Toplumların tarih sürecinde geliştirdiği toplumsal yapılarla, toplumların üzerinde yaşadıkları yeryüzü şekilleri arasında doğrusal bir orantının var olduğu tarihsel ve sosyolojik tespitlerden biridir. Geliştirilen toplumsal yapılanma biçimlerinin yaşanılan mekânla ilişkili olduğu ve mekânın verdiği imkânlar ölçüsünde bu yapılanmaların biçim kazandığı ve bu biçimlenmelerin mekânla ilişkisine dayalı gerçekler de aşikârlık kazanmıştır.
Yani mekânsal alanın sunduğu imkânların, topluma ait yönetimsel yapıların ve iktisadi faaliyetlerin oluşmasına vesile olduğu gerçekliğinden söz etmenin kaçınılmazlığı kendisini bize dayatmaktadır. Tarih bunlara dair çeşitli alanlara ait verileri önümüze koymaktadır. Toplumun üzerinde yaşadığı alanın öncelikle iktisadi -ekonomik- anlamda toplumun temel uğraş biçimini şekillendirdiğidir. Ki buna bağlı olarak toplumsal yapılanma biçimlerinin dayandığı yönetimsel şekillenmenin nasıl temellendirildiğini Sosyolojik olgular biçiminde bize sunmaktadır.
Doğal olarak Tarih ve Sosyolojinin, toplumları kategorize ederken kullandığı verilerden biri de mekânsal alandır. Bu çerçevede toplumları, Batılı ve Doğulu toplumlar biçiminde ayırıma tabi tutarak temellendirme yapılır. Buradaki ayrımın temellendirilmesinde mekânsal alanın sunduğu imkânlar ölçüsünde gerçekleştirilen iktisadi faaliyet biçimlerinin kullanıldığına şahit olmaktayız. Hatta dünya tarihinde medeniyetlerin bile kategorik ayrımına mekânsal alana dayanan iktisadi faaliyetlerin veri olarak kullanıldığını görmekteyiz.[1]
Dolayısıyla mekânsal alanın verdiği imkânlar ölçüsünde geliştirilen ekonomik uğraş biçimi doğal olarak toplumsal yapılanma biçimini şekillendirmiştir sonucuna varılmıştır. Böylece mekânsal alana bağlı olarak gelişen ekonomik uğraş biçiminin toplumsal yapılanmaya etki ederek her mekânın kendi koşullarına uygun ‘toplumsal yapılanma’ oluşturduğuna ait verilerin sabit olduğuna ait temellendirmelerin ortaya konulduğunu görmekteyiz.
Tarihte Batı ve Doğu Medeniyet ayrımında geliştirilen toplumsal yapılanmanın temellendirilmesinde birey üzerinden varılan kategorik ayrışmanın temeli de ekonomik uğraş biçimine dayandırılmıştır. Ki buradan, batının oluşturduğu bireyselci medeniyet anlayışının gelişim temeli coğrafi mekân üzerinden okunarak, coğrafyanın bireysel yaşama uygunluğu delil olarak kullanılmıştır. Yine bu dayanak üzerinden doğunun oluşturduğu cemaatsel medeniyet anlayışının temeline de coğrafyanın olanaksızlaştırdığı bireysel yaşamın imkânsızlığı delil olarak konulmuştur.[2]
Tarihsel kökene dayanan bu kategorik ayrıma neden olarak gösterilen coğrafi mekânın insan yaşamı üzerindeki etkilerinin toplumsal yapılanmaya yol açtığı tezi doğal olarak tamamen göz ardı edilebilecek bir veri değildir. Batı coğrafyasının genel anlamda düz olması ve yıllık yağış dağılımının düzenli oluşu bireyin tek başına yaşam olanakları bulmasına delil olarak kullanılır. Buna karşın, doğu coğrafyasının düz alanlarına rağmen yıllık yağış dağılımının düzensizliği ve sarp arazi alanlarının da önemli yer tutması bireysel yaşam olanakları yerine dayanışmaya dayanan yaşam biçimi olan cemaatsel yapılanmalara yol açtığına dair veri olarak kullanılmaktadır.
