İnsanlık âlemine katkı sunan milletlerin ve şahısların unutulması elbette mümkün değildir. Kürd milleti medreseleriyle insanlık ve İslam âlemine sayısız katkılar sunarak İslam toplumu içerisinde mümeyyiz olmuş bir millettir. Ancak yaşadıkları devletsizlik hali bu durumun görünür olması önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Buna rağmen özellikle Kürdistan beyliklerinin egemenlikleri döneminde beylerin şura meclislerinde âlimlere yer ayırması bu türden çalışmaların geliştirilmesinde öncülük görevi gören bir durum idi. Son iki yüzyıl da bu imkânın yitirilmesi yeni katkıların oluşturulmasını tamamen ortadan kaldırmıştır.
Kürd toplumu tarihin hiçbir döneminde dine yönelik olumsuz denilecek bir tutum takınmamıştır. Ki bu anlamda dinle sorunlu olmamıştır. Genel anlamda her dönemde semavi mantığa dayalı dinlere intisap eden bir millet olagelmiştir. Ki son semavi din olan İslam’a yönelmelerindeki en önemli etkenlerden biri de bu mantığa dayanmaktadır. Her dönemde dini sosyal hayatlarının merkezine alarak ona göre bir yaşam biçimi oluşturmuşlardır. Dine yönelimdeki amaç dini iktidar olma aracına dönüştürme değil bilakis dine hizmeti sosyal yaşamlarının temel amacı olarak belirlenmiştir.
Ancak tarihsel rakiplerinin çoğu onların aksine din üzerinden iktidar olma savaşı vererek dini, kendi egemenliklerinin bir aracı haline getirmekte bir beis görmemişlerdir. Son yüzyılda bile Dünya yeniden şekillendirilirken onlar dini endişelerini ulusal endişelerinin önüne koyarak egemenlerinin amaçlarını görmede problem yaşadılar. Ki bu durum onlar için yüzyıllık çile ve katliamlara dönüşen bir kâbus halini aldı. Dinsel inanç üzerinden oluşturulan manipülasyonlara esir düştüler ve dünya milletleri içerisinde hak ettikleri yeri alamadılar.
Kürdler içerisinde dinsel manipülasyona esir olma bakımından Bakur Kürdleri en zayıf halka olarak yer aldılar. TC kurulurken Kürdlerin dinsel duyguları öyle kullandı ki Türklerle olan dinsel inanç bağından dolayı amaçlananı fark edemediler. Ancak durumun vahametini kavradıklarında ise ellerindeki imkânı yitirmiş durumdaydılar. Bu imkânsızlığa rağmen dinsel ve ulusal endişelerini birleştirerek ayağa kalktılar fakat sonuca gidemediler. Kemalist TC bu durumu bile sadece din üzerinden kullanarak onları manipüle etmekten çekinmedi. Ki Şeyhlerinin öncülüğünde gerçekleştirdikleri kıyamı devlet diliyle gerici yobaz bir ayaklanma olarak lanse ettiler. Sistemin sivil kanadını oluşturan muhafazakâr algı ise kıyamın ulusal ayağını gizleme ihtiyacı duyarak, onu sadece din üzerinden ulvi bir girişim olarak lanse etti.
Oluşturulan ikili manipülasyonların siyasal yansımaları kısmen 1950’lerde yoğun biçimde ise 1960’larda Kürd gençleri arasında etkili olmaya başladı. Türk Muhafazakârlığına dayanan sağ siyasi anlayışlar Kürd gençlerinin dini hassasiyetlerini bu dönemde sol siyasi anlayışlara karşı kullanmaktan geri durmadılar. Kürdlerin dinsel hassasiyetlerini egemenliklerini pekiştirme aracına dönüştürmekten imtina etmediler. Ki DP iktidarı ile Kürdleri eşraf üzerinden devlete yedeklemeyi başaran sistem, muhafazakâr İslamcı algıya sahip cemaat ve yapılarla Kürd gençlerini yedeklemeyi başardı.
Köklerini Türk İslamcılığından alan milliyetçi mukaddesatçı anlayışlar okuyan Kürd gençlerini kafalamayı hedefleyerek çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Yaşanılan travmaları bir önceki kuşaktan dinleyerek gelen gençlere hedef olarak Kemalist mantık gösterildi. Bunun yanında ise Osmanlı yüceltilerek dini mübin’in yegâne savunucusu olduğu gerekçesiyle emperyalistlerin hedefine girerek yok edildiği için travmaların yaşandığı algısı yerleştirildi.
