Psikoloji bilimine ait öğrenme kuramlarında davranışların kazanılma biçimlerinden biride “öğrenilmiş çaresizlik” olarak ifade edilir. Yani insanın, hangi davranışı gösterirse göstersin, ne kadar emek ve çaba harcarsa harcasın, belli bir duruma ait olan sonucu kontrol edip değiştiremeyeceğine inanarak bu sonucu zorunlu olarak kabullenmesidir.
Bu kuramın sosyal yaşam alanına uyarlanmasında değiştirilmesi imkânsız gibi görünen kronikleşmiş sosyal nitelikli bazı sorunların sebebi daha kolay anlaşılabilir. Sosyal yaşam içerisinde bir durumla baş edemeyeceğini düşünen insan, uğraşarak o durumu değiştirmek yerine onu kabullenerek değiştirilmesi imkânsız olan kader gibi kabullenmeye başlar.
Bu anlayış sömürgeleştirilen toplumlara uyarlandığında ise, yaşanılan durumun değiştirilme imkânı olmadığı inancına yol açmaktadır. Yaşanılanların bir zorunluluk olduğu inancını yerleştirerek değişime yönelik çabanın gereksiz olduğu kanaatini doğurmaktadır. Dolayısıyla sömürgeleştirilen toplum/insan içinde bulunduğu durumun değiştirilebileceğine yönelik umudunu yitirerek, dayatılan duruma razı olmak zorunda olduğuna inanacak hale gelir. Amerika da yaşayan Afrika kökenlilerin kendi durumlarını değiştirecek eylemlerden uzak durarak kendileri açısından entegreyi daha makul bir davranış görmeleri gibi.
Kürdistan topraklarında yüzyıldan fazla bir süredir yaşananlardan dolayı, Kürdlerin büyük bir kesiminde bu durumun artık değiştirilmesi imkânsız olan bir kader algısına dönüştüğü gözlenmektedir. Bu süre içerisinde Kürdlerin sömürgecilerine karşı gerçekleştirdikleri başkaldırılar, bir şekilde egemen sömürgeciler tarafından akamete uğratılınca zorunlu bir kabule yol açmıştır. Ki bu duruma yönelik çabaların sonucu değiştiremeyeceği ve dolayısıyla gereksiz olduğu inancı hem toplum da bezginliğe hem de zorunlu bir kabullenmeye yol açmıştır.
Şeyx Seîd kıyamının gerçekleştiği alanların büyük kısmında kıyam sonrasında yaşanan trajedilerin doğurduğu travmalar nedeniyle yörenin direnme mantığını bırakarak egemen sömürgeci otoriteyi zımnen kabul edişi bunun göstergesidir. Süreç içerisinde de Osmanlıcı Ümmet anlayışına dayalı İslamcı yaklaşımları olan partilere yönelerek benlik kaybına uğraması ve Kürdlük bilincinden uzaklaşmaları gibi.
Bu durum insanların zihnine yaşanılanların değiştirilmesi zor/imkânsız olan bir kader olduğu mantığını yerleştirdiği için, değişime yönelik gerçekleştirilen her türlü çabaya da nafile gözüyle bakmalarına yol açmıştır. Sonunda sömürgeleştirilen insanlarda gelecek perspektifinin de yok olmasını beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda bu insanlarda birbirine karşı güvensizlik duygusunun doğmasına yol açmıştır.
Buradan baktığımızda Kürdlerden birisinin veya bir kesimin bu durumun değiştirilmesine yönelik attığı her adım mutlaka diğeri tarafından kuşku ile değerlendirilmeye tabi tutulmakta olduğunu görmekteyiz. Çünkü oluşan umutsuzluk zaman içinde kabullenmeyi beraberinde getirerek, tersi durumdaki her davranışı aynı zamanda kendisine yöneltilmiş tehdit olarak görmeye başlar.
İşte öğrenilmiş çaresizlik sömürgeleştirilmiş toplumda tamda bu noktada artık zirve yapmıştır. Var olan durum değiştirilemeyeceğine göre buna karşı davranış geliştirenler hakkında şüpheler gelişir. Onlara göre burada kasıtlı bir davranış söz konusudur. Bu davranışı/eylemi doğrudan doğruya kendilerinin nispi anlamdaki rahat yaşamlarına yöneltilmiş olarak kabul ederler.