Yaşam alanlarının verimsizleşmesi durumunda batılı bireyin yerini değiştirmekte beis görmemesine karşın, doğulu bireyin verimsizleşen yaşam alanını verimli kılmanın yollarını aramak durumunda olduğuna yönelik belirlemeler hem sosyolojik hem de tarihsel anlamda ortaya konulmuştur.[3] Bu durum batıda bir başkasına bağımlı olmayan ve bireyin tek başına yaşam olanaklarını bulabildiğine delil iken, doğuda birlikte yaşamın zorunluluğuna delil olarak kullanılır. Coğrafya zorunlu olarak batıda insana bireyselci bir yaşam olanağı sunarken doğuda cemaatsel yaşam olanağını dayatmıştır.[4]
Kürdistan coğrafyasının büyük bir kesimine hâkim olan, geçit vermeyen dağlık arazi şekilleri,[5] Kürd halkının tarihsel süreçte gerçekleştirdiği toplumsal yapılanmaların biçimlenmesinde etkili olmuştur. Toplumsal yaşamın dayandığı örgütsel yapılanma koşullarını etkileyen ve ekonomik yaşamı biçimlendiren coğrafi özellikler Kürd halkının yararına sonuçlar üretirken aynı zamanda beraberinde sorunlar yumağının içinde de debelenmelerine yol açmıştır.
Kürdistan coğrafyası yeryüzü şekilleri ve bulunduğu nokta bakımından tarihsel süreçte farklı toplumların zorunlu biçimde karşılaşma alanı olmasına yol açmıştır. Geçit vermeyen dağlara sahip olan Kürdistan toprakları aynı zamanda farklı toplumların akınlarına karşı Kürdler için sığınılan ana kucağı işlevini de görmüştür. Bu durum aynı zamanda istilacı toplumların Kürdistan’da uzun süre yerleşmelerini engelleyen bir unsur oluşturmuştur. Coğrafi alan avantajı, Kürdlere vur kaç taktiğine dayalı savaş stratejisini en iyi biçimde uygulanma imkânı elde etmelerine yol açmıştır. Bu durum, Küdlere tarihte öyle bir avantaj sağlamış ki tarih sahnesinde varoluşlarının neredeyse yarısını devletsiz geçirmelerine rağmen varlıklarının günümüze kadar ulaştırabilmelerinde asıl fonksiyon olmuştur.
Ancak Coğrafyanın Kürdistan topraklarına koyduğu bu doğal tecrit ise beraberinde hem toplumsal yapılanma biçiminin hem de ekonomik faaliyetlerin biçimlenmesinde kendilerine has olan örgütlenmelere de yol açmıştır[6]. Coğrafya Kürdistan topraklarında ekonomik faaliyetlerin içe kapanık olmasında da ‘dış dünyayla bağlantıların oluşturduğu zorluklar’ temel etken olmuştur. Dünya tarihinde yer alan güçlü merkezi otoritelerin denetim alanı dışında kalan ve bu merkezi otoritelerin denetim gücünü azaltan Kürdistan coğrafyası zorunlu olarak Kürd toplumsal yapılanmasının temel taşı olan Aşiretsel örgütlenmelerin doğmasına yol açmıştır.
Kürdistan’ın temel toplumsal yapılanma biçimi olan Aşiret yapılanmasının temel dayanaklarından birisi de bu coğrafi çevrenin oluşturduğu reel durumdur. Kürd toplumsal yapılanmasına kaynaklık eden verilerin oluşumuna etki eden coğrafya toplumsal yapılanma biçiminde asıl unsur olmuştur. Merkezi otoritelerin ancak büyük ekonomik ve askeri güçlerle kontrol edebileceği Kürdistan coğrafyasını,[7] katı merkeziyetçi otorite yerine gevşek ilişkiye dayalı otoritelerle denetimi sağlamalarına yönelik yol ve yöntemlere başvurmalarına sebebiyet vermiştir.[8]
Kürdlerin Aşiretsel örgütlenmesi temelde coğrafya kaynaklı dayatmanın sonucudur. Ancak Kürdlerin bu toplumsal yapılanma biçimini sadece coğrafya üzerinden okumak da aynı zamanda yanlış değerlendirmelere yol açmaktadır. Evet, coğrafya ekonomik uğraş biçimini şekillendirirken bu tür bir yapılanmayı dayatmıştır. Ama toplumun sosyal genetiğinin buna uygunluğu ve bir anlamda dünyadaki batı ve doğu uygarlıklarının kesişme noktasında olması kendisine özel olan bir aşiretsel yapılanmayı zorunlu kılmıştır.[9]
Kürd toplumunun coğrafya temelli oluşturduğu bu aşiret yapılanması aynı zamanda alan koruma düşüncesine dayanan bir anlayışı öncelemiştir. Ancak Kürd aşiret yapılanmalarında mekâna bağlı olarak üç tür ekonomik uğraş biçiminin görülmesi, Kürdlere ait yapılanmanın da kendilerine has bir anlayışın oluşmasında etkili olmuştur. Kürd aşiretlerinin bir kısmı doğrudan doğruya tarımsal faaliyetlere, bir kısmı hayvancılık faaliyetine bir kısmı ise hem tarım hem de hayvancılığı bir arada yürüten iktisadi faaliyetler yürütmüşlerdir. Yani Kürdler doğu medeniyetlerine ait toplumsal yapılanmalarının tümüne ait veriler taşıyan karakteristik niteliklerini barındıran toplumsal yapılanmalar oluşturmuşlardır.
Doğu medeniyetlerindeki devletlerin dayandığı toplumsal yapılanmalar temelde üç karakteristik yapı ile karşımıza çıkmaktadırlar.
1- Tarım Devletleri
Tarıma dayalı ekonomik faaliyetlerle varlık kazanmış su boyu medeniyetlerinden olan Çin, Mısır, Hindistan ve Mezopotamya uygarlıkları tarım devletlerinin tarihsel sürece dâhil etmişlerdir. Doğu toplumlarının nehir kenarlarında kurulmuş olan medeniyetlerinin oluşmasında belirleyici unsur tarımsal faaliyetler için ihtiyaç duyulan bilgi üretimidir. Buralarda iki tür bilgi ile bu medeniyetlerinin inşasını gerçekleştirilmiştir.
Birincisi doğanın işleyişine bağlı olarak tarımsal faaliyetlerin yürütülmesinde karşılaşılan sorunların çözümü için üretilmesine ihtiyaç duyulan bilgidir. Ekonomik anlamda temel uğraş biçiminin tarıma dayanması ve tarımsal verimin üst düzeye ulaşması için karşılaşılan sorunların çözümüne yönelik gerçekleştirdikleri gözlemlerle ulaştıkları bilgileri içermektedir.
İkincisi ise kendi dışındaki dünyayı gözlemleyerek oluşturdukları bilgilerdir. Tarımsal üretimle elde etikleri artı ürünü talancı ve istilacı toplumlardan korumak amacıyla bu toplumların yıllık hareketlerini gözlemleyerek oluşturdukları bilgilerdir.
Ürettikleri bilgi üzerinden toplumsal yapılanma oluşturulduğundan, toplum içinde önemsenen asıl unsur bilgiye sahip olan ve o bilgiyi kullanan bir sınıfın ortaya çıkarılması olmuştur. Bu sınıf bilgiyi tekelinde tutarak bilgi üzerinden toplumsal bir konum elde etmiştir. Bu toplumların ürettikleri bilgi ise şifrelere dayalıydı. Sümer çivi yazısı, Mısır hiyeroglif yazısı, Çin simgesel grafikler ya da logogram yazıları bu şifreleme tarzının göstergeleridir. Şifrelere dayalı yazıya hâkim olmanın zorluğu özel bir sınıfın/kesimin oluşmasında etkili olmuştur.