Bu algının etkisine giren Kürd gençleri zorunlu olarak “Milli Görüş” çizgisiyle buluşmak durumunda kaldılar. Bu buluşmayı kolaylaştıran etken ise Molla çocuklarının ve medrese etkisinin olduğu yerlerden gelen gençlerin dinsel algılarıydı. Ancak milli görüş çizgisi geleneksel Kürd medrese anlayışıyla tamamen uyuşmadığı için Kürd gençlerini süreç içerisinde benliklerinden kopartma noktasına getirildi. Bu durum ise ters yansımayla geleneksel medrese faqilerinin modern eğitimde yer alanlar karşısında yenilgilerine yol açtı. Tercüme eserlerle zihin karışıklığı yaşayan modern eğitimliler karşısında faqiler de bu eserlerin asıllarıyla buluşarak aynı zihinsel karmaşaya uğradılar.
TC harf devrimiyle eski ile bağları koparmayı başardığından ancak gençler tercüme yoluyla getirilen siyasal İslamcılık düşüncesiyle karşılaşabiliyorlardı. Bu ise onları farklı coğrafyalara özgü bakışa esir hale getirdi. Kürd medreselerine ve Anadolu’ya ait olmayan Siyasal İslamcı algıya sahip gençler arasında ayrışmaları da beraberinde getirerek farklı gruplara ayrıldılar. Ki bu durum 1970’lerde radikal İslamcılık akımının etkisine girmeyi beraberinde getirdi. Böylece dünyanın herhangi bir köşesinde Müslümanların karşı karşıya oldukları sıkıntılar anında bu gençler arasında bilinir ve görünür olmaya başladı.
Ancak o dönemlerde Başur Kürdistan’ında Mola Mustafa Barzani önderliğinde Baasçı Irak rejimine karşı yürütülen mücadele hiçbir şekilde bu kesim için ne bilinir nede görünür oldu. Çünkü Milli Görüş anlayışı ve diğer Muhafazakar anlayışlar Türk egemenliğini temel aldıkları için Kürdistan’ın bir parçasında öne çıkan mücadelenin göz ardı edilmesini öncelikli hedef haline getirmişlerdi. Bunun yerine Kürdlerin algılarını İslam Dünyasındaki diğer mücadelelere yoğunlaştırarak farkındalığın oluşması önünde duran demir perde görevini üstlenmişlerdi.
Kanaatimce Kürd gençleri o dönemde daha çok muhafazakâr Türk İslamcılığının etkisinde kaldıkları için Kürdistan’a ve Kürd sorununa bigâne kalmalarında etkili oldu. Ki yıllarca süren hizmetlerinin karşılığı ise kardeşlik teranesiyle yetinerek ümmet birliği içinde haklarına kavuşma ümidine sarılma oldu. Gerçi zaman içinde çoğu için hakların elde edilmesi problemi de buharlaşarak konu milliyetçilik çerçevesinde algılanmaya başlandı. Ne zaman ki Kemalist Devletin demir perdeleri yavaş yavaş iletişim ağları karşısında yırtılmaya başlandı, bu kesimde ilk silkinmeler ortaya çıktı.
Ancak günümüzde bile bu kesimin zihin dünyası hala Kürdistan mefkûresini tam olarak kavrayabilmiş değil. Dolayısıyla Türk İslamcılığının etki alanına girmeleri gençlerin hedefine dini Mübin\'i yüceltmek ve Kemalist Sistemle hesaplaşmak sokularak bilendirildiler. Bugün hala aynı etkinin altında olan Kürd okumuşlar ben Kürdüm ama Kürdçü değilim diyerek kendilerini savunma psikolojisi içerisinde tanımlamaktadırlar. Aslında söz konusu ettikleri ayrımın temelinde kendilerine aşılanan Türk İslamcılığı olduğunun farkına da değiller yâda menfaatleri benlik bilinçlerinin önüne geçmiştir.
NOT: Yazıya Türk İslamcılığından ayrışmanın ayak izleri ile devam edeceğiz. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.