Dolayısıyla gelişen her davranışa / eyleme mesafeli durmayı da mutlak zorunluluk olarak ad ederler. Gelinen bu nokta sömürgecilerin istediği şeydir. Çünkü onların işini kolaylaştıran ve emellerinin gerçekleştirilmesini imkân dâhiline sokan kıvamdır. Bu kıvam ise süreç içerisinde sömürgeleştirilenlerin kişiliksizleştirilerek kendilerine ait olan değerler skalasına sırt çevirip, sömürgecilerinin değerlerini benimsemeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde Kürdlük bilincinin en yüksek olduğu ve direnmelerin en fazla olduğu yörelerde bugün entegrasyonun en üst düzeyde olması bu manada çok anlamlıdır. Fırat’ın öteki tarafına düşen Kürd topraklarındaki görünüm bunun açık göstergesidir.
Sömürgeci egemenler için elzem olan egemenliklerine ilhak ettikleri bu toplumların herhangi bir alanda gösterebilecekleri toplumsal dinamiklerini önleyecek yapıyı oluşturmaktır. Bu anlamda Kürdistan sömürgecileri tüm güçleriyle Kürd toplumunu asimilasyona uğratarak kişiliksizleştirmeye yönelik çabalar ortaya koydular. Çünkü kişiliksizleştirme hem toplumda hem de bireyde aidiyet duygusunun yok olmasını beraberinde getirmektedir. İnsanlarda aidiyet duygusunun yok olması aynı zamanda vatan duygusunu körelterek sömürgecilerin elini güçlendiren verilere yol açmaktadır.
Bugün Bakur Kürdlerini zihinsel anlamda etkilemek ve kendi değer sklalarına yabancılaştırmak için dillendirilen tek millet, tek bayrak ve tek vatan söylemi kişiliksizleştirmeye yönelik bir çabadır. Ki bu bazı insanlarımızda karşılık bularak kendilerinden olanlara (Kürdlere) yönelik tutumların sertleşmesine yol açmıştır. Çünkü onlara göre ortaya konulan çabalar doğrudan doğruya kendilerini hedef almaktadır. Örneğin seçim öncesi Bingöl de yaptığım görüşmelerde bazı kesimlerin BDP’nin kazanması halinde var olan huzur ortamının yok olacağı endişesini dile getirmeleri buna yönelik bir tutumdu.
Sonuç:
Bakur Kürdistan’ının büyük bir kesiminde artık var olan durumun değişmeyeceği inancı hâkim hale gelmiştir. Hatta bu durumun artık kendileri açısından daha olumlu olduğu kanaati hâsıl olmuştur. Aslında bu durum sömürgecilerin yaşattığı trajedilerin oluşturduğu travmalar üzerinden onlarda oluşan zorunlu kabulün sonucudur. Oluşan kabulün zorunlu kader mantığıyla benimsendiği bilinmeli ve bunun değişmesi için de her kesimin ortak kabullerin ön planda tutulduğu bir tutumun alınması gerekir.
Öyleyse yapılması gereken öncelikle bu kesime yönelik güven duygusu sağlamaktır. Ki yapılanların doğrudan doğruya onların huzurunu bozmaya yönelik olmadığını ortaya koyacak veriler üretilmelidir. Daha doğrusu o kesimin öz değerleriyle uyuşmayan tutumların terk edilerek, onların değerleriyle buluşan bir eylem tarzı ortaya konulmalıdır. Böylece bozulmaya yüz tutan ve asimilasyon etkisiyle yok olamaya başlayan Kürdlük bilinci tekrar kazanılabilir.
Öğrenilmiş çaresizlik durumunun doğurduğu Kürdler arası güvensizlik sorununu aşmak zorunludur. Bunun için milli bilincin ön plana çıkartılarak farklılıklara yol açan öteki durumların ikinci plana atılması gerekir. Güncel olan İŞİD saldırıları karşısında Kürd kurumsal ve örgütsel yapılarının Kürdistan kazanımları için birlikte hareket etmeye hazır olduklarını vurgulamaları bu anlamda sevindiricidir.
Ancak bunun hemen başka noktalara tahvil edilmesi de doğru değildir. Ki bazı kesimlerin düşünsel ve eylemsel farklılıklarından dolayı bunun altında bit yeniği aramalarını da doğru bulmak mümkün değildir. Ama daha öncesinde ortaya konulan tutumların buna yol açacak verilerle dolu olduğu da unutulmamalıdır.
O halde bunu Kürdler arası birlikteliğe açılan yeni bir kapı olmasını umuyorum. Sömürgecilerin yok ettiği gelecek perspektifinin ve birlik anlayışının oluşmaya başladığı bir süreç olarak algılıyorum. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.