağmen başarılı olmamalarını sadece dinsel engel üzerinden nasıl okumayabiliriz.
Benim kanaatim Ermeniler için asıl sorun diaspora toplumu olmalarıydı. Kürdler için ise siyasal birliktelik ihtiyacının sosyal yaşamda kendisini dayatmayarak yerel alan koruma anlayışının öne geçirilmesiydi. Ermeniler\'in diaspora nitelikleri bulundukları toplumlarda azınlık psikolojisini iliklerine kadar yaşayan toplum olmalarına ve ilişkisel örgütlülüklerini dinsel ve iktisadi kurumlar üzerinden gerçekleştirme ihtiyacı duyarak aynı zamanda iktisadi ve eğitimsel atılımlarla da birbirlerini desteklenmeye yöneltmiştir. Buna karşılık Kürdler toprakla kurdukları bağ üzerinden bu tür sosyal atılımlar yerine hâkimiyetinde tuttukları toprak parçasını asıl belirleyici kılarak birbiriyle ilişkilenmeye geçmemeleridir. Bu durumlar zamanla Ermeni ve Kürd sosyal yaşamının temel açmazlarına dönüşerek siyasal birlikteliğin önünü tıkayan temel sebepler olmuştur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.