Sosyal yaşam alanı, dinamiklerini kendisi içerisinde üreten bir işleyişe sahiptir. Bu işleyişteki dinamikler toplumsal canlılığı korur ve aynı zamanda ilerleme için motor işlevini görür. Sosyal yaşamın zenginliği ise yeni fikir, düşünce ve bakış açılarının toplumsal zeminde yer edinmesine bağlıdır. Toplumsal çeşitlilik yoluyla bunlara olanak yaratılarak birlikte yaşam olanaklarının nasıl olması gerektiği hakkında topluma fikir verir. Ancak yeni fikir, düşünce ve bakışların toplumda karşılık bulmaması üzerine hareket eden anlayışlar ise bu çeşitliliğin sesini kesmeyi temel öncelikleri haline getirme uğraşında olurlar.
Toplum içerisinde farklı kesimlerden ve bireylerden yükselen seslerin sosyal yaşam alanında duyulması, anlaşılması ve bilinmesi toplum için hayati önem taşımaktadır. Toplum bu seslere açık olursa sosyal yaşam alanının zenginleşerek yeni ufuk ve anlayışlar oluşturup bu çerçevede ilerlemesi olanaklı hale gelir. Ancak farklı seslerin ve bakışların kısıldığı ve duyulmalarının önüne engel konulduğu toplumların dar kalıplara sıkıştırılması söz konusu olur. Bu durumun ise günün birinde piston etkisiyle patlamaya yol açacağı muhakkaktır.
Elbette toplumsal yaşam alanında tek sesliliği ve tek renkliliği esas alan yaklaşımlar varlıklarını korumak amacıyla diğer seslerin duyulmasını engelleyecek veriler üretme derdinde olurlar. Kendilerini korumak ve kendi ses ve bakışlarının doğruluğunu düşünce ve fikir zemininde ortaya koyma gücünden yoksun oldukları için sürekli bir telaş halinde olurlar. Bu nedenle farklı seslerin ve bakışların toplumsal zeminde yer edinmesini engellenmek için kuru kalabalık ve gürültüyü esas alarak eyleme geçerler.
Somutlaştıralım:
Çok renkliliğin ve çok sesliliğin toplumsal dinamiklerin doğru biçimde kanalize edilmesinde ehemmiyet taşıdığını belirtmiştik. Bunların herhangi bir şekilde engellenmesi o dinamiklerin topluma katkı sunması yerine toplumsal yapının tahrip edilmesinde rol oynayacaklarını da unutmamak gerekir. Konuyu Türkiye İslamcılığının Kürd Müslümanlara karşı yürüttüğü anti propagandanın amaçladığı temel gayeler üzerinden ele alınmasının bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz.
Mısır’da Firavun tarafından zihinsel ve fiziksel anlamda köleleştirilen Ben-i İsrail oğullarını Firavun ’un zulmünden kurtarmak için ortaya çıkan Musa’ya Firavunun gösterdiği ilk tepki nankörlükle itham etme olmuştu. Türkiye İslamcılığı da iki yüz yıldır yaşanan Kürd ve Kürdistan sorununa bigâne kaldığı gibi konunun hiçbir şekilde ne kendi gündemlerinde yer almasına müsaade etti ne de onların içerisinde yer alan Kürdlerin konuyu gündemleştirmelerine imkân verdi. Tıpkı Musa’nın karşısına dikilen Firavun ’un taşıdığı endişe gibi kendi saltanatlarının bu insanlar nezdinde yıkılmasından endişe ettiler.
Bu sebeple Kürd ve Kürdistan sorununu insani ve İslami bir hak olarak konuşma yerine ona fıkhî bir form bularak sorunu asabiyet ve milliyetçilik olarak lanse ettiler. Bununla amaçlanan içlerinde yer alan Kürdlerin herhangi bir şekilde konuya yönelmelerine set koymaktı. Yöntem olarak da asabiyet ve kavmiyet üzerinden konuyu ötekileştirme oldu. Bunun yeterli olmadığı durumlarda ise konuya 1960’lardan itibaren ilgi gösteren sol düşünce ortaya konularak bir Müslümanın solcularla aynı kulvar üzerinden yürümeyeceği algısını oluşturmak istediler. Dinsel bir içerik Kürdlerin Kürd ve Kürdistan sorununa imada bile bulunmalarını haram ve küfür olarak nitelediler.