Dünyadaki ilk medeniyetlerin kurulmasında tarımsal faaliyetleri için ihtiyaç duydukları ve günlük tecrübeleri ışığında geliştirdikleri yöntemlerle bilgi üretmişlerdir. Ancak ürettikleri bilginin korunmasına yönelik azami gayret sarf etmeleri dolayısıyla bilginin dar bir kesimin elinde üstünlük aracına dönüştüğüne de şahit olmaktayız.[10] Bu kesim ortaya konulan bilginin tekelde kalmasını sağlamak amacıyla da geliştirdikleri yazı tarzının kolay kolay herkes tarafından çözülmemesini amaçlamışlardır. Dolayısıyla bilgiye sahip olan ve bilgiye kutsallık atfeden bir sınıfın (din adamı) oluşmasına vesile olmuşlardır.
Tarım Devletlerinin iç dinamiğinde bilgi üretme ve bilgiyi tekelinde tutarak kullanımını belli bir çevreye hasretmiş olması önemli bir etkendir. Bu tür toplumların karşılaştığı ve tarımsal üretimi etkileyen doğa kaynaklı sorunların çözümüne yönelmeleri onlara yeni bilgilere ulaşma ve bu bilgilerle toplumsal yapıyı biçimlendirmede kapı aralayan bir etken olduğunu ileri sürmek mümkündür. Günlük yaşamı ve üretimsel faaliyeti etkileyen doğa kaynaklı sorunların çözümüne yönelen tarım toplumları tabiatı anlama konusunda mesafe kat ettiler[11].
Bu devletler tarımsal faaliyetlerde bulunarak elde etikleri artı ürünle ticari faaliyetlere yönelmiş olmalarına rağmen kendilerini koruma gücüne sahip olabilecek bir askeri yapılanma oluşturmaktan uzak kaldılar. Elde etikleri artı ürünü ve kendilerini korumak için de paralı askerlere ihtiyaç duydular. Bu devletlerin saraylarında yabancı askerlerin var olması ancak bununla açıklanabilir. Buna rağmen bilgi üretimi konusunda da önemli gelişmeler kaydetmiş devletlerdir.
Bunun dışında ise özellikle göçebe toplumlarının yıllık hareketlerini gözetlemeye dayanan bir bilgi üretmişlerdir. Bu bilgi sayesinde ürettikleri artı ürünün korunmasını sağlamaya çalışmışlardır. Hasad dönemlerinde yapılacak baskınlara karşı önlem alınmasın böylece sağlamışlardır. Çin seddi bu nedenle inşa edilmiştir. Ki burada istila ve talanın önlenmesi temel amaç olmuştur.
2- Çoban Devletler
Hayvancılığa dayalı üretimsel faaliyeti benimseyen devletlerdir. Ancak temel uğraş biçimi olarak hayvancılığa dayanmalarına rağmen, hayvancılığı kendi ihtiyaçları için yapmaktaydılar. Hayvansal ürün üzerinden bir dış satım düşüncesinde olmadıkları için, diğer ihtiyaçlarını karşılamak konusunda karşılaştıkları sorunu tarım devletlerinin artı ürünlerini talan ederek karşılamaya çalışan devlet karakterine sahiptirler.
Hayvancılık üzerinden yapılan üretimleri dış satıma yönelik olmayıp sadece kendi iç ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olan devletlerdir. Bu nedenle diğer ihtiyaçlarını karşılama konusunda ise yağma kültürüne dayanan bir anlayışa sahip olmuşlardır. Özellikle tarımcı toplumların artı ürünlerine veya ticaret kervanlarını soymaya dayanan bir uğraş biçimi edinmiş devletlerdir. Yani talancı kültüre dayanan bir anlayışa sahip olduklarından uğradıkları yerlerin tüm zenginliğine el koymaya çalışan devletlerdir.
Bozkırda oluşan devletler ve Çöllerde oluşan -Arap kabileleri- devletler bu karakterdedirler. Ekonomik anlayışlarının temelinde başka toplumların oluşturduğu zenginliğine el koyma anlayışı ön planda olan toplumsal yapılanmalar oluşturmuşlardır. Bu karakterdeki devletler talancı olduklarından diğer toplumların üretmiş olduğu bilgiyi önemseme diye bir dertleri olmamıştır. Uğradıkları her toplumun kültürel birikimini yakıp yıkmalarındaki temel etken de bu olmuştur[12].
Çobanlığa (hayvancılığa) dayanan devletlerin bozkırda oluşması yine coğrafi nedenlidir. Ekonomisi kendi kendisini beslemeye imkân vermediği için de yağmaya dayanan anlayışla oluşmuş devletlerdir. Başkasının zenginliğine el koyma anlayışlarının altında kendilerini besleyecek üretimsel faaliyetlerinin olmaması neden olmuştur. Özellikle dünya ticaretinin döndüğü ticaret yollarına akınlar düzenleyerek ticaret kervanlarını yağmalamışlardır. Bozkırlılar dünya ipek yolu üzerinde bu faaliyetleri gerçekleştirirken, çöl toplumları ise dünya baharat yolu üzerinde bu tür faaliyetlerde bulunmuşlardır.
3- Askeri devletler.
Temel karakter olarak başka toplumları korumaları karşılığında onlardan vergi alarak varlığını sürdüren devletlerdir. Üretimsel herhangi bir faaliyete girişmeden artı ürün elde eden devletleri veya toplumları koruyarak onlardan aldıkları vergilerle ekonomik yaşamlarını idame ettiren devletlerdir. Bu devletler doğu toplumlarında görülmelerine karşın -ki benim kanaatim de bu yöndedir- Roma geleneğinden gelen devletlerdir. Tarihsel süreç açısından bakıldığında ise Tarım Devletleri ile Çoban Devletleri arasında vuku bulan sorunlardan doğdukları ve işlev olarak ta tarımcı toplumları ve onların artı ürünlerinden oluşan ticaret yollarını korumayı üstlenen devletlerdir.
Bu devletler ekonomik olarak yerleşik toplumların ekonomik değerlerini koruma karşılığı elde ettikleri ücret -vergi- ile geçinmeye çalışmışlardır. Yani Tarımı dışa karşı koruma karşılığında alınan payla geçinen devletlerdir. Bunun dışında Uluslararası ticaret yollarının güvenliğini sağlayarak (İpek ve Baharat yolları gibi) bundan pay almışlardır. Bu devletlerde üretilenlerin dış satımı izne tabi olmasına rağmen dış alım tamamıyla serbest niteliktedir. Çünkü üretilenlerin öncelikle üretildikleri yerlerde ihtiyacı karşılaması gerekir, arta kalan şehir merkezlerine eğer daha fazla kalırsa yönetim merkezlerine gönderilme zorunluluğu vardır. Bu nedenle dış satım engellenmiştir.[13]
Korumacı yapılanmaları gereği korudukları toplumlara ait ne varsa tümünü korumayı temel hedef edindiklerinden, toplumsal durum ile diğer alanlarda arşivleme konusunda ilerlemiş devletlerdir. Çünkü korudukları toplumların istatistiki verilerini tutmak zorunda kalmışlardır.[14] Bu devletlerin temel karakteristiği korudukları toplumlara ait her şeyi belgelemeye çalışmalarıdır. Yani arşiv tutmayı önemsemişlerdir. İslam dünyasında Emevi ve Abasilerden sonra kurulan devletlerin çoğu -Osmanlı gibi- bu yapılanmaya sahiptir.
Birinci gruptaki devletler temel uğraşları açısından tarımı kendi ihtiyaçları için kullanırken artı ürünleriyle ticari faaliyet göstermişlerdir. Temel karakter olarak askeri bir güce sahip değiller. İkinci gruptakiler hayvancılığı ticari bir eylem değil kendi ihtiyaçları için sürdürmekteydiler. Bu devletler diğer ihtiyaçları konusunda istila kültürü geliştirmişlerdir. Yani diğer toplumların ürünlerini çalma yoluyla varlık ortaya koymuşlardır. Üçüncü gruptakiler ise Askeri nitelikleriyle hüküm altına aldıkları toplumlardan ganimet adı altında ve vergilerle varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bozkırlı toplumlar ikinci gruba girerken, Osmanlı Pers vb. devletler üçüncü grupta yer almaktadırlar.
Kürdlerin tarihsel süreçte yer aldıkları coğrafya dikkate alındığında bu üç devlet modelinden de etkilendiklerini görmekteyiz. Bu nedenle yaşam alanlarının coğrafi niteliğine göre uygun olan modeli benimseyen aşiretsel bir yapılanma oluşturduklarını düşünüyorum. Ki aşiretsel yapılanmanın yere göre farklılıklar arz etmesini ancak bu durumlarla açıklayabiliriz.
[1] SEZER, Baykan “Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıklar” adlı kitabının genel çerçevesine bakınız.
[2] SEZER, Baykan, “Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı”, Edebiyat Fakültesi Matbaası 1981 s.39-40
[3] İbn-i Haldun’un hem tarihçi hem de sosyolog gözüyle ortaya koyduğu bu konudaki teorilerine bakınız.
[4] SEZER, Baykan “Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıklar” s. 27’den başlayan kısmın genel çerçevesi.
[5] Strohmeler Martin– Yalçın Heckmann Lale: Kürtler, Tarih, Siyaset, Kültür. Tarih Vakfı Yayınları s.
[6] Dünya tarihinde her toplumsal yapılanma aşiretsel bir anlayışla gelişim göstererek örgütlenmesini daha üst düzeylere taşımıştır. Batının ilk kavimleri sayılabilecek Etrusk, Makedon, Thrak, Grek ve Kelt toplulukları başlangıçta kendi içinde aşiret benzeri kollara ayrılmış durumdaydı. Ancak Kürtlerin aşiret toplulukları şeklinde tarih sahnesinde var olduğu dönemlerde Batı uygarlığı henüz teşekkül etmemişti. Kassit, Hitit, Mitanni ve İskit dönemlerinde Batı uygarlığı yoktur. Batı tarih sahnesine çıkmadan asırlarca önce Kürt aşiretleri sosyal evrimi tamamlamıştı denebilir. (Yusuf Ziya Döger)
[7] Strohmeler Martin– Yalçın Heckmann Lale: Kürtler, Tarih, Siyaset, Kültür. Tarih Vakfı Yayınları s. 4
[8] Kürdistan üzerinde son bin yılda Batı adına Osmanlı Doğu adına İrani Devletlerin tam hâkimiyet kurma yerine Kürdistan Mirliklerini serbest bir ilişki içinde denetlemeye çalışmaları bunun bariz örneğidir. Yusuf Ziya Döger
[9] Kürd toplumunun oluşturduğu aşiret yapılanması alan koruma düşüncesine dayanan bir anlayışı öncelemektedir. İdris-i Bitlisi ile Yavuz Selim arasındaki antlaşmaya bakılabilir
[10] Bu devletlerin karakterine bakıldığında Kralların etrafında bilge, büyücü vb. bir kesimin olması buna delildir.
[11] Mezopotamya da Ay Sistemine dayalı takvim ve Mısırda Güneş Sistemine dayalı takvim bilgisine ulaşma gibi.
[12] Moğol istilalarına bakıldığında bunun net verileri ile karşılaşmaktayız. Ki İslam dünyasının Kültürel birikimi olan “Bağdat Kütüphanelerinin yakılması” gibi.
[13] Kapitülasyonların dayandığı temel mantık budur.
[14] Osmanlı salnameleri bu konuda yeterli veriyi oluşturmaktadırlar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.