Toplumsal sorunların temelinde yer alan asıl unsur içinde bulunulan tarihsel dönemin ruhuna uygun biçimde dönüştürülemeyen “toplumsal olgulardır”. Zamana ve koşullara göre dönüştürülemeyen bu olgular, doğal olarak toplumsal genetikle kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumsal biçimlenme üzerinde etkili olurlar. Sosyal Genetik yoluyla kuşaklar arası aktarılan ve yeni yapılanmaya dönüştürülemeyen bu olgular, toplumsal atılımın önünü tıkayan bir işlev üstlenirler. Sosyal genetiğe dönüşen bu olgular aynı zamanda toplumda statükoyu benimseyenlerce aşırı derecede önemsenir hale getirilirler. Toplumda statükoyu benimseyen kesimler, söz konusu olguların değişimi halinde toplumsal çöküntü oluşacağı algısını toplumsal belleğe kazırlar.
Yukarıdaki durum zamanla toplum sosyolojisi niteliğine bürünerek, toplumsal değişimin önünde engel oluşturan veriler üretir. Toplum bu tür bir çıkmazın içine girdiğinde ancak alttan gelen dip dalgaların etkisiyle değişim ve dönüşüme yelken açabilir. Fakat mevcut durumu ve statükoyu kendi lehlerine görenler alttan gelen dip dalgalara karşı direnç noktaları oluşturarak mevcut durumun korunmasını esas alırlar.
Tarih toplumların kendi toplumsal ruhlarına uygun biçimde geliştirdikleri benzer nitelikteki olayların zamanla oluşturan toplumsal olguların temelini olduğunu kaydetmektedir. Bu olguların aynı zamanda toplumsal varlığın devamına katkı sunduğuna da şahittir. Ancak bu katkılar dönemsel olduğundan zamanla olumlu yönlerinin yanında olumsuz yönlerinin daha fazla etki oluşturacağı unutulmamalıdır.
Somutlaştırma.
Kürd toplumunun tarihsel süreçte beslendiği sosyolojik gerçeklikler dikkate alındığında statükoya dönüşen olguların başında “alan koruma” anlayışının yer aldığını görmekteyiz. Yani belli bir alansal mekân üzerinde oluşturulan hakimiyet unsurunun daha üst düzeydeki bir hakimiyet unsuruna tercih edildiği görülmektedir. Kürd toplumsal yapısına ait tarihsel veriler bunu açık-seçik biçimde önümüze koymaktadır.
Bu tarihsel verilere dönüp baktığımızda alan koruma anlayışının binlerce yıl toplumsal varlığı ve benliği koruyarak günümüze aktarmada etkili olduğu görülür. Tarihsel süreçte ilk kez söz konusu alan koruma anlayışının toplum bünyesinde zararlara yol açtığını Ehmed-î Xani görmüştür. Hepimizin malumu olan “Kürdler birleşirse Araplar, Acemler ve Türkler onlara hizmetçi olur[1]” anlamındaki serzenişiyle “alan koruma” anlayışının sıkıntısını dile getirmiştir. O alan korumaya dayanan toplumsal olgunun zamanın ruhuna uygun olmadığının belirtiyordu. Yani bu toplumsal yapılanmanın zamanın ruhuna uygun dönüşüm ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğunu belirlemekteydi.
Kürd toplumunun sosyolojik tutumunu görerek, o tutuma yön veren olgunun (alan Koruma) toplumsal dönüşüm için yetersiz olduğunu belirlemiştir. Yani yerel düzeydeki hakimiyetle yetinmenin üst düzeydeki toplumsal hakimiyet alanının önünde engel oluşturduğunu görmüştür. Bunun için alt düzeydeki hakimiyet alanlarının birleşmeleri halinde Cihana hükmedebileceklerini görmüştür. Ve onlar üzerinde hakimiyet oluşturanların onların hakimiyetine gireceklerini vurguluyordu.
Son iki yüzyıllık Kürd mücadele tarihi titizlikle incelendiğinde her yenilginin baş müsebbibi olarak yerel hakimiyetin üst hakimiyet altında birleşmeye tercih edilmesi olduğu açıkça görülür. Bununla ilgili yüzlerce veri ortaya konulabilir. Bedirxan beyin yeğeninden tutun Güney Kürdistan’daki tartışmalı bölgelerin 16 Ekim 2017’de sömürgecilerin eline geçişine yol açan süreç gibi.
Kürdlerin süreçte yaşadığı her yenilgi içerideki sosyolojik olgu olan alan korumaya takılıp kalmanın sonucudur. Kürdlerin bu olguya kutsallaştırma derecesinde önem atfetmeleri aynı zamanda düşmanı olan sömürgecilerinin elini güçlendiren bir veri üretmektedir. Kürdler karşısında her zor durumda kalışlarında içeriden birisine veya birilerine yerel hakimiyet vadeden alansal korumayı öne çıkaran ve ulusal korumayı önemsizleştiren atılımlar yapmaktadırlar. İçeriden olanlarda bu hakimiyet alanını bulunmaz Hint kumaşı zannederek dört elle buna sarılmaktadırlar.
Ancak tarihsel gerçek şudur. Bu atılımlarla zayıflatılan her ulusal hakimiyet adımı sonucunda yerel hakimiyet olan alan korumaya da yavaş yavaş sıra geldiğidir. Ne yazık ki bunu görebildikleri halde buna tav olanların hala Kürdler içerisinde revaç görmeleri üzüntü vericidir. Halkın bu tür Sosyolojik olayları tam anlamıyla çözememelerinin altında yatan gerçek ise tarihsel süreçte sosyal genetik yoluyla kutsallaştırılarak aktarılan olgulara takılıp kalmalarıdır.
Kürdlerin ulusallaşmaları ancak bu Sosyolojik[2] engelin zamanın ruhuna uygun biçimde formatlanmasına bağlıdır. Bunun için de tarihsel değerleri önemsizleştiren veriler üretmek yerine, bu değerleri genç dimaklara zamanın ruhuyla vermektir. 21. Yüzyılın eşiğinde alansal korumanın uluslaşmanın önündeki engel olduğu, uluslaşmayan bir toplumun varlığını er geç kaybedeceği vurgulanmalıdır. Bu nedenle alan koruma yerine ulusal korumayı öne çıkaran aktörlerin etrafında birliktelik oluşturulması önerilmelidir.
Yine de dikkatten kaçırılmaması gereken şu nokta olmalıdır. Tarihsel değerleri zamanın ruhuna uygun biçimde özümseyen aktörler olmalıdır. Bu aktörler ise özellikle ulusal kurtuluşu belli bir ideolojik mantığa hapsetmemelidirler. Çünkü ulusal kurtuluş mücadeleleri tarihin hiçbir döneminde ideolojik saiklerle gerçekleşmemiştir. Ulusal kurtuluş ancak ulusal pragmatik tutumla mümkün olabilmiştir. Kendi milletinin menfaatlerini pragmatik bir tutumla ele alan mücadeleler her zaman için toplumda karşılık bulmuştur.
Zamanın ruhu karşısında eskimiş Sosyolojik olgularla toplumun enerjisi tüketilmemelidir. Yine ideolojik ve dinsel saiklerle oluşturulan dünyayı kurtarma sevdasından genç dimaklar korunmalıdır. Kendisini koruyamayan bir milletin dünyayı kurtardığı ise tarihsel süreçte hiçbir zaman görülmemiştir.
Kısaca Kürd gençlerine bir daha eskimiş Sosyolojilerine yenilmemenin yol ve yordamını öğretmek ulusal bir görevdir.
Ez mame di hîkmeta Xwedê da Şaştım kaldım ne var Allah’ın hikmetinde
Kurmanc di dewleta dinê da Ki Kürtler şu dünya devletinin içerisinde
Aya bi çi wechî mane mehrûm? Acaba neden böyle mahrum kalmışlar?
Bîlcumle ji bo çi bûne mehkûm? Neden dolayı hep “yönetilen” olmuşlar?
Ger dê hebûwa me padîşahek Eğer biz Kürtlerin de bir padişahı olsaydı
Laîq bidiya Xwedê kulahek Ve Allah o padişaha bir taç layık bulsaydı
Te’yîn bibûwa ji bo wî textek O padişaha tayin edilmiş olsaydı bir taht
Zahir vedibû ji bo me bextek O zaman açılacaktı bize yepyeni bir baht
Hasil bibûwa ji bo wî tacek Eğer olsaydı o padişahın giyeceği bir taç
Elbette dibû me jî rewacek Elbette o zaman biz de görecektik revaç
Xalib nedibû li ser me ev Rûm O zaman bize galip gelmezdi bu Romlar
Nedibûne xerabeyê di dest bûm Olmazdık baykuşun konduğu yıkıntılar
Mehkûmun ‘eleyh û se’alîk Olmazdık başkasının yönettiği miskinler
Mexlûb û mutî’ê Tirk û Tacîk Türk ve Farslara yenilip emrine girenler
[2] Toplumsal yaşamın iki önemli kavram üzerinden dizayn edildiği sosyologlarca kabul edilmektedir. Bunlar “Toplumsal olgu” ve “Toplumsal olaylardır.” Toplumsal yaşam içerisinde genel karakterdeki olaylar bütünü “toplusal olgu”yu oluşturmaktadır. Toplumsal olgular aslında bir nevi toplumun karakteristik yapısını yansıtan ve toplumsal yaşamın düzenlenmesinde kilit rol oynamaktadırlar. Tarihsel süreçte olayların seyrine müdahale ederek olguların yönü zaman içerisinde değiştirilebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.