Bu tutum Musa’nın Firavun tarafından nankörlükle ithamının yeni bir biçimiydi. Çünkü Musa Firavun karşısında hakikatin temsilcisi olarak orta yer gerçekleşen bir zulmü haykırıyordu. Firavun bu haykırışın hakikatini bildiği için ortaya kuru gürültü saçarak Musa’nın sesini kısma derdindeydi. (sihir olayına bakınız) Firavun Musa’nın çığlığının halka herhangi bir şekilde ulaşması halinde bunun kendi hâkimiyet kalelerini yıkacağını çok iyi biliyordu.
İşte Türkiye İslamcılığı kendi hâkimiyet kalelerinin Kürd Müslümanlar nezdinde yıkıma uğramaması için konuya dinsel (fıkhi) bir form kazandırarak konuyu sumen altı etmenin derdindeydiler. Bu sebeple konunun herhangi bir şekilde konuşulmasına dahi taraf olmadıkları gibi konunun insani ve İslami boyutunu bile gizlemek zorunda kaldılar.
Türkiye İslamcılığı günümüzde ise Kürd ve Kürdistan sorunu karşısında Kürd İslami kesimin sesini kısmak amacıyla tıpkı Mekke müşriklerinin Hz Peygambere karşı takındığı tavrı sergilemektedir. O gün müşrikler kabe çevresinde Hz Peygamberin okuduğu kuran ayetlerinin sesinin diğer insanlara ulaşmaması için 8insanlar onu duymasınlar diye gerçekleştirdikleri) gürültü çıkarma eyleminin aynısını yapmaktadırlar. Bunun için de Kürd ve Kürdistan sorununu gündeme alan herkesi PKK üzerinden tanımlayarak öteki ilan etmektedirler. Böylece Müslüman Kürd halkınca o seslerin duyulmasını engelleme çabasını sergilemekte ve bakın sizi savunanlar Marksit ve Leninist dinsizlerdir. Böylece PKK üzerinden tanımlanan o saf ve hakikat içeren sesimizi kesmektedirler.
Buna rağmen bizler o seslerin Erkam’ın evinden yükselen mazlumların sesi olduğunu ilan etme çabası içerisinde bu sesi mazlum halkımıza duyurmak üzere yola çıktık. Ancak PKK yaftası ve dinsizlik yaftası ile onlar hakikati boğma derdinde olsalar da bizler bunu ilan etmeye devam edeceğiz. Konuyu bir örnekle bitirelim.
Çağrı filminde yer alan bir sahne vardı. Mekkeli Müslümanlar ilk kez kol kola girerek kendilerini açığa vuracak şekilde Kurandan ayetler okuyarak Kabe’ye yönelirler. Mekkeli Müşrikler buna karşı durmak ve set oluşturmak için onlara engel olma çabasındadırlar. Bu sebeple topladıkları ayak takımlarıyla Müslümanları taşlayarak Kabe’ye girişlerine engel olmaktadırlar. O sırada avcılığa çıkmış Hz Hamza çölde avcılığını tamamlayarak atı üzerinde gelirken görünür ve olaya şahit olur.
Mekkeli müşriklere olup biteni sorar ve müşrikler ona durumu açıklamaya çalışırlar. Hamza o anda tarihe mal olan o tarihi sözü söyler “peki siz hiç onları dinlediniz mi ne diyorlar ne istiyorlar?” der. Müşriklerin elbette bu soruya verecek cevapları yoktu.
Bizde Türkiye İslamcılığına soruyoruz “sizler hiç bizi dinleme cesareti gösterdiniz mi”? Kürd ve Kürdistan sorununu hiçbir şekilde dinlemediniz ki onu mahkûm ediyorsunuz. Ve tıpkı müşrikler gibi dinleme, anlam ve kavrama yerine onun duyulmasını engellemek için onun PKK üzerinden tanımlayarak öteki ilan ediyorsunuz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.