Toplumun bu değerlerle kurduğu bağ aynı zamanda onun geleceğe yönelik beklentisinin dinamiğini belirleyen temel unsurdur. Yani toplumun ürettiği veya benimsediği değerlerin kendisine sunacağı katkıya göre ya bir üst aşamaya doğru yol almasını mümkün kılacak ya da var elinde olanı da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Kürd toplumu için öncelikle aşiretsel ve dinsel anlayışın toplumsal dinamiğin temelinde yer alan değerler olduğunu belirlemek zorundayız. Bu iki dinamik tarihsel süreçte Kürdler için hem kazanımlarıyla hem de kaybettirdikleriyle ele alınması gerekir.
Kürdlerin iç dinamikleriyle toplumsal alanda anlamlaştırdığı aşiret yapısına dayanan toplum biçimi, Kürdler açısından önemli bir toplumsal yapıdır. Geçen binyıl üzerinden bakıldığında Kürdlerin uzun süren devletsizlik dönemlerinde, bu yapı varlıklarının temel koruyucusu olarak karşımıza çıkar. Ancak bu yüzyılın başında dünya şekillendirilirken aşiret yapısı aynı zamanda bir ayak bağı olarak Kürdlerin karşısına çıktı.
Aşiretsel bağ doğal olarak insanda aidiyet anlayışını üst düzeye çıkardığından, Kürdler bu aidiyet anlayışı ile kendilerini ve ürettikleri değerleri koruyarak var oldular. Aşiret yapısı Kürdler için varlığı tehdit eden ve onu ayaktan düşüren her türlü tehlikenin önünde bir set olarak durdu. Geçen binyılın dünyası bu yapıya uygun koşullara sahipti. Ancak dünyanın koşulları değişime başladığında bir toplum ürettiği değerleri dönüştürmede başarılı olamıyorsa bu değerlerin onun için felaketin başlangıcı olacağını da unutmamak gerekir.
İşte bu durum 1900’lü yılların başlangıcında dönüştürülemediği için Kürdlerin uluslaşmalarının önünde bir engel oluşturan felaket olarak ortaya çıktı. Aşiretsel anlayışın oluşturduğu aidiyet duygusunun ötekine yönelik geliştirdiği doğal kuşkucu bakış birleşmenin/millileşmenin önünde engel olarak belirdi. Ki her aşiret kendi kazanımlarını düşünerek ortaklaşmaya dayanan millileşme bilincine mesafeli durmanın kendi yararına olacağını düşündü. Eli kalem tutan Kürd siyasetçileri ise o dönemde bu engeli aşmanın yollarını aramalarına rağmen aidiyetin oluşturduğu aşiretsel çıkara yenik düştüler.
Günümüz dünya koşullarına artık direnemeyen aşiretsel yapı bir nebze de olsa elimine olmaya başladı. Ancak Kürdlerde bunun yerini alan ve bireysellik temeline dayanması gereken siyasi yapılar, bireyselleşmeyi beceremediğinden yeni çıkmazlar üretmeye başladılar. Tıpkı aşiretsel anlayışa benzeyen örgütsel aidiyet duygusu genelin/ulusun değişim ve dönüşümünden ziyade, kendi örgütsel varlığını daim kılmanın derdine yönelince bireyselleşmenin önünde engel teşkil etmeye başladılar.
Örgütsel aidiyetin bireyselleşmenin önüne geçmesi ulusal değerlere bağlılık yerine, örgütsel bağlılığı ön plana çıkarması, günümüz açısından Kürdlerin karşı karşıya olduğu en önemli çıkmazdır. Dolayısıyla bu durum Kürdlerin hem örgütlerinde hem de siyasi anlayışlarında savrulmalara neden oluşturmaktadır. Yaşanan savrulmalar beraberinde zihinsel anlamda karmaşaya yol açmıştır.
Ki bireyselleşemeyip örgütsel aidiyet oluşturanlar zaman zaman ulusal hedeflerle örgütsel hedefler arasında mengeneye sıkıştırılmışlık duygusuyla da karşılamaktadırlar. Çünkü ruhlarında hissettikleri ulusal duygu ile dâhil oldukları yapıların dayattığı argümanlar arasındaki çelişkiyi görmelerine rağmen yapılarının mutlaka bir bildiği vardır anlayışına sığınmaktadırlar. Oysa bugün Kürdler ulusal hedefleri her türlü yapıya ait hedefin önüne geçirmedikleri sürece hak ettiklerini elde etmeleri zordur.
Din olgusu Kürdlerin tarihsel sürecinde toplumsal yapıyı şekillendirmede hep belirleyici olmuştur. Ki süreç dönemsel olarak farklı dinsel anlayışların benimsenmesine yol açsa da din toplumun temel dinamiği olarak hep yer edinmiştir. Kürdler sosyal genetikten kaynaklanan karakterleri gereği mensubiyet oluşturdukları her şeye karşı her zaman dürüst olmayı temel ilke olarak benimsemişlerdir. Dolayısıyla dinsel anlayışlarla oluşturdukları ünsiyet ilişkisinde de buna riayet etmişlerdir.
Kürdlerin bu duruşu onlarla aynı dine mensup olanlar tarafından çok iyi tahlil edilmiş ve kullanılmıştır. İşte bu durum Kürdlerin insani ve dini olan temel haklarının dindaşlarınca gaspına yol açmıştır. Ancak söz konusu durum inandıkları dinin özüne ait çelişkilerden değil dine inananların davranışsal çelişkilerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Kürdlerce artık fark edilen bu dinsel çelişkinin tekrar ayak bağı oluşturamayacak biçimde ortaya konulması gerekmektedir.
Ancak bu alanda da birçok Kürd mengeneye sıkıştırılmış durumdadır. Dinin özüne ait verilerle hareket ederek bu çelişkiden kurtuluş mümkündür. Ama dine inananların davranışsal durumuna odaklanarak dinin gerçeğini görme imkânını yitirenlerin ulusal meseleye uzak duruşu da bir başka sorun olarak orta yerde durmaktadır.
Sonuç:
Kürdler hem dâhil oldukları siyasal ve örgütsel yapıların hem de dinsel yapıların hedefleri ile kendi milli hedefleri arasındaki çelişkileri gördükleri zaman müjdelenen gelecek önlerine düşecektir. Dolayısıyla hepimiz, kendi yapılarımızın hedeflerini birincil olmaktan çıkarıp ulusal hedeflerimizi birincil noktaya yerleştirmemiz elzemdir.
Siyasal veya dinsel yapılar hedefleri açısından farklılaşsalar da temel de Kürdlerin kurtuluşuna yönelik verilerden uzaklaştıkları oranda bizlerde zihin karması oluştururlar. Dolayısıyla Fenomenolojik bir bilgi anlayışıyla bunlara yaklaşmak zorunda olduğumuzu unutmayalım. Eğer bu anlayışla baktığımızda ulusal ve diğer hedeflerde ortaklaşabiliyorsak içinde yer almanın sıkıntı doğurmayacağı inancındayım. